-Sevgili okuyucu, bu yazı yerinden yurdundan edilerek isimsiz kitleler haline dönüştürülmüş mültecilere ithafen yazılmıştır.
Yeni başladığım beyaz yakalılıktan yorgun düşmüşüm, bir an önce metro gelsin diye tüm sıkılganlığımla bekliyorum. Tam karşımda büyük puntolarla yazılmış yazıya kayıyor gözüm yine: “Brüksel: Avrupa’nın merkezi”. Ben olsam şöyle yazardım diye düşünüyorum: “Brüksel: Yerinden yurdundan edilmişlerin merkezi!’’ Ne kadar odağımı değiştirmeye çalışsam da kaçamıyorum göçmenlik üzerine düşünmekten. Bunun bir sebebi de ikinci kez izlediğim, bu yazının da konusu olan filmin hala uykularımı kaçırıyor oluşu! Sinemanın rahatsız edici gücünü gözler önüne seren Flee (2021), göç konulu birçok filmden kendini ayıran eşsiz bir film. Flee’yi böylesine eşsiz kılan nedir yakından bakalım istersen sevgili okuyucu.
Flee, Danimarkalı yönetmen Jonas Poher Rasmussen ’in yirmi beş yıllık arkadaşı Amin’in sığınmacı olarak başladığı ve şimdilerde göçmen olarak anıldığı yasam öyküsüne dayanıyor. Filmin gücü tam da bu öyküyü anlatış biçiminden kaynaklanıyor. Yönetmen, animasyon ve belgesel anlatısını iç içe sunmakla kalmıyor, arşiv görüntüleriyle de anlatıyı destekliyor ve Amin’in bireysel hikayesinin aslında büyük bir tarihin parçası olduğunu yüzümüze vuruyor tüm sarsıcılığıyla. Flee’yi birçok filmden ayıran diğer önemli bir özellik ise kahramanın film içindeki konumu. Amin kendi hikayesi anlatılırken, iradesini yönetmene teslim etmiyor. Basından sonuna kadar kendi hikâyesinin sahibi olmaya devam ediyor. Bu durum da filmin izleyiciyle kurduğu bağın çok güçlü ve hızlı bir şekilde oluşmasına katkı sağlıyor. Gerçi kahramanımız Amin’le bağ kurmak için o kadar çok sebep buluyoruz ki filmi izlerken… Neden mi sevgili okuyucu?
Otuz beş yaşında olan Afgan göçmen Amin artık Danimarka vatandaşıdır ve felsefe profesörü olarak çalışmaktadır. Bir yol ayrımında tanırız onu. O yol ayrımından çıkış, şimdiye kadar kimseye anlatamadığı hikâyesini –artık- anlatmasından geçmektedir. Böylece, 1980’li yılların Afganistan’ına gideriz. Amin çok çocuklu bir ailenin en küçük çocuğudur. Sokaklarda koşup oynadığı dönemlerde, Kabil’de bambaşka telaşlar vardır. Afganistan’da yıllardır devam eden huzursuzluk, 1989’da Sovyet ordusunun yenilgisiyle birlikte iç savaşa dönüşür. Artık Taliban sahnededir ve Afganistan hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. Savaş, istikrarsızlık ve İslami Emirlik anlayışının yükleri o kadar ağırdır ki, Afgan halkı –diğer birçok mülteci halk gibi- bir mezarı bile olmama ihtimaline rağmen yollara düşmek zorundadır! O yıllarda Afganistan’dan mülteci kabul eden tek devlet SSCB’dir. Amin; kız kardeşleri, abisi ve annesi ile Moskova’ya gider. Ancak isler orada da karışmış; SSCB yıkılmış, yolsuzluk ve açlık orada da tırmanmıştır. Amaçları İsveç’te olan abileriyle buluşmak ve kendilerine yeniden bir ev kurabilmektir. Ev mefhumu filmin ana noktalarından birini oluşturur. Bir mültecinin yeniden aidiyet hissedebileceği, güvende olabileceği ve terk etmek zorunda kalmayacağı bir ev anlayışı bizi dünyanın içinde bulunduğu göç kriziyle yüzleştirir yeniden. Sahi nedir bu mülteci, sığınmacı ya da göçmen olmak dedikleri? Göç terminolojisi ne zamandır bu denli karışık? Bu sıfatlar için ne kadar büyük bedeller ödemek zorundayız?
Paul Collier’in dediği gibi mülteci ve göçmen arasındaki ayrımı yapmak eskisi kadar kolay değildir. Ayrıca her ülke bu konuda farklı hukuk kuralları uygulamaktadır. Mesela Amin için sığınmacı olarak başladığı ve şimdilerde göçmen olarak anıldığı bir öyküsü olduğundan söz ettik. Bir sığınmacıydı çünkü sığınmacı olmak, mülteci olarak uluslararası koruma aramak ancak statüleri henüz resmi olarak tanımlanmamış kişi olmak demektir. Resmi araştırmalar yapıldıktan sonra devlet yetkilileri onaylarsa mülteci statüsüne ulaşabilirsiniz. Mülteci olmak ise vatandaşı olduğu ülke dışında olan ve “çeşitli nedenlerle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu” için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen kişileri ifade etmektedir. Göçmen kişi ise herhangi bir sebepten dolayı doğduğu ülkeyi terk etmek durumunda kalmış kişidir. Ancak bu ayrımı yapmak o denli kolay değildir. Mesela, İran ve Türkiye’den Avrupa’ya doğru yaşanan göç, herhangi bir savaştan kaynaklanmamaktadır ancak bu ülke vatandaşlarının göçe zorlanmadığını söylemek doğruluktan uzak olur. Amin’in durumunda bu ayrımlar daha açıkça görülse de, o bile mülteci olabilmek için hayatinin en travmatik zamanlarını bu uğurda deneyimlemiştir. Annesi ve abisi ile çıktıkları Avrupa’ya ilk ulaşma yolculuğu büyük bir hüsranla sonuçlanmıştır. Hayati tamamıyla insan kaçakçılarının vicdanına kalmış, seçme şansı olmayan insanlar olarak denizin ortasında bir teknenin içinde beklemek zorunda kalmışlardır. Günlerden sonra bir Norveç gemisi teknenin yanına yaklaşır. Geminin onları kurtaracağına, Norveç’te yeni bir hayat kurabileceğine sevinen onca insanın arasında, Amin yalnızca utanç hisseder. Zaten gemi onları orada öylece bırakıp gider ve geçenlerde Ocean Viking gemisinin yarattığı gibi uluslararası bir krize neden olur. Yine uzun günler teknede bekledikten sonra, Estonya polisi gelir ve orada bulunan bütün sığınmacıları eski bir binaya götürür. Aylarca insani koşullardan uzak, aşağılanarak ve başlarına ne geleceğini bilmeden orada yasarlar. Altı ay sonra onlara iki seçenek sunulur: Ya o binada ölene kadar yaşayacaklardır ya da Moskova’ya geri döneceklerdir. Moskova’ya geri dönerek, bir yıl boyunca kacak yaşarlar. Kaçak gecen günlerin ardından Amin on beş yaşında bir çocuk olarak bu sefer daha güvenli (?) yollarla İsveç’e ulaşmaya çalışır ancak kendisini Danimarka’da bulur. İnsan kaçakçısının kendisi için yazdığı hikâyeyi ezberler ve Danimarka’ya ulaşır ulaşmaz bütün ailesini savaşta kaybettiğini, evi olmadığını ve asla geri dönemeyeceğini kanıtlamaya çalışır. Böylece aslında var olan ailesiyle yıllarca görüşmemeyi göze alarak mülteci statüsüne sonunda (?) kavuşur. Ancak o statüyü almak için göze aldıklarını, başına gelenleri asla unutmaz. Afganistan’a geri gönderilmekten korktuğu için de hikâyesini kimseye anlatamaz, ruhunda korkunç bir ur gibi taşır mazisini. Filmin yayınlanmasından sonra da Amin karakterinin gerçekte kim olduğu açıklanmaz çünkü mülteci olmak, güvende olsan bile tetikte yasamak demektir.
Amin’in hikayesi umutla bitiyor. Güvende hissedebileceği, terk etmek zorunda kalmayacağı bir eve sonunda kavuşuyor. Ancak her mültecinin hikâyesinin böyle bitmediğini biliyoruz. Bugün birçok insan çoğunlukla politik sebeplerle, daha iyi bir hayati hak ettikleri inancıyla çok zor koşulları göze alarak Avrupa’ya ulaşmaya çalışıyor. Bu insanlar için büyük önyargıların olduğunu bizzat kendi ülkemizdeki mülteci algısına bakarak anlayabiliriz. Bu önyargıları kırmak elbette kolay değil sevgili okuyucu ancak zorunlu. Bütünlüklü bir mücadele anlayışıyla, Avrupa’ya ve Türkiye’ye düşen sorumlulukları her gün hatırlatarak bu radikal değişime ulaşabiliriz. Ama bütün bunlardan önce, gelen mültecileri isimsiz kitleler olarak görmeyi bırakmalı ve topluma sürekli korku pompalayan yanlı yayınların karşısında, mültecilerin her birinin yitik mazileriyle hayata direndiklerini hatırlamalıyız.
- (n.d.). Retrieved from https://bianet.org/bianet/toplum/167434-multeci-gocmen-siginmaci-arasindaki-
- Afghanistan’s refugees: forty years of dispossession. (2019). Retrieved from Amnesty International: https://www.amnesty.org/en/latest/news/2019/06/afghanistan-refugees-forty-years/#:~:text=Forty%20years%20ago%2C%20Afghans%20began,on%20Christmas%20Eve%20in%201979.
- Ciftci, A. (n.d.). Kaçış: Geçici Olmayana Özlem. Retrieved from Altyazi Dergi: https://altyazi.net/yazilar/elestiriler/kacis/
- Göç Terminolojisi. (n.d.). Retrieved from SGDD: https://sgdd.org.tr/goc-terminolojisi/
- Malik, K. (2013). Book review: Exodus: Immigration and Multiculturalism in the 21st Century, By Paul Collier. Retrieved from Independent: https://www.independent.co.uk/arts-entertainment/books/reviews/book-review-exodus-immigration-and-multiculturalism-in-the-21st-century-by-paul-collier-8871734.html
- Vardar, N. (2015). Mülteci, Göçmen, Sığınmacı Arasındaki Farklar? Retrieved from Bianet: https://bianet.org/bianet/toplum/167434-multeci-gocmen-siginmaci-arasindaki-