Veli Despotizmi ve Yetişkin Hayatını Korumak

Türkiye’nin sosyal rejiminin “veli despotizmi” diye adlandırılmaya lâyık bir hâl aldığına birkaç sene evvel biraz vakit öldürmek için gittiğim pastanede birkaç masa sağımda oturan ve çocukları aynı sınıfa giden bir anneler topluluğunun sohbetine kulak misafirliği etmek mecburiyetinde kaldığımda kanaat getirmiştim. Bu anneler çocuklarına öğretmenlik yapan kişinin pedagojik yetersizliklerinden bahsediyor, bu durumu düzeltmek adına okul yönetimine yapabilecekleri baskıları hesaplıyor ve kantincinin yola getirilmesi için hazırladıkları muhtelif planları istişare ediyorlardı. İlgili öğretmenin kusurlarından başlıcasının “sınıf Whatsapp grubuna yolladıkları mesajlara zamanında dönmemesi” olduğunu işitmemiş olsam ilkokul çağındaki çocuklarının uyduruk derslerini haddinden fazla umursama belasına müptela olmuş bir grup genç anne oldukları hükmüne ulaşıp konuyu kapatırdım. Ancak bu veliler bazı pedagojik heresilerden fazlasıyla etkilenmiş böylesi masum bir sapkınlar topluluğundan çok, güçleri şimdilik o kadarına yettiği için ancak çocuklarının gittiği okulu, iktidarlarının kuvvetlenmesi durumunda ise önce semtlerini, ardından ilçelerini, peşi sıra İstanbul’u ve nihayet tüm dünyayı çocuklarına göre tasarlamaya çalışan devasa bir şebekenin sadık üyeleriydiler.

Bu şebeke –belki o sıralar yer altında çalışmakta idiyse de– benim ilkokula devam ettiğim için çağlarda eylemli bir topluluk vücuda getirmiş değildi. İlkokul önlüklü yıllarım öğretmen “O saç kesilecek” derse akan suların durduğu ve herkesin veli toplantılarına mahcubane bir edayla girdiği, ölümü gecikmiş bir atmosferin son zamanlarına tesadüf ediyor. Yani sıra dayağı atıldığında elinizi demire tutup teneffüs ziliyle beraber bahçeye koşuşturmayı bu olayı anne babanızla paylaşmak gibi fikirlere tercih ettiğiniz vakitlere. Veli despotizmi rüyasını gerçek kılmak için çalışan böylesi bir şebekenin o yıllarda çok büyük bir şansı olmadığı açıktır. Zaman aleyhlerineydi ve biliyorlardı ki harekete geçmeleri durumunda: time’s tide will smother them.

Veli despotizmi utkusunun yılmaz mücahitlerinin bu tarz kararlı bir mücadeleye girişmesi için şartların olgunlaşması, yani Türkiye’nin son zamanlarda birbiri ardı sıra tecrübe ettiği birkaç dönüşümün yaşanması gerekiyordu. Her biri özel bir ilgiyi hak eden bu dönüşümlerin etkileri sosyal yaşantımızı bir sarmaşık gibi kaplamaktaysa da onlara yalnızca belli bir açıdan, veli iktidarının berkitilmesi sonucunu doğuran özellikleri bakımından incelemeye çalışacağım.

Veli despotizmi gerçi kökeni uzun on yıllara dayanan bir hülyaysa da onun bir ütopya olmadığının ilk işaret fişeğini bir zamanların itibarlı mesleklerinin kuruldukları statü tahtlarından alaşağı edilmesi çaktı. Doktor-mühendis-öğretmen triumvirliği Dünya Savaşı’nın ardından beraberce can veren imparatorluklar gibi kökenlerinden sarsıldılar. Doktorların “dövülebilir” ve mühendisin “asgarî ücret verilebilir” olduğunun keşfi ile öğretmenin otoritesinin “veliye devredilebilir” olduğunun farkındalığı arasındaki pozitif korelasyonu görmek gerekir. Hasta yakınlarının doktorlara morluklar bahşettiği, patronların mühendislerine sigara arasını çok gördüğü bir hücum alanına tanıklık eden veliler, şartların kendileri için de olgunlaştığını hızlıca anlamışlardır. Üstelik bu hücumun kendi paylarına düşen kısmının çoğu cephesinde karşılarında veteran Mahmut hocalar değil, tecrübesizliklerinden ve iyi niyetlerinden istifade edebileceklerini bildikleri sözleşmeli öğretmenler ve faturalarını ödeyebilmek adına onları memnun etmek için yırtınmaları gerektiği iş kontratlarında açıkça belirtilmiş özel okul öğretmenleri bulmuşlardır. Öyleyse yargı açıktır: Türkiye’nin bekçinin itiraz edilemez fakat doktorun dövülebilir bir memleket hâlini almasıyla beraber veli şebekesi de öğretmeni kendi mesajlarına dönmezse okul yönetimine şikâyet edeceği bir hizmet sağlayıcı derekesine indirme iştiyakının gerçekleştirilebilir olduğunu fark eder. Bu bir.

Ekonomizm çoğu zaman sevimsiz bir itiyattır fakat her sevimsiz itiyat gibi doğru birtakım sonuçların elde edilmesine yarar. Türkiye’de ailenin ve doğurganlığın koruyuculuğuna ilişkin söylem dostu olarak mantıksız bir biçimde gayrı-heteroseksüel zümreleri itip kakmaya yarayan bir polis kalkanını seçmiştir. Oysa ailenin ve doğurganlığın korunmasını sağlaması ümit edilen böylesi bir kalkanın nasibine Yunanî aşk düşenlerin yerine, artık kronik bir hâl almış olan ekonomik dar boğaza ve sorumlularına karşı çevrilmesi gerekiyordu. Açıklanması icap ediyor: (i) Bütünüyle yüzeysel, dolayısıyla gerçeklikten yoksun ve yalnızca hamaset ile zekânın en alt düzeyi olan sembolizme dayanan dinselleşme tecrübesine rağmen –veya tam da bu tarz bir dinselleşme yaşanması nedeniyle– “çocuğun rızkıyla geldiği” inancı yok olmuştur, (ii) çocuğun rızkıyla gelmediği bir dünyada onun rızkının edinilmesi gerekir ki bu da kiradan, faturalardan, market alışverişinden arta kalanın bir çocuğun gereksinimlerini karşılamaya yeterli gelmesini ve –kaza sonucu olanlar hariç– ancak bu hesaba uygun sayıda çocuğun yapılmasını icap ettirir. Bu ikisinden ise tek bir sonuç ortaya çıkar: Çocuk sayısının azalması. Bu durum ise bir, bilemedin iki (ve çoğu zaman aralarındaki yaş farkları fazladır) çocukla ilgilenmek durumunda olan velinin odaklanma kabiliyetini müthiş derecede artırır. Dikkati, onu dağıtacak diğer çocukların yokluğunda, bütünüyle biricik evlâdına çevrilir. Bu bakımdan geçmiş zamanın çok çocuklu anne-babalarının veliler despotizminin kurulması için gösterebilecekleri gevşek emeğin yerini elit birliklere yaraşır bir konsantrasyon gücüyle donatılmış devasa bir veli kalabalığı alır. Ekonomik kriz, derinleştiği ölçüde, velilerin iktidarını güçlendirir. Bu iki.

Üçüncüsü ve en fecisi, Türkiye’de veli despotizminin savunucuları izole, tam bağımsızlıkçı, Doğu Perinçek tasarımı, yani bütünüyle yerli ve millî bir şebeke değillerdir. Zihinsel formasyonları çok daha global bir anlatının çeviri ve telif eserlerini okuyarak, internet aracılığıyla veya yüz yüze verilen konuşmalarını dinleyerek oluşmuştur. Kişisel gelişimin en şiddetli biçimde popülerleşen ve bireysellikle bencilliğin arasındaki tüm sınırları yerle yeksan eden anlatısının pedagoji safhasına yansımış hâlinin müritleri konumundadırlar. Çocuğun “biricik”liğinin alabildiğine abartıldığı, şımarıkça olanları dahil hemen her isteğinin “kendini gerçekleştirme yolları” sayıldığı, ebeveynlik sorumluluğuyla terbiye edilecek bir birey olmaktan çıkıp rastgele etkileşimleri sonucunda zihninde oluşan bulamacın her türlü görüntüsünün “çocuğun kişiliği” olarak tahkim edildiği ve “Sus! Şşş! Abi kızıyor!” gibi lafların bile “travmatik” olarak etiketlenip şeytanileştirildiği bir anlatıya iman ile anne-babalık yaparlar. Yani ebeveynliğe ilişkin yaklaşımlarından bir an bile şüphe duyacak olsalar bile rastgele bir TedX konuşmasıyla tüm şüpheleri giderilir. Modayla mücadele güç bir iştir. Bu üç.

Sonuçta ortaya tüm dünyanın biricik çocuklarına göre dizayn edilmesi gerektiğine inanmış, çelik iradeli ve ailenin olduğu her yere eşlik eden ahlâkî üstünlük iddiasının zırhını kuşanmış bir kalabalık çıkar. İnternet kullanımında ebeveynlerin çocuklarını sınırlandırması ve denetlemesini sağlayan birtakım programların varlığı onlara yetmez, çocukların görmesinin uygun olmadığı her türlü içerik tuzla buz edilmelidir. Türk televizyonlarında sanki genel ahlâka mugayir kuş uçacak hâl kalmış gibi RTÜK daimî olarak denetçiliğe çağrılır. Netflix gibi platformlar, çocukların gözleri ezkaza anne-babalarının ekranlarına takılabileceğinden, bütünüyle sekiz yaş bandına uygun ürünler üretmelidirler. Hayatın tümüyle oyun-parkı hâline geldiği, bilumum yetişkin özgürlüğünün çocuklarını kontrol etme sorumluluğuna katlanmayı nedense reddetmekte direten birtakım velilerin ailevi güvenlikleri adına tatil edildiği bir dünya tasavvurudur bu. Politikacılar, bir güç odağı olarak, en az tarikatlar kadar, bu şebekeyle de flört ederler. “Çocuklarınızı koruyacağız!”, derler, “bunlardan ve şunlardan.” Ve veliler despotizminin savunucuları ifsat ettikleri ve yürütülemez hâle getirdikleri eğitim kurumlarıyla beraber “çocuklarımız…” söyleminin desteğini de arkasına alarak sosyal yaşantını boyuna dinamitler.

Sınıf yönetiminin ait olduğu ellere, yani öğretmenlere terkini mümkün kılmak ve yetişkin hayatının sağladığı özgürlükleri muhafaza etmek gereklidir. Bu ise veliler despotizmine karşı örgütlü bir mücadele ile mümkün olabilir. Aklı başında ebeveynler ve çocuksuz kimseler dahil olmak üzere, dünyanın bütün yetişkinleri birleşmelidir. Yoksa hayatlarını bir TRT Çocuk çizgi filminin içinde yaşamaları işten değildir.

Doğukan Oruç

Doğukan Oruç

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.