Son haftalarda zamanımın mühim bir bölümünü benim de içinde yer aldığım bir proje nedeniyle Sezai Karakoç’un kitaplarını, köşe yazılarını, denemelerini ve şiirlerini okuyarak geçirmekteyim. Karakoç’un diğer İslamcı düşünürlerden ve eylem adamlarından oldukça farklı olduğunu söyleyebilirim. Ancak onun eserlerinde de karşıma çıkan mükemmel düzen arayışı veya ideal bir toplumun nasıl kurulacağı sorunsalı benim zihnimi yıllardır meşgul etmektedir. Ben, ideal bir toplum düzeninin asla var olmayacağını düşünenlerden biriyim. Yaşadığımız dünyanın bir ütopyadan ziyade distopyaya benzediğini kabul edersek, daha iyi bir gelecek için hala ümidimi koruyorum, bu sebeple ideal toplum arayışının aslında bir mahkûmiyet anlamına geldiğini söyleyebilirim.
Daha iyi bir toplum arayışı ile mükemmel bir düzene erişme isteği eşdeğer değildir. Mesela ideal devletin/toplumun temel niteliklerinden biri şeklinde görülen devletin sosyal mutabakata dayanan bir kurum olmasını[1] nasıl hayata geçirebiliriz? Menemenin nasıl yapılması gerektiği konusunda bile çok hararetli tartışmaların ve hatta kavgaların yaşandığı bir toplumda, dünyadaki tüm insanlardan daha iyi ya da daha kötü değiliz, böyle bir mutabakat sağlanabilir mi?
Fotoğraf-1: Sezai Karakoç’un lise yıllarındaki bir vesikalık fotoğrafı.
Kaynak: https://onedio.com/haber/sezai-karakoc-un-hayatina-dair-bilmeniz-gereken-15-ilginc-bilgi-723244 (Erişim Tarihi: 20/10/2022)
Karakoç’a göre hakikat; değişmeyen, geçmeyen ve eskimeyen bir olgudur.[2] İşte benim bütün itirazım da bu noktada başlıyor zaten. Hakikat ile doğa kurallarını aynı kefeye koymaya başladığımız noktada insanlığın nasıl bir mahiyet alabileceğini tasavvur edebilir misiniz? Mesela sizin hakikatiniz başka insanlar tarafından benimsenmiyorsa ne yapmamız gerekiyor? Gerçeğin öznel yönünü görmezden gelmek aynı zamanda toplumsal niteliğini de önemsememek demektir. Çünkü kişi, fiilen yürütme erkini kullanmaya başladığı andan itibaren kendi kişisel gerçeklik algısını topluma benimsetecek ya da dayatacak en önemli araca da kavuşmuş olur. Tarihteki tüm totaliter rejimlerle bu önermem arasında az ya da çok bir ilişki mevcutmuş gibi görünmektedir. Eğer kişi kendi gerçeklik algısını dayatmak istemese bile bu kişiye/ideal yöneticiye düşünceleri itibariyle bağlanan kimselerin de topluma herhangi bir baskı yapmayacağını varsayabilir miyiz?
Fotoğraf-2: Yaşam ağacı, ütopya ve disütopyalarda sık sık geçen bir simgedir.
Kaynak: https://www.sozelti.com/2021/12/30/utopya-yukari-distopya-asagi/ (Erişim Tarihi: 20/10/2022)
Karakoç bir gazete için kaleme aldığı köşe yazısında kendi ideal devletinin, İslâm devleti adını vermektedir, hiçbir ırka, dile mezhebe dayanmadığını ifade etmektedir. [3] Karakoç’un bu düşüncesi bir devletin kapsayıcılığı veya toplumsal gruplara imtiyaz tanınmaması bakımlarından herkese hitap ediyor gibi görünmektedir. Ancak yazar yine aynı yazısında ehli kitap sahibi gayrimüslimlerin bile devlete tâbi olmaları şartıyla İslâm toplumuyla yan yana yaşama hakkına sahip olduklarını dile getirmiştir.[4] Karakoç tarafından kaleme alınan birçok yazıyı okuduktan sonra şunu diyebilirim ki yazarın bir hak olarak dile getirdiği durum, aslında bir lütuftan başka bir şey değildir. Daha doğrusu kendisi gibi düşünmeyen insanlar, bu gruba ben de dahilim, söz konusu yaşama hakkını bir lütuf olarak değerlendireceklerdir. Mesela topluma mensup bir grup insanın din, dil, ırk, mezhep ve ideoloji gibi nedenlerle mutabakat aracılığıyla değil de tabiiyet vasıtasıyla topluma bağlandığını düşünelim. O zaman ideal bir toplumdan bahsedebilmek mümkün olabilir mi? Toplumun %20’lik bir kesiminin mutabık kaldığı düzenlemelerin tüm insanlara empoze edilmesi durumunda sosyal uzlaşmadan bahsedebilir miyiz?
Karakoç’un düşüncelerindeki çelişkinin kendisi tarafından fark edildiğini düşünmüyorum. Daha doğrusu bilinçli bir şekilde yazılmadığına inanmak istiyorum desem daha yerinde olur. Üstelik benim dünya tasavvurum ile Karakoç’unki arasında en ufak bir benzerlik bile bulunmuyor. Karakoç’un kendisi şeytani ideolojilerin ve önderlerin boy göstermesinden ne kadar rahatsız olduğunu dile getirmiştir.[5] William Saroyan, Yetmiş Bin Süryani isimli bir öyküsünde hayatı, dünyadaki milyonların yaşadığı tek bir yaşam şeklinde tasavvur ettiğini dile getirmiştir.[6] İnsanları birbirinden ayıran, düşman kılan veya unutulamayacak acılara sebep olan birçok özelliğin, alışkanlığın ve düşünce kalıbının suni olduğunun bir gün anlaşılacağını umuyorum. Son günlerde Karakoç’un yanı sıra Saroyan’ın Uçan Trapezdeki Cesur Genç Adam isimli öykü kitabını okuyorum. Bu kitabı okurken Saroyan’ın kullandığı bir ifade beni oldukça derinden etkiledi. Erdemli grupların üstünlük hayalinden bahsetmektedir Saroyan. [7] İdeal düzen arayışı bir noktada erdemli insanların üstünlük hezeyanları ile sona erebilir. Bu elbette bir doğa kanunu değildir. Ancak ideologlar, kalemşörler ve kendi fikirlerini nasıl savunması gerektiğini bilmeyenler tarafından toplumun bir kısmının erdem, fazilet veya onur yoksunu olmakla itham edilmediği tek bir günün dahi varlığını hatırlamıyor gibiyim.
Fotoğraf-3: William Saroyan gençlik yıllarında.
Kaynak: https://www.iarmenia.org/william-saroyan/ (Erişim Tarihi: 20/10/2022)
Fotoğraf-4: Thomas Moore’un Ütopya ülkesi.
Kaynak: http://snanin.weebly.com/toplum-duumlzen304.html (Erişim Tarihi: 20/10/2022)
Velhasıl ideal düzeni aramak ya da mükemmel topluma erişmek, ister din ister milliyet ister mezhep ister ideoloji temelli olsun, ancak aynı toplumda yaşayan insanların bir kısmının tahakküm altına alınmasıyla sonuçlanabilir. İyi niyet, insanları korumak için yeterli bir kalkan değildir. Cesur Yeni Dünya, Fahrenheit 451, Biz, Efendi Uyanır gibi disütopyalar insanları özellikle bu tehlikeye karşı uyarmak adına kaleme alınmış eserlerdir. Mükemmel bir toplumsal düzeni kurmak yerine temel hak ve özgürlükleri pekiştirecek bir yapıyı düşünmek işimizi kolaylaştırabilir. Son olarak çok sevdiğim bir distopya romanından bir alıntı yaparak bu yazıyı noktalamak istiyorum. Zamyatin “Biz” isimli romanında şöyle yazmıştır:
“Yanlışlar en değerli doğrulardır: Doğru makineye hastır, yanlış canlıya hastır, doğru sakinleştirir, yanlış huzursuzluk verir.”
İnsanlık tarihindeki aynı yanlışları tekrarlamamız dileğiyle…
Öne çıkan görsel: Peter Turnley, 1991, Moskova.
[1] Coşkun Can Aktan, “İdeal Devlet Ve İyi Yönetim: Temel İlkeler, Kurallar Ve Kurumlar”, Hukuk Ve İktisat Araştırmaları Dergisi, 2015, Cilt 7, Sayı 1, s. 52.
[2] Sezai Karakoç, İnsanlığın Dirilişi, 8. Baskı, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2011, s. 36.
[3] Sezai Karakoç, “Devlet IV”, Diriliş, 10 Ekim 1988, C. 7, S. 12, s. 4.
[4] Sezai Karakoç, “Devlet IV”, Diriliş, 10 Ekim 1988, C. 7, S. 12, s. 4.
[5] Sezai Karakoç, İnsanlığın Dirilişi, 8. Baskı, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2011, s. 74.
[6] William Saroyan, Uçan Trapezdeki Cesur Genç Adam ve Diğer Öyküler, İrma Dolanoğlu Çimen (çev.), Aras Yayınları, İstanbul, 2021, s. 27.
[7] William Saroyan, Uçan Trapezdeki Cesur Genç Adam ve Diğer Öyküler, İrma Dolanoğlu Çimen (çev.), Aras Yayınları, İstanbul, 2021, s. 325