Köprüden Önceki Son Yasak?

Artık son günlerini yaşamakta olduğumuz 2022 yılı, benim için çok özel bir yıldı. 2014’ten 2017’ye kadar kesintisiz olarak müzik yazarlığına odaklanan ama sonraki yıllarda savrulan biri olarak bu yıl müzikle ilişkimi çok daha güçlü bir şekilde inşa ettim. Örneğin, müzik temasını da içeren bir yazıdan kazandığım telif ücreti ile Deep Purple konserine bilet aldım. Bu, benim için önemliydi. Sonra ise BirGün gazetesinde kültür sanat muhabiri olarak çalışmaya başladım ve temel ilgi alanım da müzik olduğu için sanatçılarla, plak firmalarıyla, organizatörlerle ve müzik yazarlarıyla iletişimimin çok güçlü olduğu bir yılın temellerini atmış oldum. Bütün bunlar bir yana bu yıl sevgili editörlerimizin girişimleriyle hayat bulan arete portal’da yazmak da ayrı bir mutluluk, büyük bir kazanım.

Tabii ki Türkiye’nin güncel konjonktüründe endişesiz yaşamak zor ama tam da gazeteye girdiğim andan itibaren haber toplantılarına hemen hemen her hafta bir konser yasağının gündem olduğuna şahit oldum. Eskişehir’deki festivalden Aynur Doğan’a, Melek Mosso’dan Gülşen’e kadar pek çok sanatçının ve organizasyonun baskı altına alındığına şahit oldum. Ben, müzik yazarlığı veya kültür sanat muhabirliği hedeflerken açık konuşmak gerekirse çıkan albümleri, yapılan önemli festivalleri, filmleri, sergileri vs. yazıp çizmeyi hayal ediyordum. Daha doğrusu kişisel olarak zaten bu kanaldan ilerliyordum ama genel olarak kültür sanat medyasının da ana gündemlerinin bunlar olacağı bir ortam hayal ediyordum. Ancak, organizasyonlar kimi zaman alkollü içkiler başta olmak üzere yaşam tarzı odaklı birtakım “hassasiyetlere”, kimi zaman ise sanatçıların söylemleri, görüşleri ve etnik kökenleri odaklı “gerekçelere” dayalı olarak iptal ediliyor ve yasaklanıyordu. Yetmiyormuş gibi Türkiye’nin belki de en apolitik alanını temsil eden yerli pop müziğin öncü isimleri Tarkan, “muhalefet liderliğine” yakıştırılırken Gülşen ise gözaltına alınarak bedel ödüyordu. Hatta Gülşen’in gözaltına alınması ve tutuklanması, bir siyasi dava kadar ses getirdi ve pek çok sanatçının tepkisini çekti.[1]

Gazetemizde o dönemde doğal olarak pek çok kez bu bağlamda haberler yapıldı. Özellikle politika ve gündem sayfalarında çok sayıda haber oldu. Benim de kültür sayfası haricinde yayınlanan nadir haberlerimden biri, yayın koordinatörlerimizden Yaşar Aydın’ın yönlendirmesi ve editör Kayhan Ayhan’ın derlemeleri ile şekillendi. Konser yasaklarını, sektörden ve akademiden farklı insanlara sorduk. Haberin başlığında ise kültürel hegemonya konusu ön plana çıktı. [2] Kimi zaman konserlere katılan kitlenin yaşam tarzına kimi zamansa sahnedeki sanatçının etnik kökenine, politik söylemlerine veya kıyafetlerine yönelik müdahale olarak değerlendirilen konser yasakları, tabii ki tek bir gerekçeyle açıklanacak türde değildi. Özellikle tarikatların veya iktidara baskı yaratma potansiyeli olan, ki maalesef bu grupların bazılarının muhalefeti de etkileyebileceği/etkilediği ortada, çeşitli baskı gruplarının hedef göstermeleri sonucunda iptal edilen konserlerde ön plana çıkan başlıklar; yaşam tarzına müdahale ekseninde şekillense de burada bir de, yine büyük saygı duyduğum ve toplantıdaki fikirlerini dikkatle dinlediğim Yaşar Aydın’ın bu konudaki görüşlerinden aydınlandığım başka bir olgu vardı. O da, Zeytinli’nin yasaklanmasını eleştirdiğim yazıda da[3] belirttiğim gibi ideolojik veya kültürel kodlardan ziyade toplumun geniş kitlelerinin ve özellikle de genç kesiminin aynı noktalarda birleşmesinin önüne geçmekti. Gezi Direnişi’nden beri toplumu bir araya getiren, özellikle de farklı kimliklerden insanları bir araya getiren her türlü etkinlikte şiddetini artıran baskının anlamını temel olarak burada aramak anlamlı diye düşünüyorum.

Burada esas olarak ön plana çıkan şey, iktidarın bir olguya taktı mı takması ile gelişen bir sistematik baskı. Nasıl ki bugünlerde Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne sistematik bir abluka gerçekleştiriliyorsa; nasıl ki zamanında Canan Kaftancıoğlu’na, Selahattin Demirtaş’a ve HDP’ye, referanduma “hayır” diyeceği için MHP’de kurultaya girmesi engellenen ve hatta parti kurma sürecinde engellenmeye çalışılan Meral Akşener’e karşı sistematik bir abluka uygulandıysa konser dinleyicisi ve ekseriyetle özgürlüklerini korumaktan yana olup AKP iktidarının baskılarına karşı olan insanlara veya kendi tabiriyle dert edindiği olgular hakkında bir çift laf etmekten geri duramayan Emin Alper’e karşı düzenlenen ablukanın da motivasyonu benzer. Gördüğünüz gibi burada birbirinden farklı görüşlere sahip olan çok fazla örnek var. Ancak, daha dün Tayfun ile konuştuğumuz bir olgudan yola çıkarak burada mesele nelerin savunulduğu veya nelere inanıldığı değil, nelerin tartışıldığı. İki yıldır nedense pek emin bir şekilde gideceğini öngördüğümüz iktidar, bu varsayımdan kendisi de çekiniyor olacak ki her geçen zaman diliminde baskının ve ötekileştirmenin düzeyini kimi zaman kısık ateşle kimi zaman ise “şok” hamlelerle artırmaya devam ediyor. Özellikle de tartışılmasından çekindiği alanları kendi yarattığı gündemlerle baskılamak ve bir şey tartışılacaksa da onu kendi söylemlerinin hegemonyası ile tartışılabilir hale getirmek, iktidarın seçim yaklaşırken takındığı öncelikli tavırlardan biri. Hakikat olgusunun içselleştirilmesi bir yana dursun, adeta yok sayıldığı bir tavır bu.

İktidarın bu alışkanlığı karşısında muhalefeti temsil eden partiler ve kitleleri de ele almakta yarar var. Özellikle konser yasakları veya genel olarak sanat üzerindeki baskı ele alındığında Türkiye’de her şeye rağmen umut verici bir kitlenin var olduğunu gözlemlemek mümkün. Gerçekleşmeyen, gerçekleşemeyen festivallerin yanı sıra pek çok konserde ve festivalde geniş kitleleri temsil eden çok sayıda insan bir araya geldi. Inti Illimani konserindeki “El Pueblo Unido, Jamas Sera Vencido”[4] haykırışının bir ütopya olmadığını Kurak Günler’in gördüğü ilgi üzerinden anlamak mümkün.

Ana muhalefet ve birlikte yürüdüğü Altılı Masa ise iktidarın kurduğu baskının şiddeti veya hedefi ne olursa olsun günden güne yaklaşan seçimleri işaret etmeye devam ediyor. “Bay Kemal’i” sorgulamadan beklememiz konusunda müthiş bir ısrar söz konusu. Önümüzdeki seçimlerde mevcut iktidarın görevinin demokratik bir şekilde sonlandırılmasını isteyen geniş kitleler ise, uzayan belirsizliklerin gölgesi altında heyecanını ve inancını yeniden sorgular hale gelmeye başladı. Takdir edersiniz ki bir yolda giderken “Köprüden önce son çıkış” tabelasını görmek kimseye heyecan vermez. Ancak, bundan daha kötüsü ise yolu bilmezken bu tabela ile karşılaşmaktır. Yol arkadaşlarımız, o tabelaya varmadan önce de kıymetlidir ve önümüzdeki altı aylık süreç, tam olarak bu tabelaya varmadan önceki son anlarımızı temsil ediyor. Yolu kazasız belasız tamamlamak kadar doğru yoldan gitmek ve doğru yere varmak da bir o kadar önemli. Böyle zamanlarda müzik, sinema ve genel olarak sanat; yine en büyük dermanımız olacak. Herkese iyi seneler ve çelik gibi sinirler diliyorum. Umarım büyük bir baş ağrısı ile girdiğimiz, Cumhuriyet’in 100. Yılını, gelecek yıllardaki mücadelemizin teminatı olacak derin bir nefesle kutlarız. Umudumuz en büyük dostumuz, yola onsuz çıkmamak dileğiyle…


[1] https://www.birgun.net/haber/hedef-sadece-gulsen-degil-yasamimiz-nesemiz-400516

[2] https://www.birgun.net/haber/yasaklar-kulturel-hegemonya-icin-406424

[3] https://areteportal.com/yasaklarla-mucadelede-hemfikir-miyiz/

[4] “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez”

Erkin Can Seyhan

Erkin Can Seyhan

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.