“Mavi Boyalı 1914”: Levski Sofia Futbol Fanatiklerinden Öğrendiklerim

Bu yazı, aidiyet duyduğum yerlerden birisi olarak tanımladığım Kuzeybatı Bulgaristan’ın farklı şehirlerinde iki haftadan fazla süren seyahatimin ilk gününden son gününe değin zihnimde kurmuş olduğum bir yanılsamanın arkasında yatan ne denli politize edilmiş hayatlar yaşadığımızın trajikomik hikayesidir. 

Göçmen mahallesinde yaşayan, Bulgaristan’dan Türkiye’ye birkaç on yıl önce göç etmiş bir ailenin çocuğu olduğunuzda öğrendiğiniz ilk şey; ailenizin bir kısmı sizinle sizin “buranızda” yaşarken, diğer yarısının siyasi sınırlarla ayrılmış ve adına yabancı bir ülke denilen dili, kültürü, hukuku, bürokrasisi, kısacası aklınıza gelen her şeyi farklı ve bir o kadar benzer yönetim mekanizmaları altında, uzaklığına gelince ise İstanbul-Ankara arası kadar mesafe olmayan topraklarda yaşadığıdır. Yıl içerisinde bulunan her boş vakitte kilometre cinsinden yakın olsa da politik sınırların zihnimizde uzak olarak tahayyül ettirdiği bu iki sınır arasında sürekli bir insan sirkülasyonu yaşanır. Hele bir de yaşadığınız mahalle tamamen aynı bölgeden gelen göçmenlerin kurmuş olduğu bir yerel teşkilatlanmaysa, sokakta dolaşırken duyduğunuz şey “öteye giden ve gelen” insanların hikayeleridir. Benim gibi Bulgaristan göçmeni bir aileden gelen veya Bulgaristan’dan direkt kendisi göç eden kuşaklar bilir bu ötesi ile berisinin bitmeyen hikayesini. Hayatlarının bir kısmında ötededirler, bir kısmında ise beride. Ne öte beriye tercih edilir ne beri öteye. Bu öte ile beri arasında bitmek bilmeyen mekik dokuma öteye beriden, beriye öteden birçok şey götürmenizi de sağlar. Bir bakıma iki mekânda da değişikliklere sebebiyet veren öznelere dönüşmüşsünüzdür artık. Üstelik şimdi bu öte ve beriye bir yenisi olarak Batı Avrupa ülkeleri eklendi. Fakat bu farklı bir yazının konusu olsun. Sözü pek saptırmayayım. 

Osmanlı’nın ve cumhuriyetin göç tarihine kısaca göz attığınızda Balkanlar’dan ve özellikle bugünkü Bulgaristan sınırlarından Türkiye’ye birçok göç dalgasının gerçekleştiğini ve yüzyılı aşkın süredir insanların bu yeni öte ile beri arasında devamlı hareket halinde olduğunu göreceksiniz. Bugün burada sizlere anlatmak istediğim ne göçlerin ardında yatan dillere pelesenk olmuş ekonomik-politik gerekçeler ne de artık sosyal bilimcilerin anlatmaktan bıkmadığı göç dalgaları sonucu her iki ülkede de meydana gelen sosyokültürel, sosyoekonomik ve politik dönüşümler. Bugün ben sadece kendi ötemle berimin hikayesini anlatmaya başlayacağım. Aile üyeleri arısında 20 yıldır belli sebeplerden Bulgaristan’a bir türlü gidemeyen tek kişi bendim. Üstelik Bulgaristan ve Bulgaristan Türkleri üzerine çalışmalar yürüten genç bir araştırmacı olarak… Ta ki 4 Temmuz 2022 tarihine kadar. 

4 Temmuz akşamı eski ismi İslimiye bugün ise Sliven olarak bilinen bu kasabaya vardım. Sliven Bulgaristan’ın ulus devletleşme sürecinde Türkiye sınırına yakın konumundan dolayı Bulgaristan 3. Ordusuna ev sahipliği yapmış bir şehirdir. Bugünlerde ise NATO üssünün yakınlarında bulunan bu şehrin nüfusunun çoğunu ordu mensupları oluşturmaya devam etmektedir. Arabadan inip dayımın evine giriş yaparken binanın duvarına mavi boya ile yazılmış “1914” tarihini gördüm ve bu duvar yazısı nedense dikkatimi oldukça çekmişti. Yanında ne bir slogan ne de farklı bir figür vardı. Sadece 1914… Eşyalarımı bırakıp hızlıca şehri dolaşmaya başladığımızda binaların duvarlarında, köşe başlarında, ara sokaklarda mavi boyalarla düzensizce iliştirilmiş bu 1914 yazısı dikkatimi çekmeye devam etmekteydi. Tüm kentte mavi boyalı “1914” dışında tek bir duvar yazısı bulunmamaktaydı. Zihnim hemen Bulgaristan siyasi tarihini kronolojik olarak analiz etmeye başladı. Bulgaristan’ın Osmanlı yönetiminden bağımsızlığı değildi. Balkan savaşları hiç değildi. Birinci Dünya Savaşı olabilir miydi? Fakat Bulgaristan tarih yazımında Birinci Dünya Savaşı travmatik bir öneme sahip değildi. Neydi 1914’ün hikmeti? Üstüne üstelik neden mavi renk boya?

Ertesi gün Sliven’e oldukça yakın Yambol şehrine geçiş yaptık. Yine aynı renklerle yazılmış 1914 yazısı. Bir de üstüne Yambol’da 1413 yılında inşa edilmiş Eski Camii olarak bilinen Ebu Bekir Camii’nin duvarına çizilmiş gamalı haç sembolünü de görmüştüm. Artık emindim, bu 1914’ün ardında kesinlikle etno-dinsel bir mesele yatmaktaydı. Zihnimde bunları sorgularken Bulgar Senfoni Orkestrası’nın şehrin kültür merkezinin önünde çaldığı harika parçalar ve insanların şehrin merkezindeki sakin yürüyüşü yeniden 1914 meselesini unutmamı sağladı. 

Neredeyse bir hafta boyunca Sliven’de Stara Planina’nın sırtlarına tırmandım, müzeleri gezdim, bol kalorili yiyecekleri denedim, şehrin atmosferine işlemiş katmanlı tarihinin izlerini materyal kültürü üzerinden sürmeye kendimi kaptırdım. Kısacası 1914 meselesi de Bulgaristan’daki etno-dinsel gerilim de aklımdan çıkıp gitmişti. Ta ki Varna’ya gidene kadar. Artık bu 1914 meselesi çok fazla olmaya başlamıştı. Nedense nedir bu 1914 meselesi diye kimseye sormayı da kendime yedirememiştim. Bunca yıldır devam eden tarih eğitimime rağmen ben nasıl bilmezdim bu 1914’ü ve mavi rengin hikmetini. En sonunda gecenin ilerleyen saatlerinde konaklayacağımız yere giderken kuzenime usulca bu 1914’ün Bulgar halkı için hangi olaya tekabül ettiğini sordum. Bana şaşkın şaşkın bakıp “Ne siyasi olayı, 1914 meşhur futbol takımı Levski Sofia’nın kuruluş tarihi, mavi de takımın resmi rengi diye” cevap verdi. Sözlerine “Türkiye’de nasıl insanlar her yere Galatasaray, Fenerbahçe yazıyorsa burada da 1914 yazıyorlar buna neden bu kadar şaşırdın ki?”  diye devam ederek bu kez o içinde bulunduğum düşünce kalıbını analiz etmeye çalışıyordu. 

Tüm gece boyunca nasıl bu kadar dar bir bakış açısı ile düşünmüş olduğum konusunda kendime şaşırdım. 1914’ün bir spor kulübünün kuruluş tarihi olduğunu öğrenmek beni neden hayal kırıklığına uğratmıştı? Neden arkasında “bana göre” daha büyük meselelerin olduğunu düşünüp keşfetmeye çalışmakla bu kadar meşgul olmuştum? Aslında bir hafta boyunca kafamın içini kurcalayan mavi boyalı 1914 duvar yazısının arka planındaki büyük resim ne kadar da üzücüydü. Son zamanlarda içinde bulunduğumuz her türlü darboğazın hayatlarımızı ne denli politize ettiğinin bireysel deneyiminden başka bir şey değildi bu. Gündelik siyaset o kadar her yanımızı sardı ki ne sanat, ne spor, ne de ruhumuzu beseleyecek farklı alanlar nazarı dikkatimizi çekebiliyor artık. Kısacası Vasil Levski taraftarları bana büyük bir farkındalık kazandırmış oldu. 

Sinem Arslan

Sinem Arslan

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.