Enkazdan kendi imkanlarınızla çıkartabildiğiniz hayvanlarınızı yok pahasına siz “değerli” üreticilerimizden de “yardım için” satın alırız.
Ne yazık ki biz bize yetemiyoruz. Depremin kendisi başlı başına bir felaket iken bir de afet sonrası koordinasyon sürecinin ayrı bir “afet” haline gelmesi bize yıllarca üstüne konuşmamız ve hazırlıklı olmamız gereken konu başlıklarını bıraktı. Şüphesiz ki bu başlıkların hepsi kritik önemde ve tartışmalar deyim yerindeyse daha çok su kaldıracağa benziyor ki kaldırmalı da. Tarım ve hayvancılığın mevcut durumu en kısa sürede gerekli adımların atılmasının aciliyetini ortaya koyuyor. Bugün markette bir kilo süt ortalama 25 TL, 1 kilo kıyma 200 TL’nin üstünde. Mevsim sebze ve meyvelerinin fiyatları alt ve orta gelir grubunun alım gücünü aşmış bulunmakta.
Bilindiği üzere depremin etkilediği illerimiz aynı zamanda ülkede tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin yoğun şekilde sürdürüldüğü bir bölgede yer almaktadır. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası’nın basın açıklamasında da belirttiği üzere bölge, ülkenin gıda talebinin önemli bir kısmını karşılayabilecek kapasitededir.
“TÜİK 2022 yılı verilerine göre depremden etkilenen 10 ilde 2 milyondan fazla büyükbaş ve 9 milyondan fazla küçükbaş hayvan bulunmakta olup bu sayılar Türkiye’deki toplam hayvan varlığının %15’ine denk gelmektedir. Deprem bölgesindeki tarım arazisi miktarı yaklaşık 3.7 milyon hektar, kayıtlı çiftçi sayısı yaklaşık 270 bindir.”[1]
Ancak, depremden hemen sonra özellikle köylere uzun süre ulaşılamaması ve kaderlerine terk edilmeleri enkazlardan bir şekilde kurtarılan binlerce canlının bu sefer de hayvan çadırı, yem eksikliği ve susuzluktan telef olmasına yol açtı. Elinde kalan hayvanına yem ve su veremeyen hayvancılar ise yağmacı zihniyetinin eline düşmüş durumda. Basına yansıyan haberler durumun vahametini ortaya koymakta, zira kendileri de aynı zamanda depremzede olan ve canlarını zor kurtaran hayvancılar ellerinde kalan hayvanlarını değerlerinin çok altında rakamlara satmak zorunda bırakılıyorlar.[2] Bir afet başka bir afete daha yol açıyor, yok pahasına hayvanlarını satmak istemedikleri için de bu sefer de kara kışta köyde bir başlarına yardım beklemek durumunda kalıyorlar çünkü pek çok kişinin elinde hayvanlarından başka geçim kaynağı kalmadı. Bugüne kadar sahip oldukları birikimlerini kaybeden bu insanlar hayvanlarını bırakıp çadır kentlere ya da başka şehirlere gidemiyorlar. Tarım ve Orman Bakanlığı bir kereye mahsus yem desteği vereceğini açıklasa da pek çok uzman bunun yeterli olmayacağının farkında.
İşi ehline verin diye boşuna söylememişler. Ülkenin gıda politikası adım adım bizleri krize götürürken, fiyat artışları ve kuraklıkla ilgili önlem çağrıları yapılırken deprem sonrası halimiz ortada. Kervan yolda düzülür anlayışı enkaz kaldırma çalışmalarının da kendini gösteriyor ki tarım ve hayvancılığı uzun vadede etkileyecek başka bir afet geliyor. Asbest ve diğer tehlikeli maddeler yanı başımızda. Deprem öncesinde ve sonrasında önlem almayanlar bir an önce “normalleşmek” isteyenler deprem bölgesince hummalı bir çalışmaya girişmiş durumda. Bilim insanlarını dinlemeden ve gerekli tedbirleri almadan, insanların acısına saygı duymadan gelişigüzel bir şekilde kaldırılan enkazların bir kısmı tarım alanlarına ve nehir kenarlarına dökülüyor.[3] Ortalıkta uçuşan zehirli tozlardan ise en başta depremzede yurttaşlar sonra da dolaylı yoldan tüm ülke etkilenecek. Küresel iklim değişikliğinin etkilerini gözle görebildiğimiz bir ülke artık Türkiye ve ne yazık ki baştan savma yapılan işlemler ile ekolojik kıyım devam edeceğe benziyor.
Bize düşen, yapmamız gerekenler nelerdir? Tabii ki konunun uzmanlarını dinlemek, oldukça klişe diyebileceğimiz bir öneri. Peki neden her defasında devletin ilgili kurumlarında, yetkililerin elinde raporlar varken son yıllarda yaşadığımız doğa olayları facia ile sonuçlanıyor? Yapılması gerekenler biliniyorken sonuç neden hep keder?
Unutulmamalıdır ki, bir işin uzmanının dinlenmesi dahi belirli bir bilinç ve vicdan seviyesinde olmayı da gerektiriyor. Belirli bir bilinç düzeyine ulaşmanın temel yollarından biri de eğitim. Sosyal bilimlerde bir olayın genelde birden çok nedeninin olduğu/olabileceği kabul edilir. Ben bu yazıda bahsettiğim bilincin oluşmamasının daha doğrusu oluşmasının çeşitli yollarla engellenmesinin sadece bir nedenine çok kısa değiniyorum. Yoksa Türkiye’nin ahbap-çavuş kapitalizmi ve politik ekonomi konuları ayrı bir yazı dizisi gerektiriyor. Ülkece kritik eşiklerde dolaştığımız ve geleceğe dair aynı anda hem umutlu hem de umutsuz olabildiğimiz günlerdeyiz kısa zamanda vatandaşlık bilincinin oluşmasını, insanların verdiği vergilerin peşine düşmesini haliyle bekleyemeyiz. Eğer cumhuriyetin ikinci yüzyılına yurttaşlar olarak olması gerektiği gibi bir başlangıç yapmak istiyorsak hemen hemen her zaman önemi gözardı edilen vatandaşlık bilgisi gibi derslerin yirmi birinci yüzyıla uygun şekilde yeniden tasarlanarak küçük yaşlardan itibaren öğrencilere öğretilmesi gerekir “No taxation without representation”[4] ilkesi/kuralı gelecek kuşaklar tarafından benimsendiğinde bugünkünden farklı bir Türkiye ortaya çıkacaktır. Ödediği verginin karşılığını gerçekten görmek bir yurttaşın en temel hakkıdır.
[1] https://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=37782&tipi=3&sube=0 erişim tarihi 10.05.2023
[2] https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/deprem-bolgesinde-hayvanlar-tehlikede-firsatcilar-30-bin-liralik-hayvani-3-bin-liraya-aliyor-2051914
[3] https://www.gazeteduvar.com.tr/deprem-hafriyati-tarim-alanlarina-dokuluyor-haber-1607433 erişim tarihi 11 Mart Cumartesi 2023
[4] “Temsil yoksa vergi de yok” başlı başına ayrı bir diziyi hakeden bu sloganın neredeyse ayrı bir külliyatı vardır. https://www.diken.com.tr/temsil-yoksa-vergi-de-yok/ erişim tarihi 17.03.2023