Selden Bir Yıl Sonra Bozkurt (4): DSİ Bozkurt’u Koruyabilir Mi?

Not: Geçtiğimiz yıl bir sel felaketi ile yıkıma uğrayan Bozkurt’un aradan geçen bir yıldan sonra vaziyetini açıklamayı hedefleyen yazı dizisinin üçüncü bölümünü teşkil eden bu yazı aslen Diken’de yayımlanmış; arete Portal yazarı Nazlı Demet Uyanık’ın önerisi, Mustafa Alp Dağıstanlı’nın isteği ve Diken’in izni ile sitemizde paylaşılmıştır. Yazı dizisinin Diken’deki aslına uygun olarak sitemizde yayımlanan ilk kısmına buradan, ikinci kısmına buradan, üçüncü kısmına ise bu linkten ulaşabilirsiniz.

Başlıktakinden önce sorulması gereken soru şu: “DSİ Bozkurt’u koruyabildi mi?” Hayır, koruyamadı, 11 Ağustos 2021’de sel Bozkurt’u dağıttı, 72 kişi öldü.

Peki, neden koruyamadı? Bu soruya da net, somut bir cevap verebiliriz. Bozkurt kasabasının kurulduğu arazi, Ezine çayının en geniş yerinde 400 metreye ulaşan taşkın yatağı. Devlet Su İşleri bu yatağı daha önce 30 metreye kadar daraltmıştı, kenarlarına 2,5 metre yüksekliğinde beton duvar çekerek. Böylece dereye taşmasını yasaklamış, Bozkurt’u korumuştu! Dere yatağının bu duvarlar dışında kalan yerleri de imara açılmıştı. (Ölümlere, cinayetlere varan bu durumun sorumluları için şuraya bakın.)

RESİMALTI: Bu eski Bozkurt fotoğrafında selde yıkılan binalar gösterilmiş. Bozkurt’un bu hali yapılaşmalarla bugün aldığı halden cennet kadar uzak.

Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı 2019 tarihli Batı Karadeniz Havzası Taşkın Yönetim Planı DSİ’nin Bozkurt için yaptıklarının taşkını önlemek bir yana, riski arttırdığını, bir taşkın durumunda su hızının ve derinliğinin sorun yaratacağını söylüyordu. (DSİ de, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü de Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı.) Uyarı doğru. Bu plandaki tedbirler uygulansaydı 2021 selinden sakınılabilirdi, diye düşünenler var. Acaba öyle mi? Bu 821 sayfalık plan taşkın riskleri için beş kademe belirlemiş:

Planı hazırlayan ekip, araştırmaları sonucunda Bozkurt için risk seviyesinin ‘Orta/Olası‘ olduğuna, dolayısıyla orta vadede iyileştirilmesi gerektiğine hükmetmiş. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün orta derecede riskli saydığı Bozkurt’ta can kayıpları bakımından Türkiye’nin en büyük ikinci sel felaketi meydana geldi, şehir tamamen sular altında kaldı, 72 kişi öldü. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün orta vadede iyileştirilmesini salık verdiği Bozkurt’u sel, bu plandan iki yıl sonra aldı. ‘Orta vade‘ ne demektir, kaç yıldır?

Orta vadede uygulansın diye önerdikleri tedbirler de; dereyi kanal haline getiren duvarların yer yer bir metre yükseltilmesi, dereye iniş için bir iki yerde bırakılan açıklıkların kapatılması, bazı seddelerin düzeltilmesi. Yani plana göre, dere duvarları 3,5 metreye çıkarılırsa 500 yılda bir tekerrür eden debiyi (383.46 m³/s diye hesaplamışlar) kanal içinde tutmaya yetecekti. Yeter miydi bilmiyoruz, ama 2021 Ağustosundaki sel için yetmedi. Selde Ezine çayının debisi planın öngördüğü en yüksek değerin dört katına çıktı: 1189 m³/s. Zaten dere öyle bir kabarmıştı ki, o duvarları aşmakla kalmamış, binaların birinci katlarını doldurmuştu. Kimi raporlar taşkın sularının 5,5 metreye, Bozkurtlular 6-7 metre yükseldiğini söylüyor, Bozkurt sokaklarında bugün de taşkın sularının tırmandığı yerlerin izi görülebiliyor. Sel görüntüleri de bunu kanıtlıyor zaten.

Taşkın Yönetim Planı’nı hazırlayanlar bu riskleri ve tedbirleri belirlerken 500 yılda tekrarlayacak en yüksek debiyi hesaplamakla kalmamış, eski sellere de bakmışlar, “Tarihsel taşkınlar detaylı olarak incelenmiştir” diyorlar. Bozkurt için 1989’daki bir seli gösteriyor verdikleri liste, metinde bir de 2014 selinden bahsediliyor. Bu veriler, tarihsel taşkınların ayrıntılı incelendiğini göstermiyor, araştırılmadığını gösteriyor. Bozkurt’ta Abdullah Özcan, DSİ’nin bugün de ısrar ettiği bir yanlışına parmak basıştı: “Hala 80 yaşında, 90 yaşında insanlar var Bozkurt’ta, bu insanlar büyüklerinden de dinledikleriyle en azından 150 yıllık bilgi hazinesine sahipler. DSİ bu hazineden niye yararlanmaz? Yerel yönetimler de bu insanların bilgisini toplamıyor, öbür kurumlara iletmiyor.”

Bunu doğrulayan bir örnek Hayati Tahsin Yılmaz’ın Abana Belgeseli kitabında var. 1935 doğumlu Abanalı Reyhan Dengizer şunu diyor:

“Yıl 1950 falan olmalı. (…) Deniz azmış kuduruyor. Karayolu yok. Harmason köprüsünü sel almış. Çay alabildiğine geniş akıyor.”

Demek ki Ezine çayı bütün vadiyi doldurarak akmış, 2021 Ağustosunda olduğu gibi. Ama o zaman taşkın yatağında bir kasaba yok, sıra sıra binalar yok, kalabalık yok. Taşkın Yönetim Planı’nı hazırlayanlar bu örneği bilseydi Bozkurt için risk seviyesini yükseltirdi belki.

Tam buraya bir not koymak şart. Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü sözünü ettiğimiz bu kapsamlı planı kendi hazırlamamış, Akar-Su Mühendislik Müşavirlik şirketine hazırlatmış! Bu şirket de koca bir havzayı dört inşaat mühendisi, üç meteoroloji mühendisi, iki orman mühendisi, bir endüstri mühendisinden oluşan ekibe teslim etmiş. Bir jeolog bile yok ekipte. Kaldı ki, akarsular çok-disiplinli bir yaklaşımı gerektirir, yani başka bilim dallarından da işinin ehli insanlar olmalıydı. Konuyla ilgili enstitüler, fakülteler, sivil toplum kuruluşları da içinde olmalıydı bu işin.

Kamu kurumları, stratejik görev sayılması gereken plan yapma işini de özelleştirmiş, şirketlere devretmiş. Bu kurumlar müteahhitlere iş dağıtma, para kazandırma mekanizmalarına dönüştürülmüş (bu mekanizmada çarkları rüşvetin döndürmemesi imkansızdır). İyi işleyen kurumlarda bilgi birikimi vardır, kurum kültürü vardır. O kurumlarda çalışan liyakat sahibi insanlar oluşturur, biriktirir, aktarır bu bilgileri ve kültürü. 1999 Gölcük depremi sonrasında Atlas dergisi için yazılar hazırlarken sık sık jeoloji mühendisi Tahir Öngür’e danışırdım. Tahir Hoca yıllarca MTA’da (Maden Tetkik Arama) çalışmıştı, Anadolu jeolojisini adım adım biliyordu.

2021 yazında Arhavi’deki selden bir ay kadar sonra Kapisre deresi kenarında rastladığımız DSİ mühendisi, kanala çevrilen derelerin çevresiyle, insanlarıyla ilişkisini kopardığını söylediğimizde, “Dereye girip ne yapacaksınız ki?!” demişti. Derelerin Arhavi kültürünün ayrılmaz parçası olduğundan, çocukların orada oynadığından, sıcak havalarda insanların kendilerini derelere attığından, oralarda piknik yaptığından haberi yoktu. Tabii, o derelerde başka canlıların da yaşam bulduğu, bütün bir havzanın hayat kaynağının o dereler olduğu bilgisi, betonarme hesapları arasında çarçur olup gitmişti.

Vardığımız yer: Derelerden, doğadan sorumlu kurumların köylerimizdeki yaşlılar kadar birikimi, tecrübesi, hayat bilgisi, kültürü yok.

Varolanlar da hatırlanmak istemiyor, çünkü bazı bilgiler kâr hırsının dizginlenmesini gerektirir. DSİ’nin yol verdiği Bozkurt Belediyesi’nin imara açtığı alanlarla ilgili bilgiler gibi. Bozkurt’ta, yukarıdaki köprüyle daha yukarıda Ezine çayının Maraz dereyle birleştiği Sınarcık arasındaki bölgeye eskiden ‘yukarı suyeri‘ denirdi. Bunu bilmek için 90 yaşında olmaya da gerek yok, 50 yaşındakiler de hatırlıyor. Tarlaydı buralar, sonra bir sandalye fabrikası kurulmuştu, bir sıra dükkan vardı, yolun ırmak tarafı boştu. Derenin karşı yakasıysa bataklıktı, Bozkurt’un çöpü oraya dökülüyordu. Sonra işte bu bataklığı doldurdular, üstüne de onar katlı binalar diktiler..

Hastanenin olduğu bölgeye de ‘aşağı suyeri‘ denirdi, tarlalar, mısır bahçeleri, kavaklar vardı. Şimdi şehrin bina stoğunun önemli bölümü burada.

Kasaba bir bakıma yeniden kuruluyor. Abdullah Özcan, “Devlet şehri yukarı, dağa doğru taşıyor” diyor. Öyle ama tam da öyle değil. Kentin yayıldığı asıl alan olan Ezine çayının doğu yakasında konutlar çaydan uzaklaştırılıyor. Fakat bazı işyerleri yine çayın dibinde inşa ediliyor. Hükümet binası dere yanındaki eski yerinde yapılıyor, Emniyet’in binası da öyle. Hastane, dere kenarında zaten yeni yapılmaktaydı ki sel bastı, orada kalacak.

Taşkının yarattığı dehşet verici sonuçları görünce DSİ daha önce 30 metreye indirdiği dere yatağını genişletmeye, duvarları da yükseltmeye karar verdi. Duvarlar 3,5 metreye çıktı. Yatağın genişliği için önce 105 metre öngörülmüş, ama Bozkurtlulardan dinlediğime göre, ahaliden kimilerinin baskısıyla, talebiyle 73 metreye kadar inmiş.

Yapılması gereken asıl iş, Abdullah Özcan gibi bazı Bozkurtluların da dediği gibi, çayın batı yakasında dizilmiş 17 yüksek binayı istimlak edip yıkmaktı. Bozkurt’u kurtarabilecek, dereyi taşkın anında bir nebze rahatlatabilecek adım bu olurdu. Zaten eskiden buralarda hiç bina yoktu. Üstelik, Dikmen deresinin Ezine çayına kavuştuğu bölgedeki düzlüğe yapılan evler de yıkılmalıydı ki, taşkın anında dere buraya yayılabilsin. Kasabayı bu taşkın yatağından tamamen kaldırmayacaksanız dereye olabildiğince çok yer açmak zorundasınız.

2021 Ağustos seli Abana’yı teğet geçmişti, kasabanın konumu sayesinde, ama yine de etkilendi tabii kasaba. Abana’da asıl hırpalanan yer, çayın batı yakasına kurulmuş birkaç imalathane, sanayi sitesi ve futbol sahasıydı. Buralarda bu yapılar zaten hiç olmamalıydı, eskiden yoktu, çay büyüyünce o yakadaki yamaca yaslanıp akıyordu. Buradaki yerleri de istimlak edip yıkmamak büyük hata. DSİ bir hata daha edip çayın denize kavuşma yerindeki uzun Harmason köprüsüne gelirken yatağı 20 metre daralttı. Köprü, uzunluğu, yani yatağın o noktadaki genişliği sayesinde yıkılmaktan kurtulmuştu halbuki.

Ama DSİ çok çok büyük bir yanlış daha yaptı. Çay Abana’ya ulaşmadan hemen önce sağda iki kayalık çıkıntısı var/dı: Kirse ve Atmeydanbaşı kayalıkları. Bu kayalıklar derenin kabaran sularını karşı kıyıya yönlendiriyordu. Karşı kıyıya bir doğa suçu işleyerek kurulan sanayi sitesi ve futbol sahasını korumak için DSİ işte bu kayalıkları, bu doğal duvarı yıkıp dümdüz etti yatağı, böylece taşkın sularının Abana’ya dalmasına zemin hazırlamış oldu. Üstelik, Atmeydanbaşı’ndaki kayalığın üstünde bir mezarlık vardı, Abanalıların gönüllerine de kazma kürek dalarak 60 kadar mezarı da dağıttılar, kemikleri çöp torbalarına koyarak taşıdılar.

RESİMALTI: Aşağıda Atmeydanbaşı, yukarıda Kirse kayalığı. Ezine çayı bu kayalıkların karşısındaki dağa kadar yayılıyordu eskiden. 11 Ağustos 2021 seli, önlerindeki duvarı aşıp bu yapıları suya boğdu, balçıkla doldurdu. Kayalığın koruduğu Atmeyranbaşı mezarlığında ise hiçbir tahribat görünmüyor.

DSİ derenin Bozkurt’a ulaştığı Sınarcık’taki kayalığı törpüleyerek de benzer bir suç işledi.

DSİ vadi içinde de, 35 kilometrelik Ezine çayı boyunca işe yaramayan, dünyanın vazgeçtiği, doğaya ve canlılara zararlı betona dayalı tedbirler alacak yine: duvarlar, bentler… Bunlar Bozkurt’u koruyamaz, DSİ’nin yaptığı hiçbir duvar hiçbir yerleşimi taşkından koruyamadı. Dünyada da durum farklı değil, o yüzden başka çözümlere, doğa dostu uygulamalara yöneldiler.

Bozkurt’tan bir ay önce büyük bir sele maruz kalan ülkelerden en az zarar göreni Hollanda’ydı. Hollanda, ‘nehre yer aç‘ sloganıyla doğa dostu çözümlere daha önce girişmişti, bunun semerisini bu selde gördü.

Kimileri doğa dostu çözümlerin dağlık, dik arazilerde uygulanamayacağını, işe yaramayacağını söylüyor. Doğa dostu olmayanların işe yaramadığı kanıtlanmış durumda, her yıl Türkiye’de de gözlerimizin önünde kanıtlanıyor. Polonya’da Karpatlar’da bizim Ezine çayına benzeyen bir ırmak var: Czarny Dunajec. Uzunluğu, kaynak havzasının 2000 metreyi bulan dağlarla çevrili olması gibi bazı bakımlardan bizim Ezine çayına benziyor. Orada da erozyon, yağışlarla kabaran ırmağın taşıdığı ağaç, odun sorunu var. Polonyalı bilimciler düşünüp taşınıp, araştırıp, inceleyip doğa dostu çözüm üretmişler. Üstelik, doğa dostu çözüm, hep olduğu gibi, mühendislik uygulamasıyla getirilecek çözümden daha ucuz, dörtte biri maliyetinde.

Czarny Dunajec için üretilen çözümü aynen uygulamak değil söz konusu olan. Her akarsu farklıdır, tanımaya değerdir, her akarsu için özel çözümler gerekir. Ama DSİ bütün akarsulara aynı beton yapıları döşeyip duruyor. Öncelikle, sorunu akarsuların değil insanların yarattığını bilmek, kabul etmek gerekir. “Suyeri”ne şehir kurduğunuz için çıkmıştır sorun, çözüm diye akarsuyu boğmak, yatağını değiştirmek, “ıslah” etmek, kanala çevirmek sorunları büyütür. Üst kesimlerde yaptığınız beton yapılar aşağılarda daha büyük mühendislik işlerini gerektirir.

Sözünü ettiğim şu Taşkın Yönetim Planı, bir yerde taşkının nasıl yararlı, canlandırıcı, akarsuyla çevre alanları bağlayıcı bir şey olduğunu söylüyor. Tedbirlerden bahsederken de doğaya uygun çözümleri methediyor kısaca. Sanırım bu bölümü yabancı bir kaynaktan çevirip koymuşlar, çünkü raporun ruhu doğayla uyumlu değil. Önerdiği tedbirler arasında doğa dostu bir tek uygulama yok. Betonlar betonlar betonlar…

Bozkurt’ta herkes, Bozkurt selinin görüntülerini seyreden bütün Türkiye, afete derenin getirdiği ağaçların, odunların sebep olduğunu düşünüyor gibi. Sel ağaçları yerinden söktü, ormancıların kesip depoladığı kütükleri sel aldı köprülere dayayıp baraj yaptı, su da oralardan taşıp şehri bastı, sonra köprüleri de yıktı. Anlatılan hikaye kabaca bu. DSİ de şimdi bunun bir daha olmaması için dere içinde inşaat yapıyor. Durum bu değil halbuki. Evet, suyun sürüklediği kütükler tahribatı kesinlikle arttırır ve arttırdı Bozkurt’ta da. Ama şu videoda da görüldüğü gibi, o kütükler, ağaçlar gittikten sonra da muazzam bir su kütlesi bütün vadiyi kaplayarak akıyor, üstünde tek çöp yok. Reyhan Dengizer’in 1950’de söylediği gibi, çay alabildiğine geniş akıyor.

Sorun, dereye yer bırakılmamış olması. Ezine çayı yüzbinlerce, milyonlarca yıl kah cılız akarak, kah böyle coşarak kendine yer açtı, bu yeri genişletti, taşacak alanlar yarattı, etrafını indirdi, yatağını doldurdu, sonra boşalttı, içinde bitkiler ağaçlar çıktı, sonra onları yıkıp önüne kattı, sonra ağaçlar yine çıktı… Yine aynı şey oluyor. Oluyor, çünkü doğa canlı, durmuş, hareket etmeyen bir varlık değil. Düşünün ki yer kabuğu denen sert nesne bile hareket ediyor, deprem diyoruz ona, yeryüzünü şekillendirmeye, şeklini değiştirmeye devam ediyor. Bunu oldurmamaya çalışmak akıldışı. DSİ işte bunu yapmaya çalışıyor. Çok sevdiği şu slogana bakın: “Dereler taşmasın, gözyaşları sel olmasın.” Deprem olmasın, demek gibi bir şey bu. Yağmur yağacaksa dereler de taşacak.

Dereleri, doğayı ‘yöneten‘ kurumlarımızın belgeleri, doğanın/derenin doğaya zarar verebildiğini söylüyor. Hayır, doğa kendine zarar vermez, kendini yenileyip durur. Gözyaşlarını sel eden doğa değil, insandır, kurumlardır, siyasettir. İnsanları öldüren, taşkın değil, yanlış yapılan işlerdir. Depremde insanları öldüren nasıl yer sarsıntısı değil de yanlış yere yanlış yapılan binalarsa, aynı öyle.

Fakat bu ülkede ne devlet ders çıkarıyor ne insanlar. Çok vahim taptaze bir örnek Abana’dan. Denize çok yakın bir yerde, derenin tam dibine lise binası yapıyorlar. Eski lisenin yeri güzel olduğu için oraya otel yapacaklar! Çocuklarımız neden güzel yerlerde okuyamayacak da turistler orada kalacak? Çocuklarımız güzelliğe layık değil mi? Ama anlaşılan, çocuklarımız güven içinde okumaya da, yaşamaya da layık değil. Büyük bir taşkın riskinin ağzına atıyorlar öğrencileri. Bugün oraya okul binası yapanlar yarınların cinayetinin katilleridir, bu kadar yalın.

DSİ’nin Ezine çayını hapsetmek için çektiği duvarlara güveniyorlar, ama çok yanılıyorlar, o duvarlar geçen yılki gibi büyük yağışların yaratacağı taşkına engel olamaz, alabildiğine geniş akan bir dereyi zaptedemez. Bu duvarlar, sahte bir güvenlik duygusu yaratır. Altı ay öncesine kadar DSİ 23. Bölge Müdürü olan İbrahim Yaroğlu, Bozkurt’tan bunu ilan etmişti (Türkçesini biraz düzelterek veriyorum):

“Bu ıslah çalışmaları neticesinde taşkını yüzde yüz önlüyoruz diyemiyoruz. Kanalımızın genişliğini, duvarımızın yüksekliğini bir debi hesabına göre boyutlandırıyoruz. Bizim hesapladığımız üzerinde debi gelmesi durumunda, yaptığımız tesisler, yaptığımız duvarlar, gelen debiyi taşımayacağından yine taşkına sebebiyet verebilecektir.”

DSİ, Bozkurt’u da, başka hiçbir yeri de mühendislik işleriyle, betonla koruyamadı, yine koruyamayacak. Dünyanın vazgeçtiği bu uygulamalarla sadece doğayı tahrip edecek, sahte bir güvenlik duygusu yaratacak, sonunda yine insanları öldürecek. (Dünyanın niye vazgeçtiğini, neler yaptığını daha önce Diken’de yazmıştık: DSİ dediğin çağdışı kalmış canavar! ve DSİ dayanılmaz bir hafiflik ve laçkalıkla dereleri boğuyor)

DSİ derhal ıslah edilmeli, öncelikle mühendislerden arındırılmalı bu kurum. Betonarme hesaplarına kitlenmiş DSİ mühendisleriyle derelerimiz ölür, insanlarımız ölür, ölüyor. Böyle olacağını bilim söylüyor, halk bilgisi de söylüyor.

Yıllar önce muhtarın eşliğinde mühendisler gelmiş Arhavi’ye, derede inceleme yapıyorlarmış. Yakındaki tarlada çalışan yaşlı bir kadın muhtara sormuş:

Hantepek mu ikoman?/Bunlar ne yapıyor?”

Mühendislerin dere daha iyi aksın diye ölçüm yaptıklarını söyleyince muhtar, kadın kızmış:

Heşo şeyi var iven. /Öyle şey olmaz.”

Muhtar da kadına çıkışmış:

Si mu giçkin, hantepe muhendisiyenan, skanişen kayi uçkinan. /Sen ne biliyorsun, bunlar mühendis, senden iyi biliyorlar.”

Kadın şöyle cevap vermiş:

Hakoni mühendisi Ağustozis gelahtasen. /Buranın mühendisi Ağustos’ta gelecek/inecek.”

Mustafa Alp Dağıstanlı

Mustafa Alp Dağıstanlı

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.