Son dört günün her akşamında kendime iyi gelecek etkinliklere gittim. Yine arete yazarlarından Kardelen Ay ve İbrahim Güngör ile The Ringo Jets konseri, plak dükkanları ziyareti, Galatasaray maçı izlemek, Real Madrid – Manchester City maçı izlemek şeklinde sıralarsam size hangi akşam nerede olduğumun hesabını da vermiş olabilirim. Benim yazı yazmak istediğim alanlar, ağırlıklı olarak müzik ve spordu. Ancak, kendime işten, güçten ve dersten kalan zamanlarda rahatlamak adına zaman ayırırken sosyal medyada her girdiğimde gördüklerim beni zamanla bol bol gündem yazısı yazmaya da zorlar hâle geldi. Bugün 10 Mayıs, seçime dört gün var ve artık bu hissiyatın zirvesindeyiz.
Pazar günü akşama doğru elimde Lale Kardeş, Tarkan Mertoğlu ve Deniz Ağan tarafından imzalanmış Radio Ringo ve en sevdiğim grup Pentagram’ın Makina Elektrika plakları ile biraz dinlenmek ve keyifli vakit geçirmek için Moda’da bir kafeye oturduğumuzda içinde bulunduğumuz seçim atmosferinin bir insanı en keyifli anlarında bile nasıl gergin hale getirebileceğini bir kez daha idrak ettim. Telefonuma gelen mesajla Ekrem İmamoğlu’nun ve onu dinlemeye gelen Erzurum halkının bir avuç provokatör tarafından taşlı saldırıya uğradığını öğrendikten sonraki saatlerim ne olup ne bittiğini öğrenmek için Twitter’a bakınmakla geçti.
Bir insanın, özellikle de bu konuları yazarak, çizerek tartışmaya çalışan bir insanın kişilere yönelik duygularını mümkün mertebe frenleyip olaylara mümkün olduğunda ilkesel biçimde yaklaşmasından yanayım. Ancak, şahit olduklarımız hem ilkesel olarak hem de kişisel ve ideolojik yakınlıklarımız bakımından insanın sinir uçlarına dokunmayacak şeyler değil. Buradaki sinirden, provokasyonun yarattığı rüzgârı destekleyen bir eylem değil de bu kötülüğün temelindeki amacı tam anlamıyla taca atacak bir duruş çıktığı anda, kötülüğü işleyenler yüzünden dahi olsa içine düşmekten hiç olmazsa kendi adımıza hicap duyduğumuz bu durumlardan “kazançlı” çıkmamız mümkün.
Erzurum’da Ekrem İmamoğlu ve onu dinlemeye gelen yurttaşların maruz kaldığı saldırı ya da 2019’da Çubuk’ta Kemal Kılıçdaroğlu’nun maruz kaldığı linç girişiminin o bölgelerdeki yurttaşlara ait olmadığına inanıyorum. Öyle olsa bile toplumun maruz kaldığı bunca kötülük, yoksulluk ve hakaret ortadayken o provokasyonların halkı temsil edebilecek bir niteliğinin olduğuna inanmıyorum. Kaldı ki oradaki yaşlıları, kadınları ve çocukları korumakta imtina eden polisleri ve akabinde bölge ile sorumlu kamu yöneticilerinin ve İçişleri Bakanının açıklamalarını gördükçe bu provokasyonun halkı temsil etmediği bir kez daha ortaya çıkıyor. Dolayısıyla buradaki kötülük Erzurumlu yurttaşlar ve Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere, Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı Yardımcısı Adayı olarak temsil ettiği geniş muhalefet bloğuna ve İmamoğlu için iki defa sandığa gidip onu Türkiye’nin en büyük şehrinin belediye başkanı yapan İstanbul halkına da yapıldı.
Güncel siyasetin konusu seçimler, seçimlerin doğası da rekabet. Bunu anlıyoruz. Gece gündüz kapımızda bacamızda bas bas bağırarak gezinen arabaları, gözümüzün içine işlenen dijital makyajlı yüzleri anlıyoruz. Her yerde karşımıza çıkan kampanya unsurlarını ve hayatımızdaki kişisel ve toplumsal sorunlarımıza rağmen hepimize dayatılan esas gündemden kurtulamayacağımızı da anlıyoruz. Kaldı ki seçim müzikleri, seçim materyalleri veya geçmiş seçimlerle ilgili anekdotlarla ilgili bir insan olarak bunlardan kendi adıma eğleniyorum bile. Ancak, insanların zaten bu kadar mutsuz, yoksul, yaslı ve yorgun olduğu bir ortamda planlı ve örgütlü biçimde körüklenen nefrete tahammülümüz yok. Bu suçun arkasındaki ve yüzeyindeki kişilerin vicdanı, aklı körelmiş durumda. Bu çok aşikâr. Ama bu ülkede bir insanın yüzünü kanlı biçimde görünce vicdanı sizden daha çok yaralanan insanlar çoğunlukta. Hiçbirimiz böyle bir kötülüğü hak etmiyoruz ve bu kötülüğün yargıya taşınması, bütün yurttaşlar adına sağlanması gereken bir hak. Bu kötülük karşısında hiçbir zaman tahammülümüz olmamalı, fakat bugün hiç yok.
Biraz da umutlu konuşabileceğimiz hususlara odaklanmak gerekirse Ekrem İmamoğlu ve ekibinin olay anındaki soğukkanlı tutumunun hakkını teslim etmek gerekir. Özellikle Ekrem İmamoğlu’nun “Nereye gidiyorsun millet burada?” dedikten sonra mikrofonu alıp polisleri uyarmaya devam ettiği anlar, muhtemelen yıllar boyunca unutulmayacak kesitler arasına daha şimdiden girdi bile. Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’daki kaçak yapılarla, ulaşım sorununu körükleyen ve rant peşinde koşanlarla, görevini elinden almak için yargıyı sopa olarak kullananlarla mücadelesi gibi Erzurum’daki tutumu ve genel olarak bu seçim dönemindeki çabası da takdiri hak ediyor. En azından İstanbul’da kendisine iki kez oy vermiş biri olarak kendisine sahip çıkmayı kendi adıma bir sorumluluk olarak görüyorum.
Yazının başlarında da belirttiğim gibi, bugün 10 Mayıs ve seçime dört gün kaldı. Benim yaşım itibariyle hatırladığım en farklı seçim süreci olduğu kesin. Hepimizin içinde fırtınalar kopuyorsa da sokakta yürürken geniş muhalefet kesimlerini temsil eden her bir rengi gördüğümde, desteklediğim partiden bağımsız olarak yüzümde hoş bir ifade beliriyor. Çünkü, karanlık ve kötü eylemlerin karşısında bu bloğun Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı olarak sevgiyle, birlikle hareket etmesi gerektiğine inananlardanım. Atmosfer bu iken yalnızca dört gün sonraki seçimle ilgili ufak tartışmaların, sağlıksız bir şekilde büyüyerek, birlikte inşa edeceğimiz İkinci Yüzyıl atmosferine sorunlu bir biçimde yansımamasını umut ediyorum. Hep birlikte arzuladığımız demokrasi, adalet ve huzur kavramları, şu aşamada ne olursa olsun her şeyden önemli. Burada yazacağım bir sonraki yazı, her halükârda seçimden sonra yayınlanacak. Dilerim ki bugüne nazaran itiraz edecek konu bulmakta daha zorlandığımız bir geleceğe doğru adım atarız.
Son yazılarda hep yerli rock şarkılarından alıntılarla bitiriyordum. Bu kez Rahmi Saltuk yorumu ile dinlemenizi önerdiğim, Pir Sultan Abdal’a ithaf edilen dizelerle bitireceğim:
“Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun bir tek gülü yaralar beni”
Fotoğraf: Alp Eren Kaya