Tarkan’ın İzmir’de verdiği görkemli konserin ertesi sabahı uyanıp sosyal medyadan olan biteni kontrol etmeden önce, uyandığım o sabahın bir önceki sabahtan çok farklı olduğunu bilmiyordum. Ama anlamam çok uzun sürmedi çünkü videoları her yere düşmüştü, herkes konuya dair uzun uzun methiyeler kaleme almıştı hatta haberlere bile konu olmuştu: Tarkan, Dudu şarkısının “Biz böyle bilir böyle yaşarız!” kısmını oldukça coşkulu söylemiş, bununla da yetinmeyip “O da biliyor.” kısmında kafasıyla manidar bir hareket yapmıştı. Ne büyük devrim, değil mi?
Fahrettin Altun’un “Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek!” tweeti geldi tabii hemen aklıma. Yoksa başarısız mı olmuşlardı? Kültürel hegemonyayı yıkmak öyle sanıldığı kadar kolay değildi ve bunu o henüz bilmiyor muydu?
Bu düşünceleri yine yakın zamanda gerçekleşmiş bir başka devrimsel hareketle destekleyebilirdim: Vodafone Arena’da gerçekleşen Mor ve Ötesi konseri. Nitekim o konserin ertesinde de insanlarda aynı coşku oluşmuştu: Bu adeta bir kıvılcımdı! 40 bin kişi bir araya gelmiş ve Mor ve Ötesi gibi ana akıma ayak uydurmayı reddeden bir müzik grubunu dinlemiş, bir ağızdan şarkılar söylemişti. İnanabiliyor musunuz?
Cevabınızı beklemeden düşüncelerinizi ve -eğer varsa- pembe hayallerinizi böleceğim affınıza sığınarak. İnanabilmeliyiz. 40 bin kişi bir araya gelip sevdiğimiz şarkıları söylemenin (alkollü içki yasaklarından bahsetmiyorum bile) ya da şehrin en kamuya ait alanında toplanıp bir konsere katılmanın muhalif bir eylem değil olağan bir hak olduğunu, zaten öyle olması gerektiğini kabullenmeliyiz.
Burada söylemeyi gerekli gördüğüm birkaç nokta var elbette. Karşı çıktığım asla bu konserlerin düzenlenmesi değil. Nitekim Tarkan yahut Mor ve Ötesi konserlerinde bir araya gelen devasa kalabalık, bir bakıma gövde gösterisidir. En azından 10 binlerce kişi bir araya gelip eğlenme pratiğimizin kaybolmadığını gösterir. Ne var ki benim sorunum bununla değil. Benim sorunum: Bununla mı yetineceğiz?
Takip edilmez hızla değişen gündemlerimiz hafızamızın keskinliğini köreltiyor, farkındayım. Ancak daha yakın zamanda pek çok konserin ve festivalin keyfi sebeplerle iptaline tanık olduk. Henüz 5 gün önce Aleyna Tilki’nin Çorum’da gerçekleştireceği konser, LGBTİ+ karşıtı nefret yürüyüşüne gösterdiği tepki üzerine (evet, göz boyamalık bahaneye dahi ihtiyaç duyulmadan, doğrudan bu tepki gerekçe gösterilerek) iptal edildi. Eğer birkaç ay daha geriye gitmeyi hafızanız reddediyorsa buna “oldukça spesifik bir örnek” diyebilirsiniz belki de. Kafanızda canlanması olası bu teze karşın sıralayabileceğim birkaç örnek, Muğla Valiliği tarafından iptal edilen Milyon Fest, Burhaniye Kaymakamlığı tarafından iptal edilen Zeytinli Rock Festivali (bu konuda Erkin Can Seyhan arete’de oldukça güzel bir yazı kaleme almıştı), Eskişehir Valiliği tarafından iptal edilen Anadolu Fest, ve daha niceleri.
Bu örneklerle sunmak istediğim çelişkiyi biraz daha belirginleştirmek için bir anımı aktaracağım. ODTÜ’deki ilk senemdi, henüz bir hazırlık öğrencisiydim. Melih Gökçek, öğrencilerin kampüste olmadığı bir tatil dönemini fırsat bilerek kampüsü işgal ederek ODTÜ Ormanı’nı delip geçecek Malazgirt Bulvarı için ağaçları keserek ormanı dümdüz etmişti. Buna karşın gelişen öğrenci tepkisi, işgalin durdurulmasına ve ağaçların kesildiği alanın yeniden ağaçlandırılmasına yönelikti. Üniversite yönetimi de bu işgale tepki olarak bir “Ağaç Dikme Şenliği” düzenledi (https://m.bianet.org/bianet/print/150829-odtu-de-binlerce-fidan-dikildi). Henüz üniversitedeki ilk senem olmasının da verdiği toylukla, üniversitenin güzel bir tepki verdiğini düşünmüştüm, ta ki ağaç dikmek için götürüldüğümüz alanı görene kadar. Aşağıdaki harita üzerinde Ağaç Dikme Şenliği için götürüldüğümüz yeri (1) ve işgalin gerçekleştiği bölgeyi (2) işaretli olarak görebilirsiniz.
Peki sonuç ne oldu? Biz Gökçek’in ağaç dikmemizle ilgilenmediği bir alanda “tepki” gösterirken işgal yolu tamamlandı ve 9 yıldır aktif olarak kullanılıyor. İşte konserler, festivaller peşi sıra iptal edilirken düzenlenmesine müsaade edilen, ya da göz yumulan, bir konserden dar açıdan anlamlar çıkarmak da buna benziyor. Oldukça olağan bir hak olan toplu eğlencelerimiz, şayet keyfi engellemeleri ortadan kaldıramıyorsak, bir kazanım olarak görülmemeli. Aksi kültürel hegemonyaya muhalefet çizgimizi her seferinde biraz daha geriye taşımamıza sebep olur. Bugün Tarkan konserini İzmir’de düzenlememize müsaade edildi diye Zeytinli Rock Festivali’ni unuttuk. Peki ya yarın Tarkan konseri de iptal edilirse?
Bu sorunun cevabını tahayyül etmenize Althusser’den destek alarak katkıda bulunmak istiyorum. Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları eserinde devletin ideolojik aygıtlarını baskıcı aygıtlarından ayırarak devletin bu araçlar yardımıyla şiddete başvurmadan da rıza inşa edebileceğini belirtiyor[1]. Bunun bir yolu da devletin modern masal ve mitler aktarıcıları olan kitle iletişim araçlarını kullanması. İşte benim de burada dile getirmeye çalıştığım kaygım, bizim aslında hala iktidara karşı istediğimizi elde edebilecek güçte olduğumuz masalının kitleler tarafından kabul görmesi. Nitekim değiliz, yakınında dahi değiliz.
Demek istediğim özetle şu: Etkiye tepkiyi etki noktasından değil bir başka güvenli noktadan verdiğimiz sürece bu bir kazanım olmaz, hatta bir avuntudan ötesine dahi geçemez. Bu bir kültür savaşıysa, sizin için sınırları çizilen oyun bahçesinden dışarı çıkamazsanız kumdan kaleler yapıp yıkılmasını izlemekten başka bir yol kalmaz. Yani kazanımınız “o da biliyor” ise değil, “bile bile kafa tutuyorsa” değerli olur ancak.
[1] Althusser, L. (n.d.). Ideology and Ideological State Apparatuses by Louis Althusser 1969-70. Retrieved October 5, 2022, from https://www.marxists.org/reference/archive/althusser/1970/ideology.htm