-sevgili okuyucu, bu yazı Mahsa Amini’nin kara saçlarına ithafen yazılmıştır.
Eylül ayının son günlerine denk düşen, hafif esintili “tehdit” dolu bir akşam… Ablamın, iki çocuğuna güzel bir hayat sunmak için didinip durduğu akşamlardan biri. Sesindeki yorgunluğa kıyamayıp yardıma gidiyorum. Annemlerin evinden ablamın evine ışıklı yolları geçerek yaklaşık yarım saatte ulaşıyorum. Ablam koşturuyor, küçük olan uyumamakta ısrarcı ve büyük olan da ödevlerini yapmamakta. Küçüğü zorla uyutuyor, büyüğe de bir şekilde ödevlerini yaptırıyoruz. Bu düşündüğümden fazla zaman alıyor ve saat on bire geliyor. Eyvah! Eve nasıl döneceğim? Babamı arayıp beni alır mısın diye sorsam, laf edecek. Taksi buralarda pek kullanılmaz, nasıl güveneceğim? “Sen nerelerde yürüdün be Gamze!” diyor, kendimi bir güzel cesaretlendirdikten sonra düşüyorum yola. Ablam gönülsüz, onlarca uyarıyla uğurluyor beni. Hızlı yürüyorum. Sokaklar da az insan var ve tahmin edeceğin üzere sevgili okuyucu, o saatlerde sokaklar çoğunlukla tek bir cinsiyete aittir. Yürüyüş hızım gittikçe artıyor. Hızımı öyle artırmışım ki yirmi dakikayı bulmadan eve ulaşıyorum. Neyse ki, sokaklarda rastladığım erkeklerin birkaç imalı bakışı dışında bir şeye maruz kalmıyorum. Şansıma şükrediyorum. Babam uyumamış, kapıyı açınca direkt görüyorum. O da benim göbeğimi hafifçe açıkta bırakan tişörtümü görüyor. Ben ona, o benim açıkta kalan göbeğime bakıyor, ikimiz de öfkeleniyoruz. Hiç bitmiyor diyorum. Bu tehdit, bu göz hapsi ve bu kavga hiç bitmiyor! Ben yirmi yedi yaşındayım, babam altmış iki ve ataerki ise belki bin yaşında. Bir mahkeme salonunun özneleri gibiyiz. Davacı babam ve onun akıl hocası ataerkil devlet sistemi. Davalı ise benim bir türlü görünmezlik zırhını giyemeyip, makul olamayan bu bedenim. Tıpkı Mahsa’nın kara saçları gibi… Bir bardak su alıyorum, Mahsa’nın o “tehdit” dolu gününü düşünmeye başlıyorum…
Mahsa Amini yirmi iki yaşında İranlı genç bir kadın. On üç eylül günü, Tahran’da ahlak polisinin saldırısına uğradı. Gerekçe ise Mahsa’nın “düzgünce” örtünmemesiydi. Karakola götürüldükten birkaç saat sonra hastaneye kaldırılıyor, komaya giriyor ve üç gün sonra da ölüyor. Polis yetkilileri, kırpılmış kamera görüntüleriyle kendini aklamaya çalışıyor ve Mahsa’nın kalp krizi geçirdiğini söylüyor. Ancak Mahsa, o karakola götürülen ilk kadın değil. Haliyle kadınlar o karakolda neler olabileceğini çok iyi biliyorlar. Birçok İranlı kadın tıpkı Mahsa gibi, daha önce o karakollarda hapsedilirken şiddete, aşağılanmaya ve kötü muameleye maruz kalmış. Yani, ahlak polisinin özellikle son yıllarda artan baskısı İran halkının bizzat deneyimlediği bir rahatsızlık. Hal böyle olunca, bu yazının da yazılmasına neden olan büyük bir öfke hali, başta İranlı kadınlar olmak üzere birçok insanı sarıyor. İran’ın birçok kentinde çeşitli protestolar katlanarak devam ediyor. Halk özellikle başörtüsü zorunluluğuna ve ahlak polisinin varlığına ateş püskürüyor. Peki, kim bu ahlak polisleri? Nasıl oluyor da sokak ortasında bir kadını alıkoyup, ölümüne neden oluyorlar?
Resmi adı “Geşd-i İrşad”, yani “Rehberlik Devriyesi” olan ve “ahlak polisi” olarak anılan yapı, düşünülenin aksine uzun bir geçmişe sahip değil. Her ne kadar İranlı kadınlar İslam devrimi (1979) sonrasında birçok hakkını yitirmiş olsa da, henüz denetleniyor değillerdi. Bu yapı, 2005 yılında dönemin cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad tarafından güvenlik güçlerine yardım amaçlı kurulmuş. Ahlak polisinin, halkın yoğun olarak bulunduğu park, alışveriş merkezleri ve meydanlarda kadınların kılık kıyafet yasasına uygun davranıp davranmadığını kontrol etmek ve gerekirse kadınlarla konuşarak onları “iyiye” yönlendirmek gibi, oldukça kısıtlı bir yasal çerçevesi var. Ancak bu yapı pratikte çok daha geniş bir kontrol alanına sahip. Ahlak polisleri adeta bir ahtapotun kolları gibi her yerde dolaşıyorlar. Gerekli gördüklerinde kadınları zorla alıp karakollara götürüyor ve orada kötü muameleye maruz bırakıyorlar. Daha da acısı, o kadınları oradan, yalnızca ailelerinden gelen bir erkek çıkartabiliyor. Yani, kadınlar her an her yerde kıyafetlerini ve saçlarının görünmemesi gereken tellerini düşünmek zorundalar. Peki, kadınların her an göz hapsinde olduğu bu ülkede, ataerkil molla rejimi kadınları yalnızca bedenleri ile mi sınırlamıştı?
Elbette hayır. İran İslam Cumhuriyeti’nde yaşayan kadınların gasp edilmiş hakları, başörtüsü takma zorunluluğunun çok ötesinde. Kadınlar bisiklete binmek gibi küçücük ama değerli bir haktan da, boşanma hakkı gibi çok önemli bir haktan da yoksun durumda. Daha yedi yaşından itibaren başörtüsü takma zorunluluğu bulunan bu kadınlar, sokakta ailesi dışından bir erkekle yürüyemez, tek başına seyahat edemez ve eğer başlarındaki “erk” izin vermezse eğitim alamazlar. Görüleceği üzere “makul” bir özneye dönüşmeye zorlanan kadın, sürekli denetleniyor. Özellikle 15 Ağustos’ta çıkan kararname ile İran cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bu denetimin sertleştirilmesi gerektiğini açıklamıştı. Mahsa’nın o tehdit dolu son günü de bu yayınlanan kararname sonrasına denk düşüyor. Merak ediyorsun değil mi sevgili okuyucu, bunca sindirme, yok sayma ve dönüştürme politikası karşısında İranlı kadınlar ne yapıyorlar?
İran yaklaşık iki bin beş yüz yıllık bir geçmişe sahip. Bu köklü geçmiş içinde İran sokakları çok ciddi halk ayaklanmalarına sahne olmuştur. Direngen yanıyla bilinen İran halkı, birçok dönüşüm karşısında söz söyleme cesaretini göstermiştir. Özellikle İslam Devrimi’nden sonra yoğunlaşan baskılar neticesinde ülke birçok protestoya tanıklık etti. Bu protestolarda kadınlar adeta lokomotif görevi görebilecek kadar önemli özneler olarak karşımıza çıkmışlardır. “Yeşil Dalga” (2009) olarak anılan ve umudun simgesi haline gelen protestolarda kadınlar çok önemli birer özneydi. Aynı zamanda 2017 ve 2019 yıllarında ülke geneline yayılmış protestolarda da kadınlar sokaklardaydı. Ancak Mahsa’nın ölümünden sonra gerçekleşen protestoların temel öznesi “ilk” kez kadınlar. Çok daha radikal bir dille, ülkenin her köşesinden, kadınlar başörtülerini çıkarıyor ve tutuklanacaklarını bile bile sokaklarda polisle çatışıyorlar. Yetmiyor, Mahsa’nın yası için saçlarını kesiyorlar. Çok radikal bir dille, molla rejimini ve onun uzantısı ahlak polislerini istemediklerini haykırıyorlar. Bu cesaretleri ve direnişleri dünyanın birçok yerinde yankı bulmuş durumda. Sen de merak ediyorsun değil mi sevgili okuyucu; kırk iki yıldır İran’ın her köşesine sızmış molla rejimine karşı başlayan bu direniş nasıl sonuçlanacak? Bu protestolar rejimin sonunu getirir mi? Kadınlar en temel haklarına “artık” kavuşabilir mi?
Bu sorulara yanıt bulmak kolay değil. Ancak İranlı yönetmenlerin sözlerine kulak kabartmak gerektiğini düşünüyorum. İranlı kadınlar şu an gerçekten “tarih” yazıyorlar. Korkuya meydan okuyarak kız kardeşleri Mahsa’yı ve onun bedeniyle simgeleşmiş özgürlüklerini talep ediyorlar. Öyle görünüyor ki İran halkının büyük bir kesimi de yanlarında. Ancak dünya halklarından desteğe ihtiyaç duyuyorlar. Bütünlüklü bir mücadelenin gerekliliğini vurguluyorlar. Biz de onların bu seslerine kulak vererek her noktadan itiraz seslerini yükseltmeliyiz. Yazarak, şarkı söyleyerek, sokaklara dökülerek Mahsa’nın adını haykırmalıyız!
Görsel: https://www.theguardian.com/world/2022/sep/21/iranians-share-your-views-on-the-protests-following-mahsa-aminis-death
- Aktaş, İ. (2022, EYLÜL 24). Gerçek Gazete. Homa X: https://artigercek.com/yazarlar/irfan-aktan/homa-x-iran-rejimi-kadini-seks-objesi-olarak-goruyor#google_vignette adresinden alındı
İran’ın Ahlak Polisleri Kimdir. (2022, eylül). BBC News Türkçe: https://www.bbc.com/turkce/articles/c840kg3rglvo adresinden alındı