Değişen iklim, göç, enflasyon ve gıda krizi önümüzdeki yıllarda üstesinden gelmede gittikçe daha da zorlanacağımız, büyüdükçe büyüyen sorunlardan birkaçı. Dünyanın büyük bir kısmı (insan, hayvan veya bitki) kuraklık ve açlıkla pençeleşiyor. Sadece yiyecek sorunumuz değil, içecek su sorunumuz da var. Elbette, yiyeceğin eşitsiz dağıtılması gibi (bu konuda arete’de yazılmış bu yazıya göz atabilirsiniz) su kaynaklarının da eşitsiz dağıtılması sorunumuz var. Bilhassa sınıfsal eşitsizliğin mağdurları bu felaketlerle doğrudan yüzleşiyor. Beş ay önce arete’ye yazdığım ilk yazıda denizin ve suyun ulusal anlatıda nasıl algılandığını ve bu algının deniz kirliliği sorununa nasıl yaklaştığını tartışmıştım. O yazıda da anlattığım gibi, “suya ilişkin ulusal anlatı, insan ve insan olmayanlar arasında bir tahakküm ilişkisi kurmakla kalmıyor; dezavantajlı grupların, çevresi ile bir diyalog kurmasına engel olarak çevresel adaletsizliği kesişimsel biçimde etnik ve sınıfsal anlamda da pekiştiren bir eşitsizliğe dönüştürüyor”. Bu yazıda ise yine su konuşacağız, fakat bu kez insan ve insan olmayan arasındaki eşitsizlikten ziyade, Aral Gölü örneği üzerinden insanla insan arasındaki çevresel eşitsizliklere atıfta bulunacağım.
Aral Gölü’nün güneyi, on yıllardır ekolojik felaket ve etnik ayrımcılıkla karşı karşıya. Mickin’in belirttiği gibi, Aral’ın çölleşmesi, Sovyet yönetiminin geniş pamuk tarlalarını sulamak için göle dökülen nehirlerin yönünü değiştirmesiyle 1960’larda başladı ve alan yaklaşık 20 yıl içinde %40 küçüldü. (Mickin, 1988, s. 1170). Bölgesel iklimdeki değişiklikler (daha sıcak yazlar ve daha soğuk kışlar) biyolojik çeşitlilikte önemli bir hasara neden oldu (Artman, 2020). Zararın önüne geçmek için Kazakistan gölün kuzeyinde çalışmalara başladı. 2005 yılında Dünya Bankası, gölün iki yakasını ayıran ve taşmasını önleyen Kök-Aral Barajı’nın inşası için Kazakistan’a destek verdi (Dünya Bankası, 2005). Proje, Aral’ın kuzey kesimlerini stabilize etmeyi başardı. Yerel ekonomi canlandı, kirlilikten kaynaklanan hastalıklar azaldı ve bölgede çölleşme büyük ölçüde azaldı (Artman, 2020).
Öte yandan, etnik Karakalpakların yaşadığı Güney Aral, Özbekistan topraklarında kalıyor. Karakalpaklar, Sovyetlerin dağılmasından bu yana bağımsızlık istedikleri için merkezi hükümetle gergin ilişkilere sahip. Ne yazık ki bu gerilim, hükümetin Aral felaketine ilişkin tutumuna da kayıtsızlık olarak yansıyor. Hükümetin dışlama ve bölgesel kontrol politikası, birçok Karakalpak’ın Rusya’ya veya Özbekistan’ın diğer bölgelerine göç etmesine neden oldu (Artman, 2020). Artman, bölgedeki su siyasetinin insani bedelini şöyle özetliyor:
Aral Gölü’nün ölümü gibi, su ve suya erişim de Karakalpakistan’da meydana gelen insani felaketin merkezinde yer alıyor: Balıkçılık sonsuza dek ortadan kalktı, ekonomi çöktü, gıda ürünlerini yetiştirmek için su yetersiz hale geldi, temiz içme suyu ise neredeyse hiç yok. Karakalpakistan’daki kadınlar, Özbekistan’ın geri kalanındaki kadınlardan dört kat daha fazla anne ölüm oranına sahipken, bebek ölüm oranı üç kattan fazla. Ayrıca kadınların, krizin olumsuz psiko-sosyal etkilerini bildirme oranları da daha yüksek.
Güney Aral etnik ayrımcılığın bir sınıf eşitsizliğine nasıl dönüştüğünü, sınıf eşitsizliğinin ise cinsiyet eşitsizliğini nasıl derinleştirdiğini, monokültürel ve sınıf temelli su politikalarının sonuçlarının hem insanlar hem de insan olmayanlar için ne kadar dramatik olabileceğini gösteriyor. Aynı gölün hemen kuzeyi sorunun çaresi bulunup büyük oranda kurtarılmışken, gölün diğer yarısının ölümü ayrımcı politikalar nedeniyle seyrediliyor.
Aral’da yaşananlar aslında dünyada yaşanan çevresel adaletsizliğin mikro bir örneği gibi. Elitlerin seçimleriyle ve girişimci devletin daha uzman olduğu gerekçesiyle milyonlarca yoksul köylü, kapitalizmin ilk dönemlerinden beri topraklarından ve su çevrelerinden bir şekilde kopartılıyorlar. Kültürel kodların çoğunluğunun cahil olduğuna inandırdığı yoksul köylülerin itibarsızlaştırılması belki de çevresel adaletsizliğin ilk adımlarından biriydi. Binlerce insan, dünyanın çeşitli yerlerinde, gözlerimizin önünde susuzluktan, açlıktan, sıcaktan, selden, iklim değişimiyle ortaya çıkan hastalıklardan dolayı hayatlarını kaybediyor, göçe zorlanıyorlar. Uzun yıllar boyu toprakla, suyla kurdukları derin bağları koparıp atmak zorunda kalıyorlar. Tepeden inme kararlarla doğayı metalaştıranlar, eğer böyle bir dertleri varsa, bugün bölge insanının çevreyle ilgili kararlarda demokratik katılımını reddedecek, monokültürel ve sınıfsal eşitsizlikleri pekiştirecek politikalarla iklim felaketlerini önleyemeyeceklerini görmek zorundalar.
Fotoğraf: Taylor Wiedman
- Artman, V. M. (2020, September 18). Water Politics and the Human Geographies of the Aral Sea Crisis. Retrieved from Georgetown Journal of International Affairs: https://gjia.georgetown.edu/2020/09/18/water-politics-and-the-human-geographies-of-the-aral-sea-crisis-2/
- Mickin, P. P. (1988). Desiccation of the Aral Sea: A Water Management Disaster in the Soviet Union. Science, 241(4870), 1170-76.
- The World Bank. (2005, September 1). Saving A Corner of the Aral Sea. Retrieved from The World Bank: https://www.worldbank.org/en/results/2005/09/01/saving-a-corner-of-the-aral-sea