Hani Benim Alışkanlığım Nerede?

Bu yazı, benim Katar Dünya Kupası üzerine yazıp çizdiğim belki de tek yazı olacak. Turnuva boyunca rahatsızlıklarımın dışında oyun olarak hoşuma giden bir şeyler olur veya Messi önderliğindeki Arjantin şampiyon olursa belki burada veya başka mecralarda bir şeyler konuşabilirim. Çünkü, boykot çağrılarını da beyhude bulmakla birlikte izlemekten de rahatsızlık duyacağım bir turnuva hakkında ne söyleyebilirsem burada özetlemeye çalışacağım. Bunlar bilgilerden, verilerden ve analitik detaylardan ziyade artık tutkulu olmaktan hicap duysa da en derin alışkanlıklarından biri futbol olan bir insanın şahsi gözlemleri olarak okuyacağınız düşünceler olacak. Başlarken geçtiğimiz günlerde Beyoğlu’nda hayatını kaybeden yurttaşlarımızı saygıyla anmak istiyorum. Ayrıca bu yazıya başlarken, Dünya Kupası dendiği vakit ülkemizin akla gelen ilk isimlerinden, nezaketi ve ustalığı ile gönülleri fethetmiş, duayen gazeteci Halit Kıvanç’a saygılarımı sunmak istiyorum.

2020’nin başlarında hepimizin başına musallat olan ve yakamızdan düşmeyen pandemi, birçok anlamıyla dünyanın gerçeklerini değiştirdi. Buna “yeni dünya düzeni” gibi ağır kavramlarla falan yaklaşmıyorum. Ancak, yaşam alışkanlıklarımızın temelden sarsıldığı bir gerçek. Kalp atışlarının bir süre durup yeniden kendine geldiği durumlar arasında seyreden düz çizgi, yaşamsal fonksiyonlarımızda değilse bile sosyal ve ekonomik yaşantımızda ciddi biçimde etki etti.

Bu ortamda işimiz, okulumuz, aile hayatlarımız, ilişkilerimiz vs. gibi doğrudan içinde olduğumuz olgular gibi takipçisi, tüketicisi veya uzaktan gözlemleyicisi olduğumuz pek çok olgu da bu şokun etkileri ile hayatımıza kimi zaman doğrudan kimi zaman dolaylı olarak etki etti. Bir futbolsever olarak hayatıma doğrudan mı yoksa dolaylı olarak mı etki ettiğini kestiremesem de futbolun yaşadığı dönüşüm, beni son derece yoran ve zihnimdeki futbol algısını değiştiren bir seyirde ilerlemeye devam ediyor. Üstelik, bu yalnızca pandemiyle ilgili olmayan, pandemiden önce var olan ve sonra da var olacağını bildiğimiz dönüşümlerin pandemi ile birlikte can sıkıcılığını geliştirmesiyle hayatımıza nüfuz eden bir ilerleme. Evet, önümüzdeki Katar 2022 Dünya Kupası da bir önceki cümle gibi çözülmesi zor bir düğüm. 2020 Haziran’ından beri bir ZIP arşivi gibi sıkıştırılan spor ve dolayısıyla futbol takvimi, son iki yılı herhalde beş altı yıldır yaşıyormuşuz hissiyatı üretti.

Önümüzdeki Dünya Kupası, her ne kadar planlandığı zamanda başlayacak olsa da turnuvanın Katar’da oynanacak olmasından dolayı sonbaharda oynanması, 2020 yazından beri devam eden bu absürtlükler bütününün bir parçası olarak hissettiriyor. Zira liglerin yavaş yavaş ritmini bulduğu, takımların oyunlarının ve bireysel performanslarının netleştiği bu dönemde hem kulüp futboluna ara verilmesi, hem de turnuvanın Katar’da gerçekleşmesinin pek çok politik, sosyal ve kültürel unsurdan ötürü yarattığı rahatsızlık ana gündemimiz.

Olaya her şeyden önce alışkanlıklar yönünden yaklaşmak isterim. Bence futbol, bugününden ve geleceğinden ziyade geçmişinden dolayı bağ kurduğumuz bir oyun. Bu yüzden şimdiki zamana karşı taraftarları ve futbolseverleri motive etmek için bile birçok hikâye üretilmesi gerekir. Çünkü geçmişteki maçlar ve turnuvalarla hayatımız temas etmiş ve hikâyelerimiz oluşmuştur. 2006 Dünya Kupası’nı izlediğim günlerde hayatıma dair ne hayaller kurduğumu veya 2008 Avrupa Şampiyonası’nı izlerken kime âşık olduğumu şu an bile hatırlıyorum. Hayatımdaki hikayeleri bu kadar kronolojik hatırlamamı sağlayan şey ise futbolun o alışılageldik takvimini içselleştirmemiz. Bundan dolayıdır ki tanıdığım pek çok futbolsever muhafazakardır, alışkanlıkları konusunda hassastır. On yıllardır her dört yılda bir ilkbahar aylarından itibaren gelmesi beklenen; kimimiz için yaz eğlencesi, kimimiz için karne hediyesi olan Dünya Kupası’nın ekonomik çıkarlara dayanan bir motivasyon ile kasım ayına alınması bu açıdan problem.

Bununla birlikte, kimse alınmasın ama, Dünya Kupası’na şimdiye kadar futbol kültürleri ve turnuvaya renk katan yaşam kültürleri ile renk katan coğrafyalarla bağ kuran futbol seyircileri, Katar’a karşı böyle bir hissiyatı hiç yaşamadı. Dünya Kupası’nın Katar’a verildiği günden beri herkesin aklında aynı düşünceler ortaya çıktı. Bu da FIFA önderliğinde futbolun para babası bir coğrafyaya teslim edilmesiydi. Katar’ın veya Körfez sermayesinin futbolda nasıl bir enflasyon yarattığı, zaten son yıllarda Avrupa futboluna yaptıkları şuursuz yatırımlarla aşina olduğumuz bir durumken futbolda Katar ve benzeri güçlerin etkileri bizim gibi eski alışkanlıklarına sadık futbol izleyicilerinin tadını kaçırdı. Güçlünün hegemonyasını sürekli artırdığı, Avrupa’nın devlerinin vahşileştiği, UEFA ve FIFA’yı para hırsının bürüdüğü bu futbol ikliminde Katarlı yatırım gruplarının bir futbolcuya 222 milyon Euro bonservis ödemesinin payı olmadığını iddia etmek bir hayli zor. Eskiden insanların saygı duyduğu, en azından metotlarını örnek almaya çalıştığı Avrupa futbolunun geçtiğimiz yıl kıl payı geri döndüğü Avrupa Süper Ligi garabeti ve son yıllarda Avrupa’ya pek çok alanda vurulan “ikiyüzlülük” damgasının futbolda da vurulmaya başlanmasının gerekçeleri bu teslimiyetten bağımsız ele alınmamalı.

Bu ay severek takip ettiğim Socrates Dergi’de gördüğüm bir başlık ilgimi çekti. İbrahim Altınsay’ın yazısının başlığı olan “Tadı Kaçtı Tuzu Kaldı”, kupanın bizde yarattığı beklentiyi doğru tarif eden örneklerden biri. Geriye kalan tuz, belirsizlikten başka bir şey yaratmazken, çok değil, biraz olsun kafasını kaldırıp sağına soluna bakan birçok futbolseverde acı bir tat bırakmaya daha şimdiden başladı. 2010’dan bu yana emek, insan hakları, özgürlük ve güvenlik gibi pek çok başlık altında tartışılan, ki bu konuda geçtiğimiz günlerde BirGün’den arkadaşım Eren Tutel güzel bir haber hazırladı, Dünya Kupası’na takımların oyun yapılarından, genç futbolcularından, taraftar kültürlerinden ve potansiyellerinden azade bir biçimde Katar’ı tartışarak gidiyoruz. Yine Socrates’in son sayısında, bu sefer Dağhan Irak’ın başlığına atıfta bulunarak “İzlemek de Zor İzlememek de” duygusunu taşıdığımız aşikâr.

Dünya, pandeminin etkilerinden sonra halen normali aramaktayken futbol da kendi özelinde bu normali aramak durumunda. Fakat takvim olarak normalleşmeye en yaklaştığımız anda, her ne kadar önceden planlanmış olsa da en anormal sürece girmek üzereyiz. Ummakla kalacağımı düşünerek ve üzülerek umuyorum ki futbolu yönetenler, bunu üretip ve sunan taraf olarak bu oyunun esas sahibinin sporcular ve taraftarlar olduğunu öğrensinler. Yoksa, ki bunu yalnızca Katar Dünyası Kupası özelinde söylemiyorum, alışkanlıklarımız gereği futboldan kopmayı başaramamakla birlikte izlediğimiz her maçta mide ekşimesi yaşamaya devam edeceğiz.

Erkin Can Seyhan

Erkin Can Seyhan

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.