Verili Bir Hayalin Peşinden Gidenler ve Kendi Hayalini Kuranlar

arete bu ay bir yaşına bastı. Geçtiğimiz bir sene içinde başta sınıfsal eşitsizlikler olmak üzere doğal çevremizle kurduğumuz ilişkiler, mülkiyet ilişkileri, kadınlar ve dezavantajlı etnik gruplar olarak bedensel hiyerarşideki yerimiz, yoksulluğumuz, neoliberal çağda sosyal devlet alanındaki yapısal dönüşümler ile riskler karşısındaki yalnız bırakılmışlığımız ve politik failliğimiz üzerine yazılar yazdım. Bu yazıyı arete’de geçirdiğim bu bir seneye düşülecek bir dipnot olarak görüyorum, çünkü önceki yazdığım her yazı bir yerde bu yazının içeriği ile ilgiliydi. Yazıda kapitalizmin bir sonucu olarak faşizme karşı geliştirdiğimiz iki dirençten, iki tür hayalden bahsedeceğim. Sonuç kısmında ise üçüncü bir seçeneğe işaret edeceğim.

Esneklik, istihdam edilebilirlik, serbestlik, özgürlük gibi vaatlerle şirinleştirilmeye çalışılsa da neoliberal kapitalizmin yaşayan ve hatta canlı olmayan her bir varlık üzerindeki yıkıcılığının kümülatif etkilerini bir bir görüyoruz. Ekonomik ve bedensel eşitsizlik açlığı ve yoksulluğu büyütüyor. Sadece 2019-2022 arasında 150 milyon insan daha açlıkla pençeleşmeye başladı ve her gün 700 çocuk temiz su bulamadığı için ölüyor.[1] Halbuki dünyadaki gıda kaynakları insanların ihtiyacı olduğundan çok daha fazla. Gıda üretimi gereğinden o kadar fazla boyutta ki bu durum iklim kriziyle beraber doğal çevremizi de derinden etkiliyor. 1970’lerden beri yaban hayattaki türlerin geneli %69 olmak üzere sadece tatlı su canlılarının sayısı %83 azaldı.[2] Her yaz bir öncekinden daha sıcak, daha susuz geçiyor, iklim krizi ve savaş kaynaklı göçler artıyor, sınıfsal eşitsizlik derinleşiyor, ulus devletler artık bu sonuçlarla başa çıkamıyor.

1920’lerle birlikte kapitalist sistem dünya genelinde bir krize girdiğinde Polanyi “19. yüzyıl uygarlığı çöktü” yorumunu yapmıştı.[3] Aslında çökmediğini, sadece farklı varyasyonlara geçtiğini zaman içinde görmüş olduk; fakat kitabın tamamındaki birçok tespitin hala geçerli olması gibi, bu yıkıcı sisteme karşılık üretilen direniş biçimlerinin de günümüzde hala geçerli olduğunu görüyoruz. Polanyi bunlardan birini sosyalizm, diğerini de faşizm olarak işaret etmişti. Sosyalizm kapitalist düzeni temelden değiştirme amacını taşırken buna karşılık faşizm, toplumu bir “tek millet” hayali etrafında birleşmeye çağırıyordu. Günümüzde sosyalizme inanç büyük oranda yitirilmiş durumda, daha ziyade SSCB’nin çökmesini takip eden süreçte yeniden popülerleşen sosyal politikalarla neoliberal felaketin semptomları giderilmeye çalışılıyor. Faşizme gelince, o yükselişte.

Faşist hareketlerin ve popülizmin bugün dünya genelindeki yükselişi baş edilmesi artık iyice güçleşmiş olan neoliberal lanetin bir ürünü olarak açıklanabilir. Yoksulluğun ve sefaletin arttığı yerlerde muhafazakarlaşmanın ve faşist eğilimlerin de arttığı gözlemlenir. Popülist liderler size bir hayal verir: Örneğin dünyaya kafa tutan büyük ve güçlü bir Türkiye hayali. Hiçbir şeyi olmayan, güzel bir gelecek düşü kurmakta zorlanan kitlelere bu hayal çok tatlı gelebilir ve yüksek enflasyona, yoksullaşmaya, evsizleşmeye rağmen sizi özgürlüklerinizden ve refahınızdan vazgeçip bu hayalin peşinde, devletler tarafından icat edilmiş güvenlik kaygıları odaklı tercihler yapmaya itebilir. Fakat bu verili hayal, her ne kadar kulağa birlik beraberlik tonlarını çağrıştırsa da toplumu birbirine kenetlemeyen, tersine, yoğun bir toplumsal kutuplaşmanın birlikteliğinde sunulan; insan ve insan olmayan her canlı üzerinde karar verme yetkisini de devlete ve hükümete devreden bir hayal. Dolayısıyla da tamamen hayal olarak kalmaya mahkum.

Bu hayale en başından beri tutunamamış, toplumsallığın siyasi kutuplaşma ile çözünmesinden nasibini almış başka kesimler ise bireysel başka kurtuluş yollarının peşinden gidiyorlar. Bunların en başında eğitimli kesimin Avrupa’ya göçmesi geliyor. Bu çözüm herkes için sonuç vermiyor elbette birçok insan memleketinden tam anlamıyla kopamadığı için. Yine de Avrupa’da sıfırdan bir hayat kurmayı başarabilmiş olanlar için belki de görece ekonomik refaha ulaşabildikleri söylenebilir. İkincisi ise memurların borsa ve kripto para piyasalarına artan ilgisi, kısa yoldan zengin olma hayalleri ile bireysel kurtuluşunu gerçekleştirmek. Türkiye geçtiğimiz yıl kripto para işleminin en çok yapıldığı ikinci ülke olmuştu. NTV’nin haberine[4] göre

“Kripto ekosisteminin en büyük para birimi Bitcoin bile, Kasım 2021’deki 69 bin dolarlık rekor değerinin yarısını kaybetti. Yayımlanan güncel bir rapor, tüm değer kayıplarına rağmen Türkiye’de kripto para birimlerine ilginin azalmadığını gösterdi. Küresel araştırma şirketi Morning Consult tarafından hazırlanan araştırma raporda Türkiye, ayda bir kez kripto ticareti yapan yetişkinlerin oranı açısından dünya çapında ikinci sırada yer aldı. %54’lük oranla Nijerya’nın bir adım gerisinde konumlanan Türkiye’yi Tayland, Pakistan, Vietnam, Birleşik Arap Emirlikleri ve Arjantin gibi ülkeler izledi.”

Kripto piyasasının canlılığını yitirmesine ve dünyanın hızla yükselip parmakla işaret edilmeye başlanan zenginlerinin çoğunun aslında zaten avantajlı kesimlerden geldikleri gerçeklerine rağmen, kurumlara olan güvensizlik ile iş sahalarındaki güvencesizlik insanların bir çeşit “Amerikan rüyasına” ve kumara olan eğilimini arttırıyor.[5] Resmi kurumlar aracılığıyla sosyo-ekonomik refaha ulaşmak gittikçe zorlaşıyor, çünkü çözülen sosyal devlet bakım ve dayanışma sorumluluğunu gittikçe daha fazla cemaat, tarikat ve aile ilişkilerinin omzuna bırakıyor; bireyleri bu tür resmi olmayan ilişkilere ve desteğe mecbur bırakıyor. Haliyle bahis ve borsa yoluyla sosyo-ekonomik bir refaha ulaşma hayalleri bu bağlamda iyice imkansıza yakın kalıyor.

Polanyi’ye göre aslında her şeye rağmen umut var. Bu umut ne verili bir hayale dayanıyor ne de insanları bireyselleşmeye, kendi bireysel hayallerini kurmaya teşvik ediyor. Kapitalizmin ve faşizmin yıkıcılığına karşı gösterebileceğimiz en büyük direnç, doğrultabileceğimiz en etkili silah, bizim toplumsallığımız, bir araya gelişimiz, örgütlenişimiz ve insan onuruna yakışır hayatlar için birlikte vereceğimiz mücadele azmi. Burada klişe bir birlik beraberlik anlatısından bahsetmiyorum. Tersine, insanın doğalında olan bir şeyden bahsediyorum. Çünkü Polanyi’nin dediği gibi, serbest piyasa ve metalaşma ne kadar insan doğasına aykırı ise insanın kendini bunlara karşı koruma azmi ve mücadelesi de o kadar doğaldır. Yine Polanyi’nin sözleriyle sonlandıracak olursak:

“Piyasa sürekli genişliyor, ama bu hareket aynı zamanda genişlemeyi belirli yönlerde kısıtlayan bir karşıt hareketle karşılanıyordu. Bu karşıt hareket, toplumun korunması açısından hayati bir önem taşımakla birlikte, son tahlilde piyasanın kendi kurallarına göre işleyişiyle, dolayısıyla piyasa sisteminin kendisiyle çelişiyordu…”[6]


[1] https://www.actionagainsthunger.org/the-hunger-crisis/world-hunger-facts/

[2] https://www.worldwildlife.org/pages/living-planet-report-2022

[3] Polanyi, K. (2000). Büyük Dönüşüm. İstanbul: İletişim.

[4] https://www.ntv.com.tr/teknoloji/turkiye-kripto-paralari-en-cok-kullanan-ikinci-ulke,hWmBaRyl8UadrqLmralhlA

[5] https://aposto.com/i/calismadan-yasamak

[6] Çeviren: Ayşe Buğra, s. 191.

Şeyma Dursunoğlu

Şeyma Dursunoğlu

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.