Bu yazının birkaç öncülü var. Birincisi, insanlığın belli bir bölümünün birtakım temel gereksinimlere erişim noktasında yardımlaşma faaliyetine muhtaç bırakılmalarını bir ayıp olarak görüyor ve bu türden yardımlaşmaya bir erdem olarak düzülen övgüler bu aslî gerçeğin gözden yitirilmesine sebep olduğu için o övgülerin uzağında bir yerlere konuşlanmaya gayret ediyor. İkincisi, ahlâk ve erdem gibi kavramların burjuva tesellisi olduğu şeklindeki beylik laflara da soğuk bir bakıştan fazlasını layık görmüyor ve eğer insan temel gereksinimlerini elde edince kendini cennette sayacak bir tür değilse, yani “karnım tok sırtım pek” demekle iktifa etmeyip ilaveten “alnım açık yüzüm ak” deme talebindeyse bu kavramların hayatî bir önem taşıdığı inancında.
Bu duruşlardan ilki açıktır. Hürü Teyze, canı ne zaman çekerse o zaman lahana almayı hak eder. Dahası, lahanasını kendi parasıyla alabilmeyi hak eder. En iyi durumda gizli bir hayırseverin işe müdahale etmesi, orta şekerli durumda Ahbap platformunun duruma müdahil olması, en kötü durumda ise ülke genelinde düzenlenecek bir kampanyayla evinin önüne sepet sepet lahana yığılması gibi yollarla değil. Bunlar, halihazırdaki durum gereği ehvenişer olarak sürdürülebilir – ancak bir erdem övgüsüne veya yardımlaşma türküsüne konu olmaksızın. Nihayetinde yardımlaşmanın bu türlüsü bile muhallebi gibi yayıldığı bir koltuktan “İlk evvela fukaralık bitmeli!” diye ahkâm kesen ve ömrühayatında elini muhtemelen bir akrep kolonisini barındırdığı cebine iliştirmemiş meşrepten şikâyetçilerin sızlanmalardan iyidir. Ancak Hürü Teyze’yi lahanaya kavuşturma operasyonlarının salt erdem düzeyinde düşünüldüğü yerlerde boy gösteren ve her biri ciddi sonuçlara gebe birkaç tehlike ıskalanmamalıdır. Yardımlaşma bir vicdan temizliği, bir “kaza bela defi” rahatlığı, bir benlik berkitme ve gizli gurur faaliyeti değilse, ki olmamalıdır, aktif bir ilke tarafından ve bu aktif ilkenin sağladığı tefekkür imkânından ayrılmaksızın icra edilmelidir. Dolayısıyla muvakkat bir çözüm olarak Hürü Teyze’ye lahana götürenin sorumluluğu, Hürü Teyze’nin niçin buna gereksinmek zorunda bırakıldığının düşünülmesidir. Ahir ömründe hâlâ el emeği göz nuru işlerini pazara götüren, dolayısıyla bu duruma bir tür tembellik sonucu gelmediğinden emin olmadığımız takdirde utanmamız gereken Hürü Teyze ile kader mahkûmları hariç kimsenin nimetten saymaması konulu fıkraların ana karakteri olan lahana gibi bir besin maddesinin arasına dikilen duvarların umursanmadığı yerde, yardımlaşma bir erdem olma özelliğini hakkıyla kazanamaz. Bu tavrın yarattığı bir diğer sıkıntı pornografik düzeyde bir teşhirin daima eşlik ettiği ve adeta “çıtkırıldım” seviyesinde bir duygusallıkla servis edilen yardım kampanyalarının ileri seviyede bir çiğlik barındırmasıdır. Göçük altından çıktıktan sonra canı köfte çeken küçük bir kıza bütün bir otoyol kenarı zincir köftecilerinin “Biz de eksik kalmadık” gerdan kırıtmasıyla kilo kilo donmuş köfte göndermeleri, bu çiğliğin yakın tarihli bir yansımasıydı. Bu tür yardımlar başta akıl dışıdır, küçük bir kızın tüketebileceği köfte miktarını olsun hesap etmekten aciz bir duygusallıkla işlemektedir; peşinden de çirkindir, adını taşımayacak caminin bağış kutusuna yarım lira atmaya gönlü elvermeyen altın dişli hacı amca elinden çıkmışa benzerler. Erdem de ahlâk da böyle bir kaynaktan neşet etmez. Teorinin gözleme öncel olduğu bilim felsefesinin yeni keşfiyse, niyetin eyleme öncül olduğu ahlâk felsefesinin -velev ki Amerika’nın yeniden keşfi kabilinden olsun- keşfi olmalıdır.
Öte yandan, Hürü Teyze’nin lahanaya, komşusunun pırasaya, berikinin çikolataya, ötekinin muza ve herkesin bir iş ile bir eve kavuştuğu bir durumda yardımlaşmaya artık gerek duymayacağımız safdilliğinden kaçınılması gerekliliği de ıskalanmamalıdır. Değil bu nevi temel ihtiyaçların karşılandığı, herkesin Varyemez Amca gibi altın sikkeler içinde yüzdüğü alternatif bir dünyada bile insan yardımlaşmaya gereksinecektir, gereksinmelidir. Bunun artık bir erdem olmaktan çıkacağı dünya pek öyle düşlemeye değer de gelmez insana. Aksine insanlar, karınları tok sırtları pek oldukları, bugünkünden çok daha mesut o muhayyel aralıkta yardımlaşma erdeminin künhüne varabilecekleri şartları elde etmiş olurlar. Lahana için örme lif satmak derdinden, minibüs değiştire değiştire vilayete varmak eziyetinden halas olduklarında Hürü Teyze ile muhatapları arasında mütekabiliyet esasına dayanan bir yardımlaşma imkânı doğar. Bir diğer deyişle, yardımlaşma bir fazilet ise medînetü’l-fâzıla ancak bugün yardımlaşma lafından anladığımız şeye gerek duymadığımız andan itibaren tam manasıyla kurulabilir. Kafamdaki fantezinin canı buna lükste-yardımlaşan-toplum demek istiyor. Zaten bir işe sahip olduğu için kenara para koyduğu takdirde gelecek senenin yaz aylarında tatile çıkabilecek arkadaşına bu seyahati için gereken parayı önden verip onu tatil hevesi için bekleme zorunluluğundan kurtaracak bir toplum bu. Kuşkusuz, açlıktan bayılmak üzere olan birini fark edip göstere göstere onun karnını doyurmak ve üstüne “insanlık ölmemiş!” övgülerine mazhar olmaktan çok daha erdemli bir yardımlaşma metodu. Eli kolu tuttuğu hâlde beş adım arkanızdan gelen kimseye kapıyı tutmanız neden değerliyse, bu da o yüzden değerli. Köfte ve lahana yardımlarının, giymekten bıkılmış eskilerin dağıtımının yerine zaten alabileceğimiz fakat almak için beklememiz gerekecek şeylerde yardımlaşmanın, hemen herkesin zahmetsiz biçimde açabileceği kapıları tutmak kabilinden olsun bir ince görüşlülüğün ikame edilmesi: yazının vizyonu budur. Şayet bunlar lüks diye adlandırılmışsa bugünün şartları bu satırların yazarını anlaşılırlık adına buna icbar ettiği içindir.
Demek ki eleştiriyi iki taraftan yürütmekte yarar var: İnsanların lahana alabilmek için kendilerine yardım eli uzatılması gereken böylesi bir işleyişi muazzam bir istikrahla reddediyoruz. Fakat herkesin -bu yazı boyunca “lahana”da mücessem hâle gelen- temel ihtiyaçlarının karşılandığı yerde yardımlaşmanın ortadan kalkacağı gibi tuhaf bir fikrin neşesiyle göbek atmak da insan saadetini ekmeğe endeksleme itiyadının o köhnelikten artık gıcırdayan sesini müzikten saymak olur. Şüphesiz, bugünkü şartlar içinde Hürü Teyze’ye lahana, çevrimiçi dersine girmesi gereken köy çocuğuna bilgisayar, darda kalan öğrenci arkadaşımıza borç veya hibe olarak nakit sağlamak bir ödevdir. Ancak eşit derecede önemli bir ödev, bu ödevin niçin uhdemize isabet ettiğinin tahlilini yapmaktır. Yine eşit derecede fakat bu sefer görece uzun vadeli bir diğer ödev, bu ödevden kurtulmak için gayret göstermektir. Nihayetinde (maalesef bir hayli) uzun vadeli bir diğer (bu sefer “ödev” değil fakat) ödev “teklif”i de, ufku biraz daha genişleterek karnı doymuş insanların ülkesini kurma ödevini tamamladığımız takdirde yardımlaşma erdemini nasıl yaşatabileceğimizin derdine düşmektir. Zira karnı tokluk alnı açıklığı, sırtı peklik yüzü aklığı zorunlu bir biçimde beraberinde getirmediği cihetle ahlâka ve erdeme olan ihtiyacımız bir anda ortadan kalkacak değildir.