Siyaset Kurumunun İhyası

Evimizden dışarı çıktığımızda en sıradan günde bile etrafa bakarken çok sayıda kent suçu, hak ihlali, temsil krizi veya siyasal-sosyal doku biçimsizleşmesiyle karşılaşıyoruz. Bir de bu olan biteni belli teamülle okuyup onu değiştirmeye dair istek barındırıyorsak kendi mahallemiz, sokağımız, şehrimiz bize yabancı gelmeye başlayabiliyor. Çok eskiden beri tanıdığımız insanlar kimi zaman bize yabancı görünmeye başlıyor, çünkü nasıl olduysa artık geçen zaman içerisinde aynı şeyleri konuşmadığımızı, başka gündemlerden kaynaklanmış bir altyapıyla dil ve düşünce ilişkimizi şekillendirdiğimizi fark ediyoruz. Sonrasında ister istemez bir kırılma anı beliriyor: Peki ne yapacağız, bize ait olanlarla bizim ait olduklarımızın birbirlerine en yakın oldukları lokasyonun doğallığından feragat mı edeceğiz, yoksa her şeyin üzerine yürüyüp “hakkımız olanı” geri mi alacağız? İşte bu iki soruya sıkışmış hayatlar bizim hayatlarımız. Gelelim sorunun cevabına, çünkü tüm bu ortamda yavaş yavaş huzursuzluklarımızın ardındaki perde kalkacak ve tüm çıplaklığıyla girişilebilir bir politik zemin olduğunu keşfetmeye başlayacağız.

Biliriz ki siyasetin işlevi toplumu dönüştürmektir. Bu dönüştürme işi demokratik siyasette, toplumun belirli gruplarının temsili demokrasinin araçlarını (siyasetçiler de bu araçlardan biri) kullanarak toplumun diğer gruplarına değmesinin yapısal bir niteliğe bürünmesiyle gerçekleşir. Toplumu; kimlik ve yaşam tarzlarıyla, iktisada yönelik yaklaşımlarıyla veya bambaşka şeylerle küçük bölüntülere ayırabilirsiniz. Bu bölüntülerin her birinin toplumun diğer bölüntülerine kendi çıkarlarının toplumun tümünün ortak iyiliğine dair hususlar barındırdığını anlatması doğal bir beklentidir. Lakin doğrudan demokrasi, günlük hayat içerisinde bu bölüntülerin birbirlerine dokunmasıyla karşı karşıya geldiği bir fizikî hâli barındırır ki bu da siyasetin şerrinin toplumun kendisini de savunmasızlık içerisinde bırakmasıyla neticelenebilir. Siyasal temsilciliğin bir işlevi de süreçte vesayet yaratmasıyla bu şerden bir miktar kaçınmayı sağlamasıdır. Dolayısıyla temsili demokrasi; doğrudan demokrasiye yaklaşılabilmesi aşamasında, yani toplumun kendi siyasetini kendi atikliğiyle gerçekleştirebilmesi için bir geçiş ve güvenlik işlevi görür. En genel anlamda, temsili demokrasideki temsilcilerin yegâne vazifesi, birer siyasal aygıtlar olarak, temsil yetkisini edinene kadar kendi yurttaş kimlikleriyle, daha sonrasında ise temsil boyutunun çerçevesinde karşılaştıkları çoğullukla doğrudan demokrasiyi mümkün mertebe işletebilmektir.

Dönelim bize; bir biçimde bulunduğunuz ülkenin olan biteninden rahatsızsınız, bunun için en basitinden “siyaset” yapmanız gerekiyor. Belki propaganda yapmalısınız, gündelik hayatı çevreleyen şartlardan rahatsızlığınızı anlatıp yanınızda sizi destekleyen insanlar aramalısınız. Bunu belli bir hacmin üzerinde başarabilirseniz -belki- ana akım siyasete dahil olabilirsiniz. İdealleriniz toplumu dönüştürmek yoluyla kamusal alanları ve gündelik hayatı daha yaşanabilir parametrelerle donatma eğilimi barındırıyordur. İşte bu noktada bu yazının itiraz ettiği kronik sorun ortaya çıkıyor: “Temsil” yetkisini edinebilmek için ayrıca başka bir sektörün iç dinamiklerine dahil olmanız gerekmeye başlıyor.

Türkiye’de bir milletvekilinin sahip olduğu siyasal, sosyal, hukuki, iktisadi ve daha birçok ayrıcalık insanların siyasetçiliğe girişme nedenini örtebilecek derecede imtiyazlar barındırıyor. Sözgelimi, görevde başarılı olunup olunmadığını bakılmaksızın korkunç derecede yüksek bir maaşa, bu yetmezmiş gibi, görev süresi bittikten sonra yeniden seçilip seçilmediğine bakılmaksızın ömrünün geri kalanını garanti altına alabileceği ayrıca bir emeklilik gelirine sahip olunuyor. Sadece kendileri de değil, sekreter ve danışman kategorisiyle devlete fonlattıkları yakın bir çalışma grubunun yüksek getirili istihdamı, eş ve çocuklara verilen “diplomatik” pasaport… Toplumsal ideallerini gerçeğe dönüştürmek gayesi için siyaset kurumunun aracılığına katılmak isteyen bir insan için milletvekilliği sektörünün imtiyazlarıyla tanıştığında iş artık demokratik bir hevesi yerine getirmekten çıkıp ayrıcalıklarla tatmin olma pozisyonuna kaçınılmaz olarak geliyor. Bu sebeple milletvekilliği görevi; kolay yoldan geçim sağlama, kendi küçük ağ gruplarına maddi olanaklar sunma ve eforsuz emekli olma fırsatı haline bürünüyor. Tüm bu ayrıcalıklardan bahsedildiğinde ise toplumun geri kalanının bu sektörün üyelerinin sahip olduğu imtiyazlardan dolayı bir tür hiyerarşiye alan açıyor. Siyasetçiler günlük hayatı dönüştürme arzusuyla başladıkları bir işte artık o günlük hayatta dönüştürmek istedikleri kötü pratiklerle karşılaşmadıkları ve rahatça yaşayabildikleri izole bir sınıfın üyeleri haline geliyorlar. Bu yüzden kamusal alanı dönüştürme isteğinin yerine de sahip oldukları bu ayrıcalıkları koruma isteği geçiyor.

Türkiye’de siyasetin düzelmesinin yolu sadece bir iktidar değişikliğinden değil; siyaset kurumunu, siyasetçilerin ideallerini gerçekleştirmek için kullanabilecekleri ölçüde daraltmaktan ve parlamenterlerin anlamsız özlük haklarını zayıflatmaktan geçiyor. Çünkü unutmamak gerekir ki siyasetçileri -isteyerek ya da istemeyerek- kast sisteminin tepesine yerleştiren bu sektörün üyeleri olarak bulunmaları, yalnızca siyasetçilere bir yaşamsal avantaj sağlamakla kalmıyor aynı zamanda ağın gerisinde kalan siyasal kümelenmeleri, sosyal çıkar gruplarını ve düşünce çevrelerini siyasetin bu niteliğine göre bir ajanda oluşturmaya mecbur bırakıyor. Bu sebeple toplumu dönüştürmek arzusu ile o hiyerarşinin içerisinde yüksek mertebe elde etme çabası kaçınılmaz olarak çakışıyor, ideal sahibi insanların heveslerini ve enerjilerini yalnızca toplumun ikna edilmeyi bekleyen gruplarına değil siyaset sektörüne çapa atmış rant avcılarına da yöneltmelerini, onlara karşı da ayrıca politika ve strateji üretmelerini zorunlu kılıyor. Günün sonunda bundan yorulan insanlar siyasetin yalnızca akıl değil, bir yandan da iyi bir hazmetme kapasitesi, insan üstü bir sabır gerektirdiğini fark ediyorlar, toplumu dönüştürme arzularını da basit şikayetlere sığdırmakla yetiniyorlar.

Netice itibarıyla bir yeniden üretim şemasıyla karşı karşıya kalınıyor. Bireyden kolektife köprü kurmak isteyen ideal sahibi insanların illallah edip vazgeçmesiyle boşalan siyaset kurumu bir zincir gibi gelenekselleşmiş siyaset sektörünün saltanatına ve bütçeli feodal elitlere amade oluyor. Siyaset kurumu bizatihi siyasetin parodisine dönüşüyor.

Kağan Sarıkaya

Kağan Sarıkaya

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.