“Haline şükretmek” gündeme sık sık gelen, son derece politik bir ifade. Her hak talebimizde, her direnişimizde, her insan onuruna yakışır hayatlar isteyişimizde “memleketinizde olduğunuz için halinize şükredin” veya “karneyle ekmek almadığınız için halinize şükredin” gibi “öğüt verici” sözler işitiyoruz. Yakınlarda Koç Üniversitesi’nde bir fakülte toplantısında bazı hocalar, lisansüstü öğrencilerin barınma sorununa ilişkin de kullandı bu ifadeyi: “Halinize şükredin, sokakta evsiz insanlar var.” Bunun, açıkça ve manipülasyonla “size verilenle idare etmeyi öğrenip hakkınızı aramaktan vazgeçin” demek ve vicdani baskı oluşturmak olduğunu biliyoruz. Fakat, olmayanın nesini idare edebilirsiniz? (Bora, 2002) Barınamıyorsanız, barınamıyorsunuzdur; bu kendi başına çözülmesi gereken bir sorundur. Sokaktaki evsiz de hiç olmazsa çöpte yemek bulabildiği için haline şükretmeli midir? arete’deki şu yazıda Kayra Kocagil öğrencilerin barınamama problemine değinmişti. Bu yazı ise biraz daha farklı olarak, insanları ahmak yerine koyanlara karşı bir öfke sonucu doğdu ve barınma hakkı niçin gayet makul bir talepken bu kadar zor bir mesele haline getirildi sorusu etrafında, kavramsal bir tartışma şeklini aldı.
“Ev” çok karmaşık bir şey. Temel olarak, belli bir alana inşa edilmiş, duvarları ve çatısı olan, yaşamımızın en azından bir kısmını geçirdiğimiz mekanlara ev diyoruz. Fakat evi ev yapan şey genelde bunlardan ibaret değildir. Başka diğer bir sürü şey gibi ev de toplumsal olarak inşa edilmiş bir kavramdır, dolayısıyla anlamını kültürel kodlardan alır. Söz gelimi, Marx’ın örneğini (1976) kullanacak olursak, sıra sıra dizilmiş küçük kulübelerde yaşayan mutlu insanları düşünün. Sonra da o kulübelerin ortasına bir saray inşa edildiğini. Kulübelerin sakinleri için yaşadıkları yerler eski toplumsal değerini kaybedebilir, hatta kendilerini evsiz hissedebilirler. Bu örnek, evin ve evsizliğin anlamlarının ne kadar göreceli olabildiğini gösteriyor. ‘Ev’in içerdiği anlamlar da oldukça göreceli: Kimine göre evde huzur, mutluluk ve konfor bulursunuz. Öte yandan, örneğin Marx’ın aklına ev deyince, her an başkasının mülkiyetinden çıkmaya zorlanabilecek kiracılar, dolayısıyla sınıfsal şiddet gelir (1978). Feminist literatürde ise ev, kadınların hayatının domine edildiği bir başka çeşit şiddet alanı. Benzer şekilde Arendt’e göre özel alanın politik hayattan kopuk olmak gibi olumsuz anlamları var (1958).
Tüm bu olumsuzluklara rağmen evsiz olduğumuz zaman daha mutlu olmuyoruz. Neden? Michelle Wallace’a göre bunun cevabı kaçabileceğimiz, ekonomik ve toplumsal olarak demilitarize olmuş, denetlenmeye maruz bırakılmadığımız başka hiçbir mekanın olmayışı (Wallace, 1990). Her insanın, güvenli bir eve ihtiyacı var. Özel mülkiyet hakkının tüm diğer haklar için model sayılmasıyla birlikte (Fraser & Gordon, 1992) bu ihtiyaç da vatandaşlık hakları ve görevleri bakımından teoride garanti altına alındı. Hak ve görevlerin dönüşümlü olduğu iddia edildi. Yani benim, toplumdaki diğer insanlara karşı hak ve görevlerim olduğu gibi, başkalarının da bana karşı hak ve görevleri vardı.
Vatandaşlık hak ve görevlerini mülkiyet ve mekan ilişkileri çerçevesinde düşünecek olursak mesela şöyle kurallar çıkıyor karşımıza (Waldron, 1991): Eğer A kişisinin, kendi evinde başkalarının uyumasını/tuvalete gitmesini/yıkanmasını/yemesini yasaklama hakkı varsa, B kişisi, A’nın evinde uyumamakla görevlidir. O ev yalnızca A’nın ve A’nın izin verdiklerinin ihtiyaçları için kullanılabilir. Bu durumda B, ihtiyaçlarını karşılamak için kendi evini kullanmalıdır. Ev karşılığı ödeyebilecek paraya sahip değilse, hayatta kalabilmek için ya yetişkin, politik bir özne olmasına rağmen istismar barındırıp barındırmadığına bakmaksızın aile/akraba evine gitmelidir ya da kamusal alanları tercih etmelidir. Fakat, A gibi ev sahiplerinin oy verip desteklediği insanlar yasal olarak kamusal alanın özel ihtiyaçlar için kullanılmasını yasaklamak için her şeyi yapmaktadır.
Kimin kamusal alanını kime yasakladıkları konusunu ayrı bir soru olarak kenarda bırakmak üzere, sonuçta şunu belirtmek isterim: Görünüşe göre özel mülkiyetiniz olmadığı müddetçe hak ve görevleriniz dönüşümlü değildir (Baron, 2004). Söz gelimi, sadece barınacak yeri olmayan öğrencilerseniz hak talebinde bulunamazsınız. Yapmanız gereken halinize şükretmek ve asistanlık görevlerinin altında ne kadar ezilirseniz ezilin, size okula kabul alırken hak tanıdıkları odalarınız ellerinizden alınırken susmaktır. Çünkü sizden daha fazla mülkiyeti olan daima sizden daha haklıdır (!)
- Arendt, H. (1958). The Human Condition. Chicago: University of Chicago Press.
- Baron, J. (2004). Homelessness as a Property Problem. The Urban Lawyer, 36(2), 273-288.
- Bora, A. (2002). Kadınlar ve Hane: “Olmayanın Nesini İdare Edeceksin?”. In N. Erdoğan, Yoksulluk halleri: Türkiye’de kent yoksulluğunun toplumsal görünümleri (pp. 97-132). İstanbul: İletişim.
- Fraser, N., & Gordon, L. (1998). Contract versus Charity: Why Is There No Social Citizenship in the United States? In G. Shafir, The Citizenship Debates: A Reader (pp. 113-127). Minneapolis: University of Minnesota Press.
- Marx, K. (1976). Wage-Labour and Capital & Value, Price, and Profit. New York: International Publishers.
- Marx, K. (1978). Economic and Philosophic Manuscripts of 1844. In R. Tacker, The Marx-Engels Reader (pp. 66-125). New York: W. W. Norton & Company.
- Waldron, J. (1991). Homelessness and The Issue of Freedom. UCLA Law Review, 39(1), 295-324.
- Wallace, M. (1990). Invisibility Blues: From Pop to Theory . New York: Verso.