Pazarcık ve Elbistan depremlerinin yarattığı sosyal ve ekonomik trajedinin gündemdeki yeri, gün geçtikçe daha az hissedilir olsa da felaketin emek piyasası üzerindeki yıkıcı etkisi birikerek büyümeye devam ediyor. Depremden etkilenen bölgelerdeki küçük ve orta-küçük işletmelerin neredeyse tamamının, dolayısıyla orta-büyük ve büyük işletmeler için de tedarik zincirinin büyük bir kısmının yok olmasına neden olan felaketin etkileri ise aynı gün içinde bölgeye uzak metropollerimizden hissedilmeye başlamıştı. Bu kısa metinde, daha önce sevgili Meriç Baş ile başladığımız, “deprem sonrası istihdam krizine” dair hikaye-anlatıcılığı ve inceleme dosyamız kapsamında (Giriş ve kapsam yazımıza göz atmak için: https://areteportal.com/depremden-sonra-emek-gucu-halleri-giris/) Pazarcık ve Elbistan depremlerinin her gün biraz daha fakirleşen, asgari ücret segmentine -kimi zaman da altına- zincirlenmiş onlarca “beyaz yakalı” için sonuçları üzerine, tasarım ajansları ekseninde, reklam emekçilerinin tanıklıkları üzerinden bir analiz geliştirmeye çalışacağız.
Ön not: Bu metin içerisinde tanıklığına başvurduğumuz kimse ile kurumsal ya da profesyonel ilişkimiz bulunmamaktadır. Bu metin içerisinde başvurulan tanıklıklar, tanıkların talebi doğrultusunda kişisel bilgiler gizli tutularak kayda geçirilmiş ve yayınlanmıştır.
Depremin, bu acı felaketi uzaktan izleyen binlerce ajans çalışanı reklamcı için en şok edici kısmının şahit oldukları korkunç kurumsal ve insani felaketin yanında müşterilerinin tavırları ile bağlantılı olduğunu ifade etmek abartı olmayacaktır. Elim felaketin ilk günlerinde onlarca reklamcı, müşterilerinin “taziye paylaşımlarına” verdiği revizeler ve taziye mesajı gönderilerinin yazım sürecinde hızlı paylaşım yapmak adına takındıkları tavır hakkında hislerini başta LinkedIn ve Twitter olmak çeşitli platformlarda paylaşmıştı. Öyle ki bir art director depremin olduğunu günün sabahını şöyle anlatıyor:
“Sabah uyandığımda, telefonumda on yedi cevapsız çağrı vardı. Hepsini teker teker arayıp deprem bölgesindeki arkadaşlarımızdan birisine ulaşamadığımızı, bekledikleri hızda paylaşım yapamayacağımızı söyledim. Bazı firmalarımızdan iletişim yöneticileri, bu durumun ‘önemli olmadığını’ ifade ettiler. Hayatın ve çalışmanın devam etmesi gerekiyormuş. Hatta bir müşterimiz, bana bir iş arkadaşımı kaybetmem üzerine, ‘bir kahve içip kendime gelmemi, bu postu ne olursa olsun bir saat içinde beklediğini’ iletti.”
Bu ne yazık ki çok sayıda bize ulaşan ifadeden ve sosyal medyada karşılaştığımız postlardan gördüğümüz kadarıyla muhtelif bir olay olmadığını bildiğimiz bu tavır, reklamcıların takip eden günlerde karşılaşacağı krizin sadece küçük bir kısmını oluşturuyordu. Bağımsız ulusal ve uluslararası kuruluşlar daha depremin üzerinden 24 saat geçmeden ekonomik sonuçların 30 milyar doları aşacağını kaydetmişti. Bu çoğu firma için küçülme ve reklam/materyal için daha kısıtlı bütçeler demekti. Öyle ki felaketi takip eden günlerde, markaların bir kısmının paylaşım yapılmayan günler için geri ödeme dahi talep ettiğini biliyoruz. Başka bir ajanstan bir sosyal medya uzmanı şöyle aktarıyor:
“Çoğu marka sosyal medya ve reklam operasyonlarının durdurulmasını talep etti. Bu talepleri uygulamamızı takiben, ay sonu değerlendirme ve teklif gözden geçirme toplantılarında bazı markaların bütçelerimizde ciddi düşüşler talep ettiğini öğrendim. Bu çoğumuz için beklenmeyen bir şey değildi ancak bazı firmalar geriye dönük ödeme de talep etti.”
LinkedIn’de ufak bir gezintiye çıktığımızda, geriye dönük ödeme talep eden firmaların sayısının sayılı muhtelif örnekler ile sınırlı olmadığını görmemiz gayet mümkündür. Bunun meşru, etik veya hukuki olup olmadığına dair tartışmayı bir kenara bırakarak bütçe kısıtlamalarının sonuçlarına doğru ilerleyebiliriz. Nitekim, deprem sonrasında piyasadaki nakit akışının sekteye uğraması sonucunda birçok büyük şirket ve grup küçülme kararı almıştı. Tabloyu daha da kötüleştiren bir husus daha var, birçok büyük grup şirketi ekonomik krizin etkisiyle zaten küçülmeyi gündeme almıştı. Bu doğrultuda zaten uzun zamandır çalışma şartları dramatik bir şekilde kötüleşmeye devam eden reklamcıların çoğunun işinden olacağını beklemek zor değildi. Neticede, özellikle kurumsal yapısı ya da müşteri dinamikleri oturmamış ajansların çoğu iş modelleri gereği müşterilerine bağımlıdır. Bu bağımlılık çoğu zaman ödemelerdeki gecikmeleri dahi kaldıramıyor:
“Yöneticim odasına çağırıp deprem yüzünden çoğu müşteriden ödeme alamadıklarını, çok üzülerek bu ay maaş ödemelerinde bir gecikme olacağını söyledi. Ben boş boş bakınca da ‘Çok tepki göstereceksen hemen istifa et.’ dedi, bir istifa dilekçesini ben gelmeden hazırlamış, bir tek imza kısmı boştu. Ben istifa etmedim ama ajansın yarısını işten çıkardılar.”
Bu depremin üzerinden daha bir ay geçmeden yaşanmış olan tabloydu, peki bir iyileşme emaresi ufukta mı? Peşi sıra gelen yeni işten çıkarma haberlerine bakacak olursak cevap hayır. Özellikle, depremden etkilenen bölgelere hizmet veren ajanslar için durum daha vahim:
“Müşterilerimizden bazıları yok oldu. İşletmesi yıkılan, ağır hasar gören ya da çalışanlarının ciddi kısmını kaybeden birçok müşterimiz var. Değil işleri sürdürmek geriye dönük alacakları tahsil etmek dahi imkan dahilinde değil. Bu işin sonuna geldik anlaşılan.”
Reklamcılık sektörü uzun zamandır, süregelen sorunlar ve “çökmekte olan bir sektör” tartışmasıyla birçok emekçisinin çıkış yol aradığı ya da çoktan umudunu kestiği bir iş koluydu. Gelinen noktada, muhasebe şirketleri, yazılım/bilişim hizmeti veren firmalar, özel eğitim kurumları ve klinikler gibi reklam ajansları da dar bir açmazda. Ülkenin her yerinde, rutin hale gelen işten çıkarmalar büyük grup şirketlerin kendi kreatif hizmetlerini, kendi bünyelerinden almaya başlamasıyla ortaya çıkan sektörel krizin şahit olduğumuz son ve en kötü halkalarından birisi.