Bir Duvar Dolusu Paslanmış Jilet: Modernite ve Atık Kültürü

 “Iskartaya çıkmak deyimi ‘ihtiyaç fazlası’, ’hurda’, ’defolu’, ’çöp’, ’atık’ gibi sözcüklerle aynı anlam dünyasını paylaşır. İşsizin, ‘emek ordusunun yedek askeri’nin geleceği, yeniden hizmet saflarına çağrılmaktı. Hurdanın geleceği ise diğer hurdaların yanına, çöplüğe atılmaktır.”
Zygmunt Bauman, Iskarta Hayatlar: Modernite ve Safraları

Modernite hayatımıza yenilik, kolaylık, ve konfor getirdi. Peki bedeli ne oldu? Le Corbusier’in 1927’deki manifestosundan bir alıntı olan “Ev, içinde yaşanılan bir makinedir” cümlesi artık kanıksanmış bir gerçeklik. Dönemi için vizyoner sayılan bu metin, bugünün mekânsal kalite standartlarını belirliyor. Bundan önce 1909’da Marinetti’nin yayınladığı ‘Fütürist Manifesto’, endüstriyelleşmenin bir sonucu olarak insan bedeninin makineleştiğini savundu, sanat tasviri buna göre biçimlendi. 20. yüzyılın başlangıcında sanat ve mimariyi sarsan bu iki manifesto gündelik yaşama hızlıca sızmayı başardı. Makine olduğu kabul edilen evlerin daha etkin çalışabilmesi adına buzdolabı ve elektrikli süpürge gibi gündelik ev aletleri tasarlandı. Bu aletler evin somunu ve vidası olurken, bedenimizin çarklarını daha ‘zarif’ bir biçimde döndürebilmemiz için kişisel bakım endüstrisi imdadımıza yetişti. Makyaj ürünleri, tıraş makineleri ve epilatörler de ilk defa bu yüzyılda kitlesel bir ölçekte üretilip kullanılmaya başlandı.

Yüz ve vücuttaki tüy ve kılları almak adına üretilen tıraş bıçakları 19. yüzyılda berberlerin usturasının yerini almayı başarmıştı. Bu tıraş aletleri bıçağın üzerine gelen koruyucu malzemelerle her kullanıcı için güvenli ve konforlu bir deneyim sağlıyordu. Fakat kısa zamanda körelen bıçakların tekrardan keskinleştirilmesi gerekiyordu. King C. Gillette’in 1904’te patentini aldığı tasarımda ise öncel tasarımlardan farklı olarak tıraş bıçağı tıraş aletinden çıkarılıp tekrar takılabiliyordu. Bıçaklar tek kullanımlıktı, bu yüzden her kullanım sonrası bıçağı bileylemek yerine bıçak atılıyordu. Kolay kullanımı sayesinde bu ürün hızlıca popüler oldu, ve hatta ürünün isim sahibi ürünün kendisiyle özdeşleşti, Türkçe’de ‘jilet’, tıraş bıçağını karşılayan kelime oldu. 1970’lere kadar popüler kalmayı başaran Gillette tıraş bıçakları, plastik bir çerçeveyle kaplanmış bıçaklarıyla kullanılıp atılabilen tasarımlarla ve bıçakların daha uzun ömürlü olmasıyla ıskarta olmuştu. Fakat ıskarta edilen sadece tasarım değildi.

1904 tasarımında kullanılan jiletler keskinlikleri sebebiyle kullanıldıktan sonra çöpe atılamıyordu. Jiletler çöpü karıştıran sokak hayvanlarına zarar vereceği için insanlar jiletleri ‘uzaklaştırmak’ için farklı yollar bulmuşlardı. Bazıları jiletleri biriktirip bahçelerinde yakıyordu. Kırsalda yaşayanlar için makul bir imha yöntemi olsa da şehir yaşamı için bu pratik elverişli değildi. Bunun içinse farklı bir çözüm bulundu. Tıraş olan kişiler, uzaklaştıracakları jiletleri banyolarının duvarlarına bir delik açarak iki ahşap direk arasındaki boşluğa atmayı tercih ettiler. Bu da dönemin yapılarına yansıdı. Öyle ki, 1910 ile 1960’lar arasında inşa edilmiş bir evde yaşıyorsanız, banyonuzdaki dolaplı aynanın kasasında ince ve uzun bir oyuntu bulabilirsiniz. Ya da küvetinizin yanındaki bir duvarda. 70’lerden sonra tamamen terk edilen ve unutulan bu alışkanlık, eski yapıların yıkımı sırasında açığa çıkan jilet yığınlarıyla insanlığa tekrar hatırlatılıyor.

Bu jiletlerle dolmuş duvarlar, modernitenin ve onun eşiğinde yeniden şekillenen ‘atık’ kavramını özetler nitelikte. Jiletin bize hatırlattığı, endüstriyel dünyanın geri dönüştürülemez ham maddeleri, hızlıca tüketen toplum ve çevre bilincinin yoksunluğu. Acaba bizden önceki insanlar jiletleri delikten aşağı atarken ne düşünüyorlardı? Jiletin sihirli bir biçimde yok olduğunu mu? Duvarların arasına sıkıştırılmış bir metal öğütücüden geçip güvenli parçalara ayrıldığını mı yoksa? Bir asır sonra dönüp bakıldığında anlamlandırılamayan bu pratik, diğer yandan insanlığın bu yüzyıl içerisinde ‘ıskartaya çıkarılan’, ’çöp haline gelen’ diğer tehlikeli ya da geri dönüştürülemeyen şeyleri göz önüne de seriyor. Hatırlayabildiğiniz kadarıyla bugün kullandığınız tek kullanımlık plastik ürünleri sayın. Eğer bilinçli bir tüketici değilseniz, şunu anlayın: Dünyadaki nüfusun neredeyse yarısı sizin tükettiğiniz kadar plastik tüketiyor. Türkiye özelinde ise durum daha da vahim. Kurumsallaşmış bir geri dönüşüm sistemi mevcut değil. Nüfusun büyük bir çoğunluğu çöplerini ayırmıyor. En önemlisi, hala atığın hayatı hakkında bilinçli değiliz. Aldığımız ve kullandığımız her şeyin, kullanıldıktan sonra bu evrende bir biçimde var olmaya devam edeceğini, doğru şekilde sınıflandırılıp uzaklaştırılmadığı takdirde sahip olduğumuz bütün doğal kaynakları geri dönülemez biçimde kirleteceğini nedense bir türlü fark edemiyoruz. Zaman kazandırma ve kullanıcı kolaylığı üzerinden pazarlanan ürünleri satın alırken, doğaya daha az zarar veren alternatifleri göz önünde bulundurmak hepimizin görevi olmalı. Tasarım özelinde ise, üretilen ürünün nasıl ayrıştırılacağı ve doğaya nasıl karışacağı, tekrar kullanılabilirse bunun nasıl gerçekleşeceği çok daha önemli kriterler olmalı.

Yiğit Yolcu

Yiğit Yolcu

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.