Ada Vapuru – Gidiş
Çocukluğumun yazları Trakya’da geçti. Bir Yunanistan radyosu duymanın, Türkiye radyosu duymaktan çok daha olası olduğu yollarda kilometrelerce yolculuk yaptım hep. Bundan 6 sene önce, yine böyle bir yola atıldık annem, babam ve kardeşimle. Babam, “Gökçeada’ya gidelim” dedi, atladık arabaya, 2-3 saat sonra da varmıştık. Ada merkezi öyle ilgimizi çekmedi pek, babam “Rum köyleri varmış, tepelerde, oralara gidelim” dedi, oralara gittik, ben kafamı çok eski bir ağacın kallavi bir dalına geçirdim. Yara izim alnımın solunda, bir serin yaz akşamı evimize döndük.
Geçtiğimiz altı yılda Gökçeada’ya dair hiçbir şey duymadım diyemem. Tam aksine, parlatılmış yazlık inşaatı reklamları ve cittaslow pazarlamaları derken, İstanbul’dan da ulaşımı oldukça rahat olan Gökçeada’yı sağ olsun inşaat ve turizm sermayedarları bize hiç unutturmadılar. Ranta karşı direnen ada sakinlerini[1] gördük ara ara, var olsunlar!
Ne anlatıyorsun Meriç? Nereye bağlanacak bu yazı? 3 gün önce bir kitap aldım, -tabi siz bunu okurken muhtemelen aradan birazcık daha fazla zaman geçmiş olacaktır-, Serdar Korucu’nun “Şimdi Kim Kaldı İmroz’da” isimli kitabı. Okudukça ara ara gördüğüm yazlık sitesi projeleri, butik otel reklamları, “Rum evinde harika bir Gökçeada deneyimi” başlığındaki Airbnb ilanları bu kitap sonrası kafama güzel bir darbe yememe sebep olan yaşlı ağacın dalıyla aynı etkiyi yaptı bana. Biraz gezinelim.
Panaghia I
Önce, Gökçeada’dan, yani İmroz’dan bahsedelim. Korucu’nun titiz araştırması yol gösterecek bize. Araştırmaya göre, 1920’de adada tamamı Rum 9207 kişi yaşıyor, 1923’te adanın Türkiye yönetimine geçmesiyle 1500 kişi adayı terk ediyor. Tüm anlaşmalara rağmen, devlet özel mülkleri himayesi altına geçirirken, sebep olarak da kaçanların Milli Mücadeleye ihanet ettiğini sunuveriyor. Bu, nesillerce sürecek, yüzlercesini yuvasından edecek bir göç hikayesinin ve bir istimlak serüveninin başlangıcı. İkinci Dünya Savaşı esnasında kamulaştırılan manastır arazilerine, 1940’ların ikinci yarısında, Korucu’nun deyimiyle “adaya adalı olmayanların yerleştirilmesi” (s. 25) ilk bu dönemde başlıyor.
İkinci Dünya Savaşı etkileri henüz yeni yeni atlatılırken, 1960 Darbesi giriveriyor devreye. Her bir hamlede kendini yeniden var eden, gücünü yetki sınırından alan devlet, Milli Güvenlik Kurulu’nun da adıyla, “adaların kadastrosunun yapılması”, “müftü tayini”, “cami inşası”, “açık tarım cezaevi tesisi”, “Jandarma Er Eğitim Taburunun intikali” gibi kararlarını açıklıyor. Bu kararların etkilerine sıra gelmeden, 1964’te adadaki Yunanca eğitim sıkı bir şekilde engelleniyor. Ana dilini korumak refleksiyle, Rum aileler ya çocuklarını İstanbul’a eğitim almaya yollamak zorunda kalıyor, ya da adayı terk edip ailecek İstanbul’a yerleşiyor. Ancak, bu kadarla da kalmıyor. Açık tarım ceza evinin kurulması neticesinde, adadaki sıfıra yakın suç oranı tecavüz ve cinayeti radikal bir biçimde içerecek şekilde artıyor. Bu süreçte yaklaşık 23 bin dekarlık alan kamulaştırılıp önce cezaevine tahsis ediliyor, sonra bir kısmı adaya yerleştirilen adalı olmayanlara veriliyor. Takip eden süreçte, adadaki Rum nüfusu, 3061’e düşmüş oluyor. 1970 yılında adanın adı Gökçeada olarak değiştiriliyor, zira İmroz’un yeterince Türkçe olmadığına kanaat getiriyor bir devlet büyüğü.
Panaghia II -Artık Ada Merkezi
1974’e gelindiğinde, “kendisini dil, kültür ve din itibariyle homojen bir ulusu var etmeye -veya bu ulusun eskiden var olduğunu ispat etmeye [adayan]” (White,2013:24) devlet, yatırımlarının karşılığını alıyor. Belki burada şöyle bir ayrım yapılabilir, adaya yerleştirilen Gökçeadalılar ile nesillerdir adaya kök salmış olan İmrozlular arasında gerilim yükseliyor; Rum çocuklar tehdit ediliyor, manastırlardaki ikonalar tahrip ediliyor, ataerki tüm şovunu tecavüz ve cinayetlerle sürdürüyor.
Herhangi bir dönemin cumhurbaşkanın, azınlık haklarının ihlal edildiğini kabul etmesi 1988 yılında Özal’a nasip oluyor. Olan jenerasyonlar boyu göçe zorlanmış İmrozlulara ve birazdan devam edeceğimiz üzere, İmroz’a oluyor.
Size bu hikayeyi anlattım çünkü toprak mekan ve zamanın içerisinde olduğu kadar ötesinde de bir varlıktır. Nesiller, üzerinde yaşadıkları toprak ile bağ kurarak onu nasıl işleyeceklerini öğrenir ve bunu aktarırlar. İnşa edilmiş çevrenin materyalinden tutun, pencere boyutuna, her bir detay geçmiş nesillerin deneyimlerinin bir akışı, geleceğe adım atan bir yaşam temsilidir.
İmrozlu varlığının ve kimliğinin adadan silinmesi üzerine, istimlak edilen ve göç sonucu atıl kalan arazilerin halini merak ettim birazcık. En yaygın emlak satış sitesini bir yokladım. “Gökçeada Dereköy’de Satılık Rölöveli Taş Ev ve 7374 m2 Zeytinlik”, “… EMLAKTAN E.BADEMLİ’DE EV YADA BUTİK OTEL İÇİN YIKIK EV”, “TEPEKÖYDE BAHÇELİ BARAJ MANZARALI İKİ KATLI 100 M2 ESKİ TAŞ EV” gibi ilanların açıklamasında “Ev Dereköy’de güzel konumdadır… Etrafı açıklıktır… Yolu vardır… Butik otel olmaya müsaittir…”, “Türk ve Rum vatandaşların beraber yaşadığı eski bir Rum köyü”, “Restorasyonu tamamlandıktan sonra istenirse ticari işletme kullanımı için belediyeden alınacak izin ile kullanılabilir” gibi ifadelerin olduğunu gördüm.
Anlayacağımız, tarihselliğinden ve zaman-mekan bütünlüğünden koparılmış İmroz, 1988’deki kağıt üzerindeki barıştan sonra, tam da o dönemde başlayan Özalcı neoliberal politikalar doğrultusunda işte böyle eski Rum taş evlerinden dönüştürülmüş butik otel cennetine dönüvermiş. Butik otellerde adanın güzelliğine doyamayanlar için “Havuzlu Sitede Önü Kapanmaz 1+1 Daire”ler, “Bahçeli Müstakil Yazlık Ev”ler, “Site İçinde Sahibinden 0 Konut”lar inşa edilmiş.
Ada Vapuru – Dönüş
Tek tip vatandaş inşası, günün sonunda bir adanın nüfusunun büyük oranda değişmesine sebep olmuş, bağ kurulan toprağın arazileştirilmesine birinci elden hizmet etmiş, akabinde de arazilerin rantlaşmasına asfalt yol döşemiş. Anlatılan öyle alelade bir akış değil, bu toprakların hikayesidir. Bu bir yerinden edilmişliğin, sonra da yer’in kendinden edilmişliğinin hikayesidir.
Korucu, kitabının adını “Şimdi kim kaldı İmroz’da?” diye soran Ekümenik Patrik Bartholomeos için “kaleme aldığını” söylüyor. Cümleye şimdi bugün, çimentoların ve inşaat makinelerinin üstüne çıkıp da yeniden bir yorum getirelim: Şimdi kim kalır İmroz’da?
Korucu, S. (2022) Şimdi kim kaldı İmroz’da? Mutlular adasından yasak bölgeye: Gökçeada. İstos Yayınları. İstanbul
White, J. B. (2013). Müslüman milliyetçiliği ve yeni Türkler. İletişim Yayınları. İstanbul
[1] https://www.birgun.net/haber/rant-politikalari-gokceada-yi-dort-bir-yandan-kusatmis-durumda-365714