İstanbul’un kuzeyinden, Ağva’dan selamlar. Sitemizdeki, hatta ben evimiz demeyi tercih ediyorum, yazılarım arasında en güzel manzarada yazdığım yazıya uygun gördüğüm manşet aslında ilişkisi olgunlaşan ama dile getirilmekte zorlanan bir çiftin birbirlerine sordukları soruyu andırıyor. Fakat, başlığa yerleşen soru; politik ve konjonktür gereği biraz da pragmatik bir ilişkinin artık bir hayli toksikleşmiş bir evresinde, olgunlaşan değil de eriyerek yok olmaya yüz tutan döneminde gündeme geliyor.
Evet, yaklaşık sekiz ay sonra, büyükşehirleri de göz önünde bulundurunca hayati öneme sahip olan yerel seçimler varken muhalefet hâlâ 14 ve 28 Mayıs’taki sonuçları sindirmekle, yüzleşmekle ve içsel hesaplaşmalarla uğraşıyor. Uğraşmalı da zaten ama bu uğraş, işleri kişiselleştirmekten ve parti içi çekişmelerden dolayı hem muhalefetin hem de toplumun ayağına dolanınca ortaya büyük problemler çıkıyor.
Türkiye’de muhalefetin temsil etme sorumluluğunda olduğu geniş halk kesimlerinin en büyük talihsizliği, bunun nerede kırılacağını henüz kestiremesek de buna sürekli olarak itiraz etmek de yarar var, bütün reflekslerimizin tapu halinde birkaç siyasi partiye teslim edilmiş olması. Bu, bireyler olarak belki de milyonlarca kişinin yakındığı bir şey olsa da bir araya gelmek önemli bir bilinç ve biz bundan çok uzak kaldık. Çünkü ne zaman bir araya gelsek, gelmeye kalksak, gelecek gibi olsak ortaya çıkan siyasetçiler -ki genellikle Millet İttifakı partilerinden- bizleri sabırlı olmamız konusunda telkin etti. Bunun sonucunda pasifize olan toplum, her türlü demokratik talebin ve tepkinin en güçlü şekilde ifade edilmesi gereken alanlarda bile oturup partilerin içindeki değişimleri, değişim olanaklarını dizi izler heyecanıyla takip etmeye devam ediyor. Bugün, seçimden önce birçoğumuzun fazlasıyla inanıp güvendiği, seçim gecesi birçoğumuzun kendi meşrebince razı olduğu, “hakkını helal ettiği” ya da teşekkür ettiği Kemal Kılıçdaroğlu, o kadar büyük hayal kırıklığının ardından henüz iki ay geçmesine rağmen yine sandığı işaret ediyor ve bunu yaparken toplumsal hiçbir tepkiden çekinmiyorsa bütün bunlar bu pasifliğimizden kaynaklanıyor. Bir araya gelemeyen, bilinçli ve ortak akıl yürütemeyen toplumlarda ne yazık ki bu durumu tersine çevirecek olan da yine bir lokomotif parti veya lider hareketidir. Bugün Ekrem İmamoğlu üzerinde öyle bir umut olsa da CHP’de belirsizlik ve tansiyon uzun süre devam edecek gibi. Şimdi gelelim Kemal Kılıçdaroğlu meselesine.
Bir önceki paragrafta “hakkını helal etmek” ifadesini bilerek tırnak içinde yazdım. Çünkü, seçim gecesi bu cümleyi duygusal bir durum dahilinde kuran insanları tenzih ederek, böyle bir durumda hakkımızı bireyler halinde helal edemeyiz. Bu ülkede en geniş katılımlı olarak ortaklaştığımız yegâne şey seçim günü sandığa gitmek ve oy kullanmak. Bu kadar insanın hep birlikte ülkenin kaderini belirlediği, ki bunu ben demiyorum Kemal Kılıçdaroğlu diyor, seçimin ardından hakkımızı helal etmek gibi bir şey olamaz. Bizim uzlaşı metnimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası. Burası, kanunlar önünde, en azından teorik olarak herkesin yurttaş olduğu bir hukuk devleti ise insanlara cennetten arsa satar gibi “seçime kadar sabredin” veya “hakkınızı helal edin” gibi beklentilerle gidemezsiniz. Hakkımızı helal edebileceğimiz bir durum yok çünkü bizler hep birlikte bir seçim yaptık, bir adaya inandık ve iktidara oy verip de bugünkü ekonomik gelişmelerden dolayı pişman olan insanlar nasıl özeleştiri veriyorsa biz de kendi inandığımız, peşine düştüğümüz ve tercih ettiğimiz isimler üzerindeki yanılgımız hakkında öz eleştiri vermeliyiz, vereceğiz. Birçok ezberin bozulduğu, klişelerin yerle bir olduğu bu seçimden sonra değer yargılarımızın biraz sarsılması, bildiklerimizi yeniden düşünmeye ve sorgulamaya başlamamız bizler için yıkıcı değil belki de yararlı olacak. Zaten, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ya anlamadığı ya da görmek istemediği şey şu ki hiçbirimiz saf insanlar değiliz. İnsanlar saf düşünceleri ve davranışları bazen saflıklarından değil, saflığa inanmak istediklerinden dolayı sürdürürler. Bu, onların kandırılabileceği ya da akılları ile alay edilebileceği anlamına gelmiyor. Zaten başaramazsınız da. Bu, iki insan arasındaki ilişkiden milyonlarla insanı ilgilendiren toplumsal ilişkilerin bütününe kadar böyledir. Bu çok net. O yüzden Kılıçdaroğlu, insanlarla dalga geçer gibi beyanatlarda bulundukça on yılı aşkın süredir inşa ettiği imaj dahilinde olumlu olarak ağır basan bütün niteliklerini bütünüyle kaybedecek.
Halihazırda her ne kadar canımız sıkkın olursa olsun mevcut hükümeti desteklemeyen yüzde 48 olarak en önemli dertlerimiz arasında gelecek yerel seçimler ve daha uzun vadede de çok sevdiğimiz kentlerimizin ve memleketimizin geleceği söz konusu. Bununla birlikte, maalesef ki, her ne kadar güvenimiz ve inancımız sarsılmış olsa da Cumhuriyet Halk Partisi önümüzdeki yerel seçimlere her şekilde muhalefetin lokomotifi olarak girecek. İki ayı yedik, kaldı sekiz ay. Kamuoyunun yarım yamalak haberdar olduğu gelişmeler, demeçler, tartışmalar, sızdırılan toplantılar, CHP’den bile gizlenen protokoller vs. muhalefetin temsil ettiği kesime dahil olan yurttaşların sağlıklı bir şekilde idrak edilemeyen gündemleri arasında yer alırken kurultay süreci ne olacak, Kemal Kılıçdaroğlu devam edecek mi, Ekrem İmamoğlu -ki partinin halihazırda en parlak, en başarılı ismi- nasıl bir konumda olacak, İstanbul ve Ankara adayları kimler olacak, ittifaklar nasıl şekillenecek gibi pek çok soru bizleri endişelendirir derinlikte var olmaya devam ediyor. Muhalefetin en büyük temsilcisinde durum buyken, ki muhalefetin diğer bileşenleri de güllük gülistanlık durumda değilken, aklımızdaki soru: “Biz şimdi neyiz, ne olacak bu halimiz?”
Son olarak, konudan bağımsız ama dile getirmekte sorumlu olduğum bir durum… Parlamento seçimlerinden neredeyse iki buçuk ay geçti ve depremde en çok etkilenen iller arasında yer alan Hatay’ın Türkiye İşçi Partili Milletvekili Can Atalay hâlâ özgürlüğüne kavuşamadı. Seçildiği gün nasıl yoğun duygularla sevindiysem iki buçuk aydır da aynı yoğunlukta duygularla özgürlüğüne kavuşmasını bekliyorum. Bunu hepimiz adına bekliyorum. Yalnızca Hatay’ın değil; hepimizin onun gibi bir milletvekiline ihtiyacı var. Kaldı ki Hatay, özellikle de şu zorlu günlerde, zaten hepimizin.
Özellikle seçimden sonra konuşmalarımız, yazdıklarımız, çizdiklerimiz ve dinlediklerimiz önemli dozda öfke ve hayal kırıklığı barındırsa da umutlu olmaktan ve bizim olan hayatımızı yaşamaktan başka bir şansımız yok. Kaldı ki, elimizde olanlar, her zaman ve her yerde görülmeye değer güzellikler ve deneyimler de sunacaktır. Mücadeleyi elden bırakmak yok. Son sözü müzik söylesin, saygılarımla…
Editör notu: Yazı görseli yazı amaçlı Kadıköy sokaklarında flanörlük yapan Erkin Can Seyhan (@canfailun) tarafından çekilmiş olup, yazı bu görsel üzerine inşa edilmiştir.