Devlet ile Ekonomi Ayrılabilir Mi?

“Eski zamanlarda, fakir olanlar sadece halklar değildi; yönetenler de öyleydi.”

Heredot.

Türkiye, son zamanlarda, insanların sadece geçim derdinden, döviz kurlarından, hiper-enflasyondan bahsettiği bir ülke haline geldi. Ekonominin günbegün kötüye gitmesi, hayat pahalılığı, yaşanan krizlerin sıradanlaşması ve gündelik bir hal almasını içselleştirmiş vaziyetteyiz. Oysa ekonomiden bahsederken siyaset, yönetim, hukuk gibi diğer alanları dışlamak ne kadar doğru olabilir? Bu soru aslında yüzyıllardır tartışılan başka iki soruyu daha akıllara getirmektedir. Siyaset ve ekonomi ayrı olarak değerlendirilebilir mi? Devleti nasıl konumlandırmalıyız?

Yaşadığımız fakirleşmeyi, karşı karşıya kaldığımız hiper-enflasyon sürecini devletin uygulamalarından ya da siyaset alanından bağımsız düşünemeyiz.  Zira eşitsizliğe kaçınılmaz veya fakirliğe de bir çeşit olgunlaşmamış durum olarak bakmak yerine, her ikisini de devam eden bir sürecin sonucu olarak değerlendirmek gerekmektedir. Kısacası burada bir tercih söz konusudur. Devlet, kimlerin zenginleşeceğine karar veren bir merci haline gelmiştir. Bu neden devleti salt burjuvazinin bir aracı olarak görmek doğru olmayabilir. Devleti yönetenler kimlerin toplumsal zenginlikten daha çok pay sahibi olacağına, hangi grupların ise toplumsal zenginlikten daha az faydalanacağını belirleyeceğine karar vermekte tereddüt etmezler. Toplumsal zenginliğin yönetimi, refahın bölüştürülmesi kesinlikle politik bir süreçtir ve siyasi tercihlerinize dayanır. 

Yönetici elitler ile sermaye sahipleri arasındaki kuvvetli bağların mevcudiyeti, modern dönemlere özgü değildir. Graeber, devlet ile piyasanın varlığının bir şekilde birbirine karşıt olduğunu inatla savunan liberal teorilerin eleştirilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Devlet ile piyasayı birbirini dışlayan iki farklı yapı olarak görmek, ekonomi ve siyasetin birbirinden tamamen ayrılmasıyla sonuçlanabilecek bir yola sürükler bizi. Keza Adam Smith gibi klâsik liberalizmin temsilcileri özellikle devlet ile piyasa arasında bir ayrım yapmayı tercih etmişlerdir. Oysa Smith bile, piyasanın olmasa dahi, geniş mülkiyet kavramının ilk şartı olarak devletin varlığına atıfta bulunmuştur. Aslında Smith bile servet eşitsizliği ile birlikte sivil yönetiminin belirdiğinin farkındadır. Eğer servet eşitsizliği ile yönetim aynı anda beliren ve birbirinin besleyen süreçler ise devlete bağımsız bir hakem rolünü yüklemek ne kadar doğru olabilir?

Bu konuda birçok örnek gösterebiliriz. Neo-liberal politikalarla övünen, devletin müdahale edebileceği en son alanın ekonomi olduğunu savunan Amerikan siyasetçilerinin icraatlarına bakalım. 2008 yılında ortaya çıkan Mortgage Krizi, Amerikan yöneticilerinin Wall Street ve büyük şirketleri kurtarabilmek için ne kadar radikal tedbirler alabileceğini bize göstermiştir. Kongre ve Başkan Bush, 2008’de, iflas edemeyecek kadar büyük olarak nitelendirilen birçok şirketi kurtarabilmek adına milyarlarca dolar para akıtmıştır. Devletin veya yönetici elitlerin tercih ettiği her maliye ya da para politikası, servet transferinin bir aracıdır. Bu noktada, sizin veya benim gibi sıradan insanları en çok ilgilendiren husus, devletin kimleri ya da hangi toplumsal grupları seçeceği sorusuna odaklanmamız gerekmektedir.

Devletler ya da siyasi iktidarlar genellikle servet sahipleri ile iş birliği içerisinde olmuşlardır. Bu iş birliğinin birçok yönü bulunmaktadır. Öncelikle devlet mekanizmasını ele geçiren grupların sermaye tarafından desteklenme ihtimali oldukça kuvvetlidir. Hitler iktidarı ele geçirirken Alman sermayesi tarafından maddi ve manevi anlamdan desteklenmiştir. Nazilerin devlet mekanizmasına tamamen hâkim olması, sermaye çevrelerinin Hitler’in emrine girmesiyle sonuçlanmıştır. III. Reich, Alman sermayesinin en önemli müşterisidir. Bir noktadan sonra Alman sermayesi, varlığını tamamen Alman devletine borçlu bir toplumsal sınıfa dönüşmüştür. Devletin talepleri ve politikaları kâr marjını arttırmaya devam ettiği müddetçe Alman sermayesi Nazilere karşı herhangi bir tepki göstermekten kaçınmıştır.

Devlet ile sermaye arasındaki ilişkinin niteliğine bağlı olarak karşımıza çıkan bir başka ihtimal daha bulunmaktadır. Bu ihtimal ise yönetici elitlerin zaten sermaye sahibi toplumsal grubun içerisinden çıkmasıdır. Aslında tarih binlerce yıl boyunca bu ihtimalin gerçeğe dönüştüğü birçok anın toplamından ibaret değil midir? Elbette bu soruya evet cevabını vermek son derece indirgemeci bir tutum olur. Ancak bu ihtimalin gerçeğe dönüştüğü sayısız ana şahitlik etmiştir tarih sayfaları. Düşünün ki, tahta çıkan neredeyse tüm Sümer kralları, reayalarına ait tüm tüketici borçlarının geçersiz ve hükümsüz olduğunu ilan etmişlerdir. Bu sayede tebaasını özgürleştiren kral, tebaasının üretime ve aynı zamanda tüketime devamını desteklemiş, bir sermaye sahibi olarak kendisini de ihya edebilmiştir. Ancak yöneticilerin salt kendi çıkarlarını düşünerek hareket etmeleri hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Sürdürülebilir bir iktisadi ve idari sistem son derece mühimdir. Zaten sistemin sürdürülebilir hale gelmesi, meşruiyet kazanması devletin fiziki varlığından bağımsız olarak düşünülemez. Bu nedenle devleti, ama özellikle modern devleti, burjuvazinin iş komitesi olarak değerlendiren Marx’ın görüşlerinin eleştirel bir biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Son olarak, yönetici elitler devlet mekanizması aracılığıyla zenginleşmeye başlar. Kısacası yönetenler devlet mekanizmasının yardımıyla servet sahibi toplumsal sınıfın kendisi haline gelirler. Bu sınıfa kimlerin dahil olacağını veya bu sınıftan kimlerin düşeceğine kendileri karar verirler. Bu son ihtimalin Rusya, Kazakistan, Brezilya, Venezuela gibi ülkelerde yaşandığını ve halihazırda yaşanmakta olduğunu görüyoruz. Mesela Venezuela’yı ele alalım. 2019-2020 yılları boyunca Venezuela’yı kasıp kavuran kriz, karaborsa ve arbitraj mekanizmaları Maduro idaresinde ve ordu içinde de bu ticaretten fayda sağlayan gruplara yaramıştır. Bolivarcı sosyalizmin temel ilkeleriyle taban tabana zıt olan Venezuela örneği devletin toplumsal refahın paylaşımında en önemli aktör olduğu gerçeğini bir kez daha bize göstermiştir. En azından kapitalizmin bu aşamasında devlet önemini korumaya devam etmektedir.

Sonuç itibariyle devleti sadece tarafsız bir hakem gibi görmek ya da burjuvazinin iş komitesi şeklinde değerlendirmek idari, hukuki ve iktisadi ilişkilerin eksik anlaşılmasına sebep olabilir. Yönetim, siyaset, iktisat, sosyoloji ve hukuk gibi bilimler iç içe geçmiştir. Bu bilim dallarını birbirinden kesin sınırlarla ayırmak, bu ayrım üzerinden devlet-sermaye ilişkilerini tahlil etmek bizi yanıltabilir. Maliye ve para politikaları aracılığıyla devletin ortaya koyduğu iktisadi uygulamalar, genelde sıradan vatandaşın çıkarlarını maksimize etmez. İnsanların dayanacak gücü kalmadığı, homurdanmaların başladığı dönemlerde lehimize gibi görünen ama genelde popülist söylemlerin ötesine geçemeyen beyanlar görüyoruz. Devlet, tarihin bir döneminde ortaya çıkmış sosyal, iktisadi, idari ve hukuki bir yapıdır. İnsanlığın değişen koşullarına uyum sağlayamadığı anda başka ortadan kalkması, başka bir yapıyla yer değiştirmesi son derece olağandır. Sözün kısası, bir gün gelecek ne tarihin ne siyasetin ne de ekonominin devletten ibaret olmadığını, aslında sadece sıradan insanların varoluş mücadelesinden doğduğunu anlayacağız.


  1. Richard Dienst, Borç Bağları, Birinci Baskı, Açılım Kitap, 2015, s.40.
  2. David Graeber, Borç: İlk 5,000 Yıl, Muammer Pehlivan (çev.), 1. Basım, Everest Yayınları, 2015, s. 56.
  3. Adam Smith, Milletlerin Zenginliği , Haldun Derin (çev.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009, s. 790.
  4. David Harvey, Sermaye Muamması, Sungur Savran (Çev.), 3. Baskı, Sel Yayınları, İstanbul, 2019.
  5. Claude David, Hitler ve Nazizm, Hüseyin Boysan (çev.), 1. Basım, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 35.
  6. David Graeber, Borç: İlk 5,000 Yıl, Muammer Pehlivan (çev.), 1. Basım, Everest Yayınları, 2015, s. 572.
  7. Michael Hardt, Antonio Negri, Dionysos’un Emeği Devlet Biçiminin Bir Eleştirisi, Ertuğrul Başer (çev.), 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 271.
  8. https://www.evrensel.net/yazi/83200/venezuelada-ne-oluyor (22/02/2022).
Gizem Magemizoğlu

Gizem Magemizoğlu

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.