Post-Post-Kemalizm’e Bir Öneri: İdeolojik Paternalizm

Post-Kemalist paradigmada siyasal ve toplumsal demokratikleşememenin müsebbibi olarak tek parti dönemini gören düşüncenin bir noktaya kadar kendisini getirdiğini, lakin bu paradigmanın, Aytürk ve Esen’in Post-Post-Kemalizm[1] kitabında da bulunabileceği gibi “bir ortodoksinin yerine başka bir ortodoksiyi koyma” eğilimini doğurduğunu, dolayısıyla da yeni bir eleştiriye alan açtığını gördük. Peki bu eleştiri ne olacak? Aytürk, Alphan Telek ile Medyascope’taki bir yayınında[2] Post-Post-Kemalizm’in neliğine dair ihtimallerden bir tanesinin de “Neo-Kemalizm” olabileceğini ifade etmişti. Benim de bu yazıdaki sorgulamalarım aslen bu çerçeve etrafında kümelendi. 2023 seçimlerine yaklaşırken AKP hükümetleri döneminin sona ereceğine dair inanç kuvvetleniyor, bunu takiben yeni paradigma arayışları “Türkiye’de seküler milliyetçilik yükseliyor” argümanıyla birleşerek popülerleşiyor. Bu da devamında birçok soruyu beraberinde getiriyor: Peki ya sekülerliğin ve milliyetçiliğin aynı zamanda yükseliyor olması bu ikisinin ortak bir hatta sahip olduğu varsayımına bizi nasıl ulaştırıyor? Bu ikisini birlikte düşünmeye rastgele mi meylediyoruz yoksa sahiden salt bir sekülerleşme ya da milliyetçileşme yerine ikisinin birlikte yol aldığı özgün bir ideolojinin akımına mı kapılıyoruz?

AKP döneminin; Türkiye’nin siyasasında, bürokrasisinde, ekonomisinde, kültürel yapısında ve birçok diğer alanında yarattığı erozyonları saymaya başlarsak belki de onlarca makaleye sığdıramayacağız. Onun yerine yapabileceğimiz bir şey var, o da Türkiye toplumunun edincinde olan ve halihazırda envanterinde hem geçmişe hem de geleceğe dair tahayyülleri bulunan elementlerin bazılarının bu yirmi yılda yeni paradigma sorgulamalarının neresinde konumlanabileceğini tartışmak. Bu yazıyı hazırlarken Türkiye toplumunun bugünkü itirazlarını, özellikle de AKP hükümetleri döneminin, popüler bir ifadeyle, “enkazını” geleceğe bakarak tartışmayı düşündüm. Bu tartışmaları yaparken genel anlamda fikirlerimi AKP döneminde devletin çürümesine ve toplumun “bozulmasına” addedilen, ancak aslında ekseriyetle yanlış analiz edildiğini düşündüğüm aksları ele alarak yapmaya karar verdim. Yazıda savunduğum düşünce; Türkiye’deki olası bir paradigma değişikliğinin Neo-Kemalizm ya da Neo-Sekülerizm hattında değil paternalizm eleştirisi ile gerçekleşebileceğidir.

Türkiye toplumu Post-Kemalist paradigmada fanatik bir ideolojinin tutkusuyla şekillenen, ahlaken “iyi”yi Nutuk öğütleriyle biçimlendiren, dünyaya vereceği güzellikleri Kemalist söz varlığından tedarik eden bir toplum olma eleştirisine maruz kalmıştı. Ve devamında demokratik evrenselleşmenin yolunun doktrinel Kemalizmin günlük hayatı kuşatan yataylığından uzaklaşmak olduğu düşüncesi hakimdi.

Bilinir ki AKP hükümetleri döneminin genel karakteristiği diye bir şeyi konuşmak neredeyse imkansızdır. Değişken dönemler, girişilen muhtelif ittifaklar ve tüm bunların şekillendirdiği özü aynı içeriği farklı politikalar… En sonunda da 15 Temmuz Darbe Girişimi devamında inşa edilen rejimde MHP ile yapılan Türk-İslam sentezli ittifak içerisindeki bilişsel güvenlik histerisi, bekacılık ve iltisaklılık zihniyeti, uluslararası bağımsız blok lokomotifi olma takıntısı ve en sonunda da tüm bunların beslediği paternalizm hasreti ülkede siyasal ve sosyal alanı ele geçirdi. Paternalizm takdir edilir ki Türkiye toplumu için uzak bir ideoloji de değildir. Nitekim Türkiye siyasetinde giden gelen siyasetçilere; İnönü’ye, Demirel’e, Ecevit’e, Erbakan’a ve en sonunda da Erdoğan’a baktığımızda aslında üstü kapalı bir başkanlık rejiminin zihinsel olarak toplumun geniş bir bölümü tarafından içselleştirildiğini düşünmek çok da yanlış olmayacaktır. Problemli durmasın, bu demek değildir ki Türkiye toplumu başkanlık rejimine temayül etmekteydi; Türkiye toplumu sadece paternalizme eğilimliydi, ancak demokratik kaideler ve Batı’yla olan kritik ilişkiler neticesinde bu eğilim herhangi bir siyasal rejim ile biçimlendirilememişti. Erdoğan ise bu engeli aşan, başkanlık sistemini tesis eden ve Türkiye toplumunun paternalizm hasretini yapısallaştıran ilk siyasetçi oldu. Günümüze gelelim; bugün Türkiye’de başkanlık sistemine net bir itirazı görüyoruz. Hatta hükümet yanlısı gazetecilerin bile 2022 yılı içerisinde yazdıkları birçok köşe yazısında, makalede eski sistemin daha iyi olduğuna dair düşüncelerini ve yeni sistemin iktidar içinde de krizler doğurduğuna yönelik eleştirilerini gördük. Kamuoyu yoklamaları, siyasi anketler de ayrıca bize bunu gösteriyor. Şunu hatırlamamız gerektiğine inanıyorum: sahiden 16 Nisan 2017’de yapılan başkanlık referandumunda “HAYIR” ya da “EVET” oylarını veren %49 ve %51, başkanlık sisteminin siyasal yapısına olan fikirleri ile mi oylarını kullandılar, yoksa içeriğini çok da düşünmeden Erdoğan karşıtlığı ve Erdoğancılık etrafında şekillenen kutuplaşma içerisinde mi pozisyonlarını belirlediler? Zira herhangi bir diğer seçime baktığımızda; genel seçim ya da yerel seçim olsun, ülkedeki hükümet destekçisi ve muhalif ayrışması %55-%45 ölçeğinin ötesine geçmiyor. Bunun sonucu olarak da politikalar değil kimlikler yarışıyor.

2019 yerel seçimlerinde ve sonrasında oluşan iklime göre bu yarışın muhalefetten taraf hareketlendiğini görüyoruz. Bunu ise yeni bir akımın etkisinde, kentli genç nüfusun da artmasıyla, seküler çekirdekli bir milliyetçilik hâliyle tartışmaya başladık. O zaman Türkiye’de muhalefet lehine esmeye başlayan rüzgârın günümüzde hükümetin taşıdığı bayrağın renklerinden çok da farklı olmadığını söyleyebiliriz. Öyleyse milliyetçilikler arası bir çatışmanın içerisinde miyiz? Yani, “yükselen” seküler milliyetçilik ile muhafazakâr milliyetçilik arasındaki bir çarpışmaya mı odaklanıyoruz? Unutmamak gerekir ki milliyetçiliklerin çatıştığı zeminin uzlaşısı çok kolaydır. İlkeler çatışsa bile o ilkelerin çatışacağı zeminin uzlaşısı bulunur. Pekâlâ böyle olsun, yükselen seküler milliyetçilik belki de “Neo-Kemalizm” görünümü ile ideoloji pazarına çıksın, o zaman nasıl bir paradigma değişikliğinden bahsedebiliriz? Milliyetçilik ana ideoloji olarak kalıyorsa ve sadece muhafazakarlık yerine sekülerlik imajıyla kendini var ediyorsa tüm bu olanlar hakiki bir paradigma değişikliğine işaret ediyor mudur?

Bu durum bize Türkiye’nin olası bir paradigma değişikliğine ilerlemediğini, ilerliyor olacaksa da bunun muhafazakâr milliyetçilikten seküler milliyetçiliğe kayma şeklinde değil, toplum ve siyaset arasındaki ilişkinin daha geniş anlamda biçimlenmesiyle gerçekleşebileceğini gösteriyor olabilir. Çünkü güncel toplum ve siyaset ilişkisine odaklandığımızda daha farklı bir tablo görüyoruz. Türkiye’de milliyetçilik bir çatı olarak değil, ideolojik paternalizmin bir uzantısı olarak hayatta. Bu sebeple bugünlerde ‘yükselen milliyetçilik’ olarak ifade ettiğimiz şey Türkiye toplumunun geçmişten bugüne taşıdığı paternalizmin Erdoğan’daki varlığının kentlerin yeni siyasal üyelerini tatmin etmeyecek niteliğe bürünmüş olmasıdır. Bu düşüncemi destekleyecek bazı örneklerden bahsedeyim: CHP’li yerel yönetimlerin kent başkanlarına yapılan, kimi zaman oldukça da hafif tonlu olan eleştirilerin topluca o siyasetçilerin fanatikleri tarafından eleştirinin kapsamına bakılmaksızın saldırıya geçilmesine tanık oluyoruz. Bir diğer örnek de kuşkusuz 2023 seçimlerinde cumhurbaşkanlığı adaylığı için adı geçen isimlerin adaylık parametresinin sahip olunan imaj ve halkı arkalarından sürükleme yeteneğinin olması ya da olmaması. Söz konusu adayların hiçbiri için ekonomi politikası, sosyal hayata dair düşünceler ya da Türkiye’nin toplumsal kimliklerine dair kanaatler toplumun siyasal-sosyal gündemine girmiyor. Gerçi bu savunular da doğru olabilir, Türkiye’de seçim kazanmanın yolu toplumun liderci, “reis”çi eğilimlerine hitap etmekten geçiyordur. Zaten bu yazının amacı da bu düşüncelerin geçerli olmadığını değil, bilakis halen geçerli olabileceğini ve paradigmanın kendisini sürdürüyor olabileceği idi. İşte bu yüzden Türkiye’de kalıcı bir paradigma değişikliğinin, paternalist evreye yönelik getirilecek siyasal, sosyal ve iktisadi bir eleştiri ile gerçekleşebileceğini düşünüyor, Türkiye’deki Post-Kemalist paradigmanın sonrasının Post-Paternalizm ile başlayabileceğini tartışmamız gerektiğine inanıyorum.


[1] Aytürk, I., & Esen, B. (2022). Post-Post-Kemalizm. İstanbul: İletişim.

[2] Telek, A. (2022). Post-Kemalizm’in Bugünü ve Yarını – İlker Aytürk ile söyleşi: “Post-Kemalizm sona erdi, yeni bakış açılarını konuşma zamanı” – Medyascope. Retrieved 5 August 2022, from https://medyascope.tv/2021/07/17/post-kemalizmin-bugunu-ve-yarini-ilker-ayturk-ile-soylesi-post-kemalizm-sona-erdi-yeni-bakis-acilarini-konusma-zamani/

Öne çıkan görsel: Büst filmi.

Kağan Sarıkaya

Kağan Sarıkaya

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.