Geçtiğimiz akşam bir kanalın haber spikeri Hatay’da bulunan depremzedelerin bölgede kalmayı tercih etme eğilimlerine dair sorular yönettiğinde duyduğum cevaplardan birisi beni yaşadığımız deprem felaketinin yaratmış olduğu bir diğer sorun üzerine düşünmeye itti. Depremzede kadın, “Evlerimiz, 40 yılımız burada. Nasıl terk edip gidelim?” diye karşılık verdiğinde, yeri yurdu kalmamış insanlar için yaşadığı yeri bırakıp göç etmenin ne denli beklenen, sıradan bir şeymiş gibi dile getirildiğine şaşırıp bunun üzerine bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim. Motivasyonu deprem de olsa göçmen için de gittiği yerdeki “yerli halk” için de göçü deneyimlemek ve yönetmek basite indirgenemeyecek kadar kompleks bir meseledir. Toplumsal hafızamızda oldukça büyük yere sahip olan göç ve göçmenlik deneyimi deprem ile birlikte ayyuka çıkmış ve göçün nasıl bir siyasa alanı olduğunu bizlere hatırlatmıştır. Ülkenin dört bir yanında göç seferberliği başlamış, bir kısım insan deprem bölgesinden metropollere göçerken İstanbul’dan daha güvenli yerlere de göçler artmıştır.[1] Bir yanda Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönüş haberleri[2] öbür yanda da Belçika başbakanın göçmenler hakkındaki konuşmaları servis edilmiştir.[3] Gündem “deprem ve göç” üzerine bu kadar karmaşık ve yoğunken son bir aydır yaşadığımız ve benim çevre-politik olarak tanımlamayı tercih ettiğim bu göç türü hakkında biraz konuşmak istiyorum. Fakat önce hepimizin yok saydığı bir şeyi yaparak duygularımı ifade ederek başlayacağım.
Şüphesiz 6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli başlayan ve 11 ili etkileyen yıkıcı deprem serisi ülkede neredeyse herkesi paralize ederek duygu-düşünce-eylem birliğini ortadan kaldırmıştır. Ben de herkes gibi ilk başta öfkeme yenik düştüm. Sonra öfkem yerini adını bile bilmediğim insanlar için duyduğum acı ve hüzne bıraktı. Üzerinden iki hafta geçtikten sonra ise deprem ve ölüm korkusu peyda oldu. Olası bir deprem anında birbirinin üzerine yıkılacak güvencesiz, içe içe geçmiş binalarla dolu haddinden fazla nüfusu barındıran çarpık kentleşmiş şehirlerden korkmaya başladım. Geceleri uyumak güçleşti, sanki deprem sadece geceleri olurmuş gibi. Zihnim göçük altında kalma durumunda hayatta kalmak adına çeşitli senaryolar kurmaya başladı. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde kendini gerçekleştirme evresinde bocalanırken ansızın başa dönüp güvende hissedip hayatta kalabilmeyi mesele eder hale geldim. Yaşadığım evden tutun da gün içerisinde bulunduğum her yerde güvende hissetmemek herkes gibi bende de “kaçma” dürtüsünü tetikledi. Depremde evini, hayatını, sevdiklerini kaybetmiş milyonları düşündükçe evimde oturup “güvende hissetmediği için göç etmek” üzerine bu satırları yazabilme imkanına sahip olmayı zül saysam da bu göçlerin politikliğinin altını çizmek istiyorum.
“Güvende olmak”… Yaşadığımız evde, şehirde, okulda, iş yerinde, metroda, kafede, restoranda kısacası günün 24 saatini geçirdiğimiz farklı yerlerde güvende hissedebilmek lüks olmanın da ötesinde bir hal aldı. Son bir aydır yaşadığımız depremlerin getirdiği kıyım ve kayıplarımız yaşamlarımızın ne denli kıymetsiz ve pamuk ipliğine bağlı olduğunu bir kez daha hatırlattı. 16 milyon kişinin depremden etkilediği, takriben 45 bin kişinin hayatını kaybettiği söylenmektedir. Resmi verilere göre deprem kentlerinden 2 milyondan fazla insan da çevre illere göç etmiştir.[4] Bir hayatta kalma stratejisi olarak doğal afet nedeniyle ya da olmuş bir afetin sonuçlarından uzaklaşmak amacıyla “göç etmek”… Yani hayatta kalabilmek için göç etmek, insanlığın göç olgusunu yaratmasına sebep olan ilk motivasyonudur. Modern ve postmodern anlamda düşündüğümüzde sosyo-politik ve sosyo-ekonomik alanlarda motivasyonlarını aradığımız göçün bir diğer çeşidi ile karşı karşıyayız: Çevre-politik motivasyonlu göç ile.
Doğal afetler sebebiyle göç etmek her ne kadar hayatta kalabilme dürtüsü ile ilişkili olsa da yaşadığımız çağda içerdiği politik angajman yadsınamaz bir gerçektir. Bunun en büyük kanıtı daha deprem enkazını kaldırmadan, kolektif travmalarımızı iyileştirme yollarını aramadan göçün yaratacağı sorunlar üzerine yazıp çizip, söylem üretmeye başlamış olmamızdır. Daha şimdiden deprem bölgesinden metropollere gerçekleşen göçün bölgede yaratacağı demografik dönüşüm üzerine kamuoyunu uyarmaya başladık. Üstelik o kadar ileri gittik ki depremin 6. gününde, gerçekleşebilecek olası depremzede göçlerini engellemek için bazı devletlerden dış politika dersleri aldık. Hatta o kadar da ileri gittik ki deprem bölgesinden gelen depremzedelerin gelişlerinin hayatlarımıza yükünü hesap eder olduk. Devlet orada onlara her türlü imkanı sağlarken neden buraya geldiklerini sorguladık. Ve hatta o kadar da ileri gidilmez derken bazılarımız o kadar da ileri gitti ki kira fiyatlarını arttırarak depremin yaratmış olduğu mağduriyetlerden faydalanmaya çalıştık.
İyisi mi biz o kadar ileri gitmeyelim. Göçü deneyimlemeden, mücbir sebeplerle yerini yurdunu, geçmişini terk etmek zorunda kalmadan ya da bunu tercih etme durumuna düşmeden şimdilik göç ve göçmenler adına ahkam kesmeyelim.
[1]https://www.gazeteduvar.com.tr/istanbuldan-deprem-gocu-basladi-haber-1606235
[2]https://tr.euronews.com/2023/02/17/turkiyede-depremden-etkilenen-suriyelilerin-bir-kismi-ulkelerine-geri-donuyor
[3]https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/belcika-basbakani-de-croo-suriyeli-depremzedelerin-turkiyede-barindirilmasi-gerektigini-savundu-2051177
[4]https://www.bbc.com/turkce/articles/c51kdv8d15jo
https://www.gazeteduvar.com.tr/deprem-ic-gocu-tetikledi-geri-donus-tesvik-edilmeli-haber-1605558