Üniversite öğrencileri arasında dönen bir görsel vardır, “Arkadaşlar merak etmeyin bizim okul bu sorunu öğrencilerin en fazla mağdur olacağı şekilde çözecektir. İçiniz rahat olsun.” Bu ifadenin yalnızca bir üniversite ya da bir kurum bazında değil, tüm Türkiye’yi kapsayan bir varsayımda bulunabileceğini düşünüyorum. Deprem sonrası ortaya çıkan istihdam krizi için aynı cümleyi şöyle bir değiştirelim: “Arkadaşlar merak etmeyin bizim devlet bu sorunu işçilerin en fazla mağdur olacağı şekilde çözecektir. İçiniz rahat olsun.”
Deprem sonrası alınan kararların kapsayıcı olmak bir yana neredeyse hiçbir açıklama getirmeyecek seviyede yetersiz olması da bu durumu kanıtlar nitelikteydi. Emekçilerin ailelerinden ve yakın çevrelerinden kimleri kaybettiği, evlerinin ne durumda olduğu hesaba katılmaksızın, 22 Şubat 2023 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bir sosyal destek planı açıklanıverdi:
MADDE 2: “[…] olağanüstü hal ilan edilen bölgeden […] belirlenecek il/ilçelerde bulunan işyerleri için […] işverenlerin başvurusu doğrultusunda kısa çalışma ödeneği verilir.”
MADDE 3: “Olağanüstü hal ilan edilen illerde her türlü iş veya hizmet sözleşmesi, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren olağanüstü hal süresince […] İş Kanununun 25. maddesinin birinci fıkrasının (II) numaralı bendinde ve diğer hükümlerinde yer alan ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri sebepler, belirli süreli iş veya hizmet sözleşmelerinde sürenin sona ermesi, işyerinin herhangi bir sebeple kapanması ve faaliyetinin sona ermesi, […] halleri dışında işveren tarafından feshedilemez.”
MADDE 4: “Olağanüstü hal ilan edilen illerde, […] depremin etkilerinden kaynaklı işyerinin kapanması veya kapatılması sebebiyle iş sözleşmesi feshedilen ve […] yeni bir işsizlik ödeneği hak sahibi oluşmayanlara […] İşsizlik Sigortası Fonundan günlük 133,44 Türk lirası nakdi ücret desteği verilir.”
Yukarıda alıntılanmış temel üç maddeden oluşan kararname özetle tamamı deprem bölgesini kapsayan kısaca üç çeşit tedbir sunuyor, “Kısa çalışma uygulamasına ilişkin tedbirler”, “İstihdamın korunmasına ilişkin tedbirler” ve “Nakdi ücret desteği sağlanmasına ilişkin tedbirler”. Bunlara ek olarak, İŞKUR üzerinden hazırlanan eylem planıyla birlikte olağanüstü hal kapsamındaki illerde yaşayan vatandaşların prim borçları ertelendi ve işsizlik sigortası ödemeleri erkene çekildi. Tam olarak yol haritası açıklanmayan bir programla, depremzedeler için “İstihdam Seferberliği” başlatıldığı haberleri ana akım medyada büyük manşetlerle verildi. Peki bu politikalar depremin emek gücünde açtığı yaraları sarmak için yeterli mi?
İlk bakışta günü kurtarmak adına yeterli önlemler gibi görünse de bu üç ana maddenin kırılgan gruplara dair hiçbir öngörüde bulunmadığını görüyoruz. Kırılgan kategoriler cinsiyet, cinsel kimlik, yaş, etnik köken, ırk, dil, din, sınıf, yaş, engellilik/yapabilirlik, vatandaşlık durumu, göçmenlik statüsü gibi farklı kimlikleri kapsar ve depremzedeler tüm bu kimliklerden sadece birine ait hissedebilecekleri gibi birden çok kimliği de barındırabilirler.
Deprem döneminde işsiz olanların, merdiven altı, sigortasız ve/veya kayıt dışı çalışan emek gücünün tüm bu desteklerden faydalanmasına imkan yok. Hızlıca üstüne kafa yormak gerekirse, merdiven altı üretim atölyelerinde sigortasız ve düşük ücretle çalışan kayıtsız göçmenler, hizmet sektöründe çalışan ya da özel ders veren (sigortasız) üniversite öğrencileri, sigortasız çalışan müzisyenler, kişisel bağlantıları ile günlük çalışan kadınlar ve nicesi herhangi bir istihdam desteğinden faydalanamayacak. Ek olarak, yasa dışı çalışan seks işçileri, ana dili Türkçe olmayanlar, toplumsal cinsiyet dolayısıyla toplum dışına itilenler de bu süreçten en çok yara alacak gruplar arasında.
Halbuki ilgili kararnamenin yayımlanmasından 5 gün önce, 17 Şubat’ta Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun paylaştığı “Depremin Yaralarını Sarmak ve Ülkeyi Yeniden Kurmak İçin Acil Sosyal Politika Talepleri” isimli bildiride sosyal devlet için sosyal politika önerilerinde bulunmuştu.
17 başlıktan oluşan metin, hayatını kaybedenlerin hak sahiplerine koşulsuz ölüm aylığı bağlanması, işverenlere afetzede çalıştırma yükümlülüğü getirilmesi, çalışma hayatındaki kadın depremzedelere yönelik özel önlemlerin alınması, meslekte kazanma gücünü kaybedenlerin malullük sigortası kapsamına alınması gibi öneriler içerse de ne Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ne de Cumhurbaşkanlığı bu önerileri dikkate almış gibi görünmüyor.
Depremden etkilenen tek işçi popülasyonu olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde de yaşamıyor. Bu durumda karşımıza çıkan ikinci bir unsur olarak deprem bölgesinde olmayan ama bölgesel hublara doğrudan ya da dolaylı olarak çalışan nüfusu ele almamız gerekir. Örneğin, GAP Kalkınma Ajansı verilerinden yola çıkarak, 2021 yılında, depremden etkilenen Gaziantep, Adıyaman, Kilis, Şanlıurfa ve Diyarbakır’ın bölgedeki kurumsal olmayan istihdamın %75’ini, kurumsal olan istihdamın ise %70’ini oluşturduğunu görüyoruz. Bu veriler ışığında, bu illerin bölgedeki üretimin merkezi olduğunu söyleyebiliriz. Bu hubların çevresinde yer alan ve istihdam oranına katkısı en düşük olmakla birlikte işsizlik oranı en yüksek olan Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt’in emek gücününse depremden dolaylı olarak etkileneceği oldukça açık. Bu bölgelerdeki emek gücü ve istihdam krizine yönelik bir politika ise henüz, -yine- açıklanmadı.
Son olarak, Türkiye’nin geneli açısından, depremin emek gücünde ve istihdamda nasıl bir yankı uyandıracağını hala kestiremiyoruz. Sevgili Emin Aslan Özbek’in yazmış olduğu “Depremden Sonra Emek Gücü Hâlleri: Reklamcılar ve Deprem Tanıklıkları” isimli yazıdan çıkarabileceğimiz üzere depremin ve bölgedeki yıkımın Türkiye’de farklı sektörleri etkilemeye başladığını, en başta ise işçi kıyımlarının başladığını söyleyebiliriz. Bu durumun boyutunu kestirememekle birlikte, ilerleyen zamanlarda bağımsız organizasyonların hazırlayacağı raporlarda ve akademik çalışmalarda sosyal politika eksikliğini açıkça görüyor olacağımızı düşünmek yanlış olmaz.
Tüm bu bilgiler ve yorumlar ışığında, depremin yaralarının sarılması için asıl ihtiyacın içi boş istihdam seferberliği ya da her krizde tekrarlanan “kısa çalışma ödeneği, işten çıkarma yasağı” gibi yaptırımlardan ziyade kapsayıcı, eşitlikçi ve uzun vadeli sosyal politikalar olduğunu söyleyebiliriz. Neoliberalizmin ortaya çıkardığı bölgesel eşitsizliğin sancılarını hem depremzedeler, hem depremden doğrudan etkilenmemiş ancak etkilenen illerin çeperinde yaşayanlar, hem de bu kalkınma modelinin eşitsizliğiyle yükselen refah düğümleri çekecek. (Geriye bir çeteleşmiş patronlar ağı kalıyor, nedense onlara bir türlü bir şey olmuyor tabi.) Bunun önüne geçmek içinse adil ve eşitlikçi üretim modelleri ile mekansal adaleti tesis etmemiz gerekiyor. DİSK’in hazırlamış olduğu öneriler metni başlangıç için güzel bir rehber sunsa da, muhalefeti bu sosyal politika yapımında seçime kadar aktif rol oynamaya ve bu politikaların uygulanabilirliğini dile getirmeye davet ediyorum. Yoksa çok geç kalacağız.