Size bu yazıda en sevdiğim müzik grubundan bahsedeceğim. Aslında benim Pentagram’dan bahsetmeye kalkmamın açılışı birkaç bin kelimeyi bulabilir ama bu yazı, geldiğimiz noktada yaşadığımız kıymetli anlardan yalnızca birini ve en güncelini içeriyor. Geçtiğimiz günlerde arete’deki editörler ve yazarlar olarak toplandığımızda, özel bir anlamı olmaksızın, gayriihtiyari, Pentagram’ın Anatolia tişörtü ile ortama girmiş bulundum. Tişörtümü gören ve ilgisini anında belli eden Kağan Sarıkaya ile masadaki türlü muhabbetlerin arasında uzun uzun metal muhabbeti yapmak için çeşitli girişimlerde bulunuyorduk. İkimiz de hem memleketimizdeki hem de yurt dışındaki arkadaşlarımıza Pentagram’ı anlatmış, onlardan reaksiyonlar almış, memleketimizin efsane grubunun bizi nasıl temsil ettiği konusunda hayran kalmıştık.
Pentagram’ı 2008’de keşfetsem de onlara karşı esas hayranlığım 2013 yılında Gezi Parkı’na giden üyeleri sayesinde perçinlenmişti. Zaten sonraki yıllarda ve günümüzde de sahnelerden haykırmaya, haksızlıklara ve çürümüşlüğe karşı isyan etmeye devam ediyorlar. Tabii ki bilenler bilir, bir müzik grubunun yalnızca muhalif olması benim için yetmez. Pentagram’a hayranlığımın temelinde onların nefis müzikal birikimleri ve efsanevi albümleri yatıyor.
İşin buraya nasıl geldiği uzun hikâye ama ben yıllar içinde Pentagram ile hayal ettiklerimin çok fazlasını yaşamış şanslı bir insanım. Yine bu bağlamda grubun yeni albümünün lansmanı niteliğini taşıyan partiye davetliyken aklıma Kağan’ı da davet etmek geldi. Buluştuğumuz gün gerçekleştirdiğimiz Pentagram muhabbetinin taçlanması için böyle bir etkinlik, bulunmaz fırsattı. 5 Eylül akşamı İstanbul’un sevdiğimiz mekânlarından Dorock’ta, hem de gerçek Dorock’ta, gerçekleşen etkinliğe gittiğimizde birbirinden garip olaylar ardı ardına gelişiyordu. Pentagram ekibindeki arkadaşlarıma, birkaç gün önceki konser fotoğrafına gönderme yaparak “Cahit Berkay gelmiyor mu?” diye sordum. Aslında böyle bir beklentim yoktu ama bir saat sonra Cahit Berkay alana girdi ve heyecandan o an dinlediğimiz şarkının bir kısmını kaçırdık. Sonra Yavuz Çetin’in Dünya şarkısının cover olarak albümde yer aldığını görünce “Keşke Erkan Oğur solo atsaymış” dedim ve bir sonraki parça olan Ödenmez’in solosunda Erkan Oğur’un perdesiz gitarıyla karşılaştık. Kağan, etkinliğe gelemeyen Demir Demirkan’ın Zoom ile bağlansa hiç fena olmayacağını söyledikten bir süre sonra Demirkan’ın telefonuyla kaydedip yolladığı video mesaj ekrana yansıdı. Ortamın nasıl bir enerjisi varsa ne istediysek oluyordu. Özellikle benim istediğim iki şey için kendi adıma diyebilirim ki ikisi için de “Keşke başka bir şey isteseymişim” demeyeceğim anlardı. Cahit Berkay daha önce aynı şekilde Replikas’ın albümüne konuk olmuştu ve oradaki performansı son zamanlarda bende bağımlılığa dönüşmüştü. Bunu da düşününce sürprizlerin güzelliği büyüdü.
Albüme gelince, dürüst konuşmak gerekirse single olarak yayınlanan Bu Düzen Yıkılsın, Sur ve Pride parçalarında, özellikle Bu Düzen Yıkılsın çok ciddi eleştiriler ile karşılaşmıştı. Sur, biraz daha iyi bir parçaydı ama aynı şekilde özellikle “oldschool” tayfa tarafından dışlanan parçalardan biri oldu. Ben grubun her döneminden sevdiğim bir şeyler bulabildiğim için bu şarkıları ısrarla dinleyip benimsemiştim ama albümün genelinden beklentim, en azından arzum, bundan daha iyi şarkıların olabileceğiydi. Albümü dinlediğimde yaşadığım hissiyat ise Pentagram’a karşı en yüksek heyecanı duyduğum andaki beklentilerimi bile aşan türdeydi. Ben yazıyı yazarken tam şu anda albümün yayınlanmasına 38 dakika kaldığını görüyorum ama siz bu yazıyı okurken albüm çıkmış olacak ve ben; Revenant, Maymunlar Gezegeni, Sensiz, Damn the War gibi şarkıları ezberlemek için geceden itibaren dinlemeye başlamış olacağım. Bana göre dünya çapında thrash metal eserleri içeren, oldschool metal ruhunun hakkını veren ve alt kültürümüzün nadide insanları için boyun fıtığı riski teşkil eden bir albüm olduğunu söylemek, şimdiden mümkün. Şu an 35 dakika kaldı ve ben albümü dinledikten sonra daha uzun konuşmak, albümün kritiğini yazmak ve konserler başlayana kadar bu şarkıları “tamamen” içselleştirmek için sabırsızlanıyorum. Tamamen içselleştirmek dediğime bakmayın, yalnızca zihnimde yerleşmesi için gerekli olan bir deneyimden bahsediyorum. Muhtemelen birkaç turdan sonra albümle tam olarak kaynaşacağız.
Bu albüm neredeyse 10 yıldan sonra gelen bir stüdyo albümü (2017’deki Akustik albümü ve konser kayıtlarını saymıyorum) ve benim gruba bu derece yakın hissettiğim dönem içinde gelen ilk albüm. O yüzden yeri çok özel olacak ve uzun bir süre konuşacağız gibi. Makamsal dokularla Seek & Destroy ile final yapan albüm, memleket metal tarihinin en ilginç cover’ı ile kapanırken tadı damağımızda kalmıştı. Mekandan çıktıktan sonra eski günlere geri döndük ve bir yerlerde denk geldiğimiz, sevdiğimiz şarkıları istediğimiz her an dinleyememe duygusunu anımsadık. İki saat önce Radyo Eksen’de Barış Akpolat’ın Sağır Sultan programında çalan Damn the War’u oturup heyecanla bekledim. Bana plak ve kaset dönemlerini ballandıra ballandıra anlatan büyüklerimle empati kurmamı sağlayacak bir duygu yaşattığı için bu partiye ayrıca minnettarım. An itibariyle 30 dakika kaldı. Yazıyı bu cümleyle sonlandırıp editörlere teslim ederken hepinize keyifli dinlemeler diliyorum. Umarım konserlerde görüşürüz!
Görsel: Levan Uzbay