Yok Olmamaya Direnen Kent: Antakya

Dünya’ya Düşen Adam’ı daha geçen hafta bitirdim. Bilimkurgu klâsikleri arasında yer alan bu romana dair düşüncelerimi belki bir başka yazıda değerli okuyucularımızla paylaşabilirim. Ancak romanda geçen bir diyalog ile yazıya başlamak istiyorum:

“…. Bryce: Kendi yıkım şeklini seçme hakkı yok mu insanlığın?

Newton: İnsanlığın böyle bir hakkı olduğuna gerçekten inanıyor musunuz?

Bryce: Evet. Hayır. Bilemiyorum.  İnsanın yazgısı diye bir şey var mı? İnsanın kendini yaratma hakkı, kendi yaşamını yaşama ve bunun sonuçlarına katlanma hakkı…”[1]

Fotoğraf-1: Dünya’ya Düşen Adam.

Kaynak:https://www.dr.com.tr/Kitap/Dunyaya-Dusen-Adam-Bilimkurgu-Klasikleri/Edebiyat/Roman/Bilim-Kurgu/urunno=0001867649001 (Erişim Tarihi: 13/08/2023).

Bu diyaloğu Antakya’dan dönerken okumuştum. Antakya, bir zamanlar Doğu’nun Kraliçesi diye anılan , mutfağıyla tüm ülkenin övgülerine mazhar olmuş, yurttaşlarımızın çoğunun anlayamayacağı biçimde kültürel farklılığın hayat verdiği memleketim… Çocukluğum aynası, gençliğimin kalesi, ailemin kökleri, bir arada yaşamanın ne demek olduğunu anlatan öğretmenim, kendimi ait hissettiğim tek toprak parçası, binlerce yıldır süren acılara, kıyamlara ve tahammülsüzlüğe direnmeyi öğreten rehberim… Günün birinde memleketimi bu şekilde yad edeceğimi hiç  düşünmezdim. Antakya ve Defne, depremde zarar gören birçok bölgenin aksine, yararlarını sarmaya çalışmıyor. İskenderun ve Arsuz gibi depremden etkilenen diğer ilçelerde, insanların yaşadıkları muhitlere tutunmasına yardımcı olabilecek bir kentsel altyapı hâlâ var. Ancak Antakya söz konusu olduğu vakit sizlere rahatlıkla söyleyebileceğim şıdır: Antakya, yok olmamaya direniyor. Yaralarını sarabilmek ile yok olmamak için direnmek arasında büyük bir nitelik farkı var.  İnsanın kendini yaratma hakkı var mı? Antakyalılar, yeniden bir ve bütün olabilmek için kendi memleketlerini geri istiyorlar. Birçok yörenin aksine, bizim memleketimizde insanı sadece ailesi şekillendirmez. Antakya ve aile, kişi için aynı derecede önemlidir. Biz aslında memleketimiz için ağıt yakarak, memleketimizin sorunlarını her yerde dile getirerek, Antakya’yı ve Antakyalıları farklı kılan tüm hususları gözler önüne sererek kendimizi yeniden yaratmak istiyoruz.

İskenderun’u gördüğüm andan itibaren beni nasıl bir manzaranın beklediğini az ya da çok tahmin edebiliyordum. İskenderun da depremden en çok etkilenen yerleşim birimleri arasındaydı. İskenderun’da hasarlı bazı yapılar gözüme çarpmaya başlamıştı. Her şeye karşın İskenderun depreme bir nebze de olsa direnmeyi başarmış. Zaman içerisinde sakinlerinin geri döneceğini ümit etmekten başka bir şey gelmiyor elden. Umarım İskenderun’da depremin yaraları sarılırken alınacak tedbirler, kent sakinlerinin alışkanlıkları ve şehrin kültürel dokusu çerçevesinde saptanabilir. Çünkü bir kentin tarihi dokusunu ve kültürel arka planını görmezden gelerek atılacak her bir adım, sizin yeni bir “kent” inşa edeceğiniz anlamına gelmektedir. İskenderun’u bilmiyorum ama korkarım Antakya için tasarlanan gelecek tahayyülü bu yönde olacakmış gibi görünüyor. En büyük korkum, yok olmamaya direnen memleketimin tamamen imha edilmesi, sakinlerini mülksüzleştirilmesi, çok kültürlü o eski Antakya’nın izlerinin silinmesi, depremi “rahmet” olarak değerlendiren biçare yurttaşların hayalindeki “tek dinli ve mezhepli” yeni bir yerleşim yeri kurmalarıdır. İşte o zaman gerçekten hem Antakya’nın hem de Antakyalıların tabutuna son çivi çakılacak demektir.

Fotoğraf-2: Antakya’daki araba mezarlığı

Kaynak: https://www.ensonhaber.com/gundem/hatayda-depremin-ardindan-enkaz-altinda-kalan-araclar-toplanmaya-devam-ediyor (Erişim Tarihi:13/08/2023).

Antakya’ya girerken sizi karşılayan ilk manzara, deprem esnasında kullanılamayacak hale gelmiş otomobillerin toplandığı bir hurdalık. Başka bir deyişle araba mezarlığı. Doğa artık Antakya’dan ve Antakyalılar’dan nasıl intikam almak istediyse araçlarımızın bile kendilerine ait bir mezarlığı var. Bu araba mezarlığının içerisinde kaç araç olduğunu hesaplayabilmek neredeyse imkânsız. Emin olduğum bir gerçek var ki bu hurdalık, binlerce aracın çekildiği bir mezarlık haline gelmiş.  Yukarıda gördüğünüz fotoğraf, beş ay önce çekilmiş. Antakya’da hâlâ enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Yaklaşık altı ay boyunca bu noktaya getirilen araç sayısı tahminimce beş haneli sayılara ulaşmış olsa gerek. Bu araçların sahiplerinin aynı enkaz altında kaç saat kaldıklarını, neler yaşadıklarını veya hissettiklerini, belki de hangi koşullar altında bu diyardan göçtüklerini düşünmek bile istemiyorum. Antakya’da zarar görmüş araçların toplandığı üç farklı bölge var. Tahayyül edebiliyor musunuz? En kalabalık hurdalık ise Derince bölgesinde. Yukarıda gördüğünüz fotoğrafta Derince’deki araç hurdalığına ait zaten. Sadece nisan ayında Derince’deki araç sayısı altı bini aşmıştı.

Fotoğraf-3: Getrude Bell tarafından çekilmiş bir fotoğraf. Antakya, Çarşı, 1905.

Kaynak: https://m.bianet.org/biamag/yasam/191031-col-kralicesi-nin-yuz-yillik-turkiye-fotograflari (Erişim Tarihi: 14/08/2023).

Antakya’da ilerlemeye devam ettikçe konteyner kentler, aşevleri, çadırlar, su dağıtım alanları dikkatinizi çekiyor. Aynı zamanda bazı binaların ayakta durduğunu görüyorsunuz.  Hemşerilerim arasında özellikle ayakta kalan binalara dair yaygın bir kanaat mevcut. Mazhar Amca şöyle demişti içinden sağ çıkabildiği bina için “Mahallenin halini görüyorsun. Biz bu binada 44 senedir yaşıyoruz. Yaşadığımız ev görevini tamamladı ve biz sağ salim çıkabildik. Daha fazlasını beklemek hata olurdu.” Türkiye’de emekçi olmak ve alnının teriyle para kazanabilmek, aslında yaşamının ilerleyen yıllarında başını sokabileceğin bir çatı bulabilmek anlamına geliyor. Mazhar Amca’nın yaşadığı apartman, aynı zamanda ananemin de yaşadığı bina. Kolonlara baktığınız zaman gerçek gün gibi meydanda. Bu binada bir daha kimse oturamaz. Bina, eninde sonunda yıkılacak. Mazhar Amca, binanın diğer sakinlerine göre daha şanslı bir bireydi. Köyde başını sokabilecek bir evi daha vardı. Benim 76 yaşımdaki ananem bundan sonraki tüm hayatı boyunca çocuklarından birinin yanında yaşamaya mahkûm olabilir. Yıllardır bilinçli bir şekilde yürütülen servet transferinin ardından, benim ananem eline geçen 7500 lirayla nasıl geçinebilir veya nerede kiraya çıkabilir? Devlet tarafından inşa edilecek evlerin maliyetlerine depremzedeler de ortak edildi. Devlet tarafından inşa edilen konutların maliyetinin %40’ını depremzedeler ödeyecek. Söz konusu ödemeler yirmi yıl boyunca devam edecek. Düşünün ki ömrünüzün son yıllarında altında kalkamayacağınız bir borcu üstlenmek zorunda bırakılıyorsunuz. Hayatının son dönemecine girmiş bir kadın için çocuklarının yanında yaşamanın ne önemi var diyebilirsiniz. Hepimiz zamanı gelince kendimize ait bir odanın, evin, yerin ya da mekânın varlığına ihtiyaç duymuyor muyuz? Yaşı ya da depremden etkilenmesi bu duruma bir istisna teşkil eder mi? Bir kadın, çocuklarından, torunlarından ya da kardeşlerinden bıkamaz mı ya da yeri geldiğinde eşinden geriye kalan tozlu resimlere bakarak yalnız ağlamak isteyemez mi?

Fotoğraf-4: Defne’nin Armutlu Mahallesi. Belki de Armutlu’dan geriye kalanlar demek daha doğru olur.

Cevdet Yılmaz, Nurdağı ve İslâhiye ilçelerini ziyaret ederken “Çadırda vatandaşımız kalmadı” demişti. Kendisinin dediği durum, Gaziantep’in ilçeleri için geçerli olabilir. Ama Antakya’da hâlâ çadırda yaşayan çok sayıda yurttaşımız var. Yukarıdaki fotoğrafta, sokak lambalarının hemen altında gördüğünüz bölgede, hem çadırlar hem de birkaç konteyner bir arada bulunuyordu. Ben bu durumun açıkçası yakın zamanda düzeleceğine ihtimal vermiyorum. Antakya gibi neredeyse depremde %70’i yıkılmış bir kentte ise böyle bir ihtimal söz konusu bile değil. Antakya’da kalmayı tercih eden veya başka kentlerde yaşayamayan kuzenlerim, şu anda Serinyol’daki konteyner evlerde yaşamlarını sürdürmeye devam ediyor. Bir insan, depremden sonra yanmış, yıkılmış ve tükenmiş bir kentte neden yaşamını idame ettirmek ister? Çünkü Antakyalılar kendi kentlerine öyle bir aşk ile bağlılar ki teneffüs ettikleri hava, içtikleri su, tükettikleri kahve, kullandıkları zeytinyağı, kendi elleriyle yaptıkları çökelek peyniri bile Antakyalılar için özeldir. “Bir sade kahve istiyorum. Süvaride olsun lütfen.” cümlesi memleket sathında sadece Antakya’da kendi anlamını bulabilir.  Yani Antakya’nın havası, suyu, damağımızda bıraktığı tat, bize hissettirdikleri farklıydı arkadaşlar. Bir diğer sebebi ise insanlar artık “depremzede” olarak mimlenmekten bıkmış vaziyetteler. Türkiye’nin hangi kentine giderseniz gidin özellikle Antakyalı bir depremzede olduğunuzu söylediğiniz anda, insanların yüzünde beliren bir nefretin hedefi haline geliyorsunuz.  Kim ister böyle bir nefretin ortasında yeni yaşam kurabilmeyi? Hiç kendinizi Antakyalı bir depremzedenin yerine koyup empati kurmayı denediniz mi? Ben kuzenimden, henüz on yaşına basmamış oğlunu, kendi imkanlarıyla nasıl enkazın altından çıkardığını dinledim. Aynı aile apartmanını paylaşan bir ablanın enkaz altında feryat eden küçük kardeşini kurtaramayışını işittim. Ben, “Ama bu kent nasıl bir mozaik böyle… Hep onun şiirsel tarafı üzerinde duruyoruz. Hayır orada her dinden her mezhepten, öyle bir karışık homojen ki… Hayır ak insanının görevi orayı tamamen Kur’an, İslam ve Muhammed Aleyhisselam çapında İslamize etmekle görevlidir. Allah’tan görevdir bu.“[2] ifadesinin bu memlekette nasıl yankılandığına şahit oldum.

Yazın bu sıcak günlerinde sokakta yaşayan hayvanlar için su bırakan duyarlı tüm yurttaşlara teşekkür ederim. Peki aynı duyarlılığı Antakya’da yakıcı güneşin altında saatlerce su bekleyen, çadırlarda yaşamak zorunda kalan, etrafta market bile bulamayan yurttaşlarınıza da gösteriyor musunuz? Kamu kurumlarından ya da yerel yönetimlerden ümidimizi keseli çok oldu. Zaten her türlü cenah tarafından sürekli aşağılanan ve bir nefret objesi haline getirilen Antakyalılar, sadece kendi hemşerilerinden medet umar hale geldiler. Şehre ait sorunlar sadece su ile de sınırlı değil. Yaşadığımız ızdırabın, biriktirdiğimiz dertlerin ve çektiğimiz çilenin haddi hesabı yok. Antakya’yı inatla terk etmek istemeyen bir nüfusa iki seçenek sunuluyor sadece: ölmek ya da şehri terk etmek. Biraz olsun ferahlamak istediğimiz günlerde duş alabilmek, gündelik hayatımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Çoğumuz için duş almak ne bir sınıf imtiyazıdır ne de gündelik hayatımızda lüks olarak adlandırılabilecek bir eylemdir. Ancak göğün cehennem gibi yandığı bu günlerde, Antakya’da çadırda yaşayan insanlar duş alamıyor. Daha doğrusu bunun hayalini bile kuramıyorlar.

Fotoğraf-5: 13 Ağustos 2023 itibariyle hava sıcaklığının 45 dereceyi bulduğu bir günde su sırasında bekleyen Antakyalılar.[3]

Jean-Louis Fournier’in Dul isimli kitabında, kaybedilen sevgilinin ardından tutulan yasın ne kadar derin olabileceğini gösteren bir bölüm vardır:

“Artık, çantan hep orada ama sen yoksun. Garcia Marquez yazmıştı: “Sevdiğimiz insanlar bütün eşyalarıyla birlikte ölmeli.” Her Antakyalı, neredeyse kendi memleketine ucu bucağı olmayan bir sevgiyle bağlıdır. Eğer Antakya’yı karşı konulmaz bir son bekliyorsa, Antakya bizleri de yanında götürerek tarihin tozlu sayfalarına karışacaktır. Çünkü Antakya’yı Antakya yapan, anılarımız, kahkahalarımız, gözyaşlarımız, feryatlarımız, tarihimiz ve kültürümüz ile “bizler” idik. Eğer tarihi köklerinden ve kadim kültüründen arındırılmış bir şehir kurulacaksa, lütfen bizi de Antakya ile birlikte gömün. Çünkü o andan itibaren Antakyalıların kimliğini, kültürünü, ortak hafızalarını ve beğenilerini şekillendiren bir sevdayı bizim ellerimizden almış oluyorsunuz. Çünkü Antakya söz konusu olduğu zaman, müthiş bir teslimiyet içerisinde, kentimizin kaderini paylaşmak isteyen çok sayıda kişi var. Son olarak Antakya’daki enkaz kaldırma çalışmaları, bölgenin ekolojik dengesini ilerleyen yıllarda alt üst edecek gibi görünüyor. Çok sayıdaki yıkılmış binanın temizlenmesi için yeterince araç yok. İnsanlara haber vermeden, dinamitle bina patlatacak kadar fütursuz kimseler var. Evet yanlış okumadınız. Dinamitle binalar patlatılıyor ve çevredeki insanları uyarmaya yönelik hiçbir şey yapılmıyor. Gerçi artık Antakya’da insan kalmadığı için de uyarı yapılmıyor olabilir. Zeytinlikler, tarım arazileri, akarsular, göletler ve kuş cennetleri ise molozların ayrıştırıldığı alanlar haline gelmiş. Zeytinliklerini korumak isteyen köylüler, durumu göz yaşları içerisinde kolluk kuvvetlerine anlatmaya çalışmış. Elbette ne dinleyen var ne de hâlden anlayan. Mülksüzleştirme, ekolojik yıkım ve Antakya’nın kimliğini dönüştürme umarım kentimizi bekleyen kaçınılmaz kaderin bir parçası değildir. Ünlü kâhin Nostradamus, Armageddon’un Amik Ovası’nda zuhur edeceğini iddia etmiştir. Ancak şu an Antakya’da yaşama tutunmaya çalışan hemşerilerim zaten kendi kişisel kıyametlerini yaşadılar. Bilgileri ve tanıdıkları dünyanın sonu gelmesin diye hâlâ mücadele ediyorlar.

Umarım Antakya’nın sonu ne Nostradamus’un kehanetlerine gibi ne de Tevrat’ta bulunan ön görülere göre şekillenir. Kentin durumunu detaylı bir şekilde tasvir etmemin iki sebebi bulunuyor: Antakyalıları yargılamayın, anlamaya çalışın. Birinci sebebim buydu. İkincisi ise arkadaşlar bizim ülkemiz dünyadaki en aktif tektonik plakaların üzerinde yer alıyor. Deprem ülkesiyiz. Önünde sonunda başka şehirlerde de bu felaket yaşanacak. İstanbul’da böylesine bir deprem yaşansaydı, aradan geçen aylara rağmen yurttaşların çoğu tepkisiz kalmaya devam eder miydi? Ama Antakya’da yaşananlara hemen herkes gözünü kapamış vaziyette. Gerçi memleket yangın yerine dönmüş. Normalde şaşırmamız gereken onlarca haberi bir günde izliyoruz/dinliyoruz. Gündelik hayatımız devam ediyor. Altı ay önceki bir felaketi anımsayıp tüm yurttaşların yas tutmasını beklemiyorum. Antakyalıların havsalasından silinmeyecek bir olaylar silsilesini, bizim gibi, her gün yaşamanızı da bekleyemem. Lakin hem bireysel hem de kurumsal anlamda tedbir alınmasını gerektiren bir afet yaşadık. Tedbirli olmak ve yaşanabilecekleri ön görmek her kurum, yetkili, sivil toplum örgütü ya da yurttaş için bir zorunluluk haline geldi. Velhasıl depremden sonra Antakya’da yaşanan koordinasyonsuzluk, ihmaller silsilesi, ötekileştirme, aşağılama, mülksüzleştirme vb. başka kentlerde de yaşanmayacağını mı düşünüyorsunuz? Bu nedenle, özür dileyerek belirtmek istiyorum ki şimdiye kadar çoğu yurttaşımız için “Hatay, şahsi bir mesele” değildi. Ama Antakyalılar için “Antakya” her zaman şahsi meseleleri olmaya devam edecek. Ben bu ülkenin bir yurttaşı olarak, benzer bir acı ve boş vermişlik hiçbir kentimizde bir daha yaşanmasın istemiyorum.

Antakyalı kâhin Libanius’a göre: ‘Dünyayı cehenneme dönüştürmek isteyen Deccal zuhur edecek ama Amik Ovasında yok edilecektir.”[4]  Birçok Antakyalı, kendi Deccallerini yok edebilmek için memleketlerinde kalıp direnmek istiyor. Çünkü Antakya var olduğu müddetçe daha aydınlık günlere kavuşma ümidi içimizi ısıtmaya devam edecek. Kaderimizi göğüsleyebilecek o kudreti kendimizde bulacağız. Daha önceki depremler yüzünden yedi kez yıkıldı ve tekrar ayağa kalktı bu kent. Antakya’yı ayağa kaldıran asıl manevi güç, kent sakinlerinin şehirlerine duydukları sevgiydi. İnanın neredeyse 2300 yıldır Antakyalılar kentlerini aynı aşk ile sevmeye devam etti. Bu tutku ve kentin hatırasını yaşatabilmek adına içimizde yanan heyecan yeniden ile aydınlatacağız Kurtuluş Caddesi’ni. Yahya Kemal’in “Nice sevdâlılarla sevgililer / Aşkı yollarda böyle beklediler” dizelerinde de belirttiği gibi biz de yollarda birer aşık gibi bekliyoruz Antakya’yı.

Fotoğraf-6: Bu ziyaretgâhın önü, tamamen binalarla kaplıydı. Ancak önündeki binaların neredeyse tamamı yıkılmış. Bu fotoğrafı ana caddeden çektim. Eskiden namümkündü yakınlaşmadan fotoğrafını çekebilmek. Ziyaretgâh, mahzun bir şekilde ziyaretçilerini bekliyor. Ziyaretgâh, Antakya  ne zaman ayağa kalkacağını ve kent sakinlerinin ne zamanda bahçesinde bahurlar tüttüreceğini merak ediyor.


[1] Walter Trevis, Dünya’ya Düşen Adam, Mehmet Ali Ağaoğulları (çev.), 4. Baskı, İstanbul, 2022, s. 155.

[2] Evrensel, “Hatay’da konuşan AKP’li: “Deprem rahmet, Antakya artık tümüyle ak olsun…”, 16 Nisan 2023, https://www.evrensel.net/haber/487639/hatayda-konusan-akpli-deprem-rahmet-antakya-artik-tumuyle-ak-olsun.

[3] https://twitter.com/siyahkartus/status/1690650693793705984?s=20

[4] Mehmet Yuva, Habibati (Sevgilim) Antakya, Aydınlık, 15 Şubat 2023, https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/habibati-sevgilim-antakya-368006 (Erişim Tarihi: 14/08/2023).

Gizem Magemizoğlu

Gizem Magemizoğlu

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.