arete adıyla başlamam sizi yanıltmasın, bu yazı bir rehber ya da bir manifesto niteliğinde olmayacak. Daha önce 10 kez arete köşemde vitrine çıkardığım düşüncelerimde olduğu gibi Eren Erdem’i, Türk edebiyatı savunucularını ya da bir başka bileşeni de hedef almayacağım. Bu yazı size biraz arete’yi içeriden anlatacak.
arete’de yayım takvimi aylık hazırlanır. Her yeni ay yaklaşırken bu işe 1-2 saat ayırır, bir tarafa yazar sayfasını bir tarafa bir Excel dosyasını açarak başlarım yeni ayın ilk yayım gününden itibaren sıralamaya. Sonrası sırayla yazarlarla iletişim, günün onlar için uygunluğunu doğrulama, takvimin revizesi diye ilerler. Tabi bu sürecin göz önünde tutulması gereken belli başlı soruları da mevcut: Kim bu ay yazamayacak? Gündemde neler var? Hangi yazardan hangi gündeme dair bir şey bekleyebiliriz?
On kez bu soruların üzerinden geçtikten sonra artık benim için bir rutine dönüşmüş olan yayım takvimi hazırlama süreci bu ay ilk çabamın dev bir duvara çarpıp geri dönmesiyle sonuçlandı. Çünkü bu ay hepimizin cevabını merak ettiği bir başka soru var. Yalnızca cevabını merak etmekle de kalmıyoruz, hayatımızın gidişatını bu cevabın şekillendireceği bir kader olarak kabullenmiş durumdayız. Evet, hepimizin aklındaki o tek ve büyük soru: 14 Mayıs.
arete çoktan kendi içindeki işleyişi dinamik şekilde yöneten bir sürece dönüştü. Bir yazar o ay yazı paylaşamayacaksayerine yenisi konur, ani ve yoğun bir gündem oluşmuşsa mutlaka o gündeme dair söyleyecek bir şeyleri olan birisi çıkar, her ay böylece geçer gider. Ancak bu seferki gündem bizim öngörü yeteneğimizin ve idare tecrübemizin çok üzerinde. 14 Mayıs gününü sandık başlarında oy kovalayarak geçirmiş, gecesinde seçim grafiği izlemekten (ya da belki partilemekten) gözleri kan çanağına dönmüş okurumuzun (hatta kendimizin de) 15 Mayıs’a nasıl uyanacağını bilmiyoruz. Uyandığı sabahta ve ülkede onu nelerin bekleyeceğini bilmiyoruz. 14 Mayıs’tan sonra yine aynı kaygı ve stres eşliğinde bir kez daha 14’ten geriye saymamız gerekecek mi, bilmiyoruz.
Nitekim bu ülkede bir sabah uyandığınızda artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını idrak ediyor olmak yabancı olduğumuz bir his değil. Daha birkaç ay önce de yaşadık. 6 Şubat sabahı uyandığımızda neler olduğunu anlayıp sevdiklerimizin güvende olduğundan emin olduktan sonraki işlerimizden biri arete yayımlarına dair bir karar vermekti. 6 Şubat yazımız hazırdı tabi, ama en az kırıcı tabiriyle “ne hakla” gündeme girme denemesi gafletinde bulunabilirdik? Tamam, o gün ve takip eden birkaç gün yayım yapmama kararı almak çok zor değildi. Ama ne zamana kadar bunu sürdürecektik? İnsanlar ne zaman bizi gördüğünde gündemden kopuk entelektüel çabalar olarak değerlendirmeyecekti?
Ne zaman bütün o yaşananların sorumlularını topa tutup yitirdiklerimizin hesabını sormak için çok erken olmayacaktı? Yas evinde televizyonu ilk kez ne zaman açabilirdik?
Derken, bunların cevabını bile bir şekilde verdik sanırım. Şimdi belirli bir tarihte, belirli bir saatte bu köşe başları halk düşmanları tarafından tutulmuş ülkede daha iyiye yönelik umutla üretim yapmak isteyen her bireyi ve her oluşumu olduğu gibi arete’yi de doğrudan etkileyecek bir sınav var. Hepimizin geleceğini önemli oranda belirleyecek ve umut ediyoruz ki bazılarımızı boğazında oturan o sıkı halattan kurtarırken bazılarımızı da yıllardır hak etmediği konumlarda sağladığı haksız kazanç hortumunun ucundan çekip alacak bir gün (belki 1+1, ancak umalım ki 1 olsun) yaşayacağız. Peki ya olmazsa? İşte bu soru yayım takviminin başına oturduğumda karşıma çıkan o dev duvar. Duvar o kadar dev ki yayım takvimini bırakıp bu yazıyı kaleme almaya koyuldum “Şu an daha önemli şeyler var.” dercesine.
arete’den bir arkadaşımızla yayım tarihi üzerine konuştuğumuzda bazen soru gelir: Aklınızda bir konu, yazmamı istediğiniz bir mesele var mı? arete’yi bu uzaktan uzağa sürdürdüğümüz beyin fırtınasının da önemli ölçüde beslediğini düşünüyorum. Kaldı ki benim pek çok yazımın ana fikri de her biri çok değer verdiğim arkadaşım olan, bu yola beraber çıktığımız editör arkadaşlarımla gerçekleştirdiğimiz sohbetlerin ve tartışmaların yan ürünleri.
Son günlerin heyecanlı belirsizliğinin etkisiyle bu soru arete ekibinde de ülkenin kalanında olduğu gibi “seçimden başka bir şey düşünememe, konuşamama, yazamama” yan etkileri göstermeye başladı. Editör arkadaşımız Meriç’in doğum gününü kutlamak için oturduğumuz masada kimin hangi bölgede seçim görevi alacağını ve akşam bir araya gelip gelemeyeceğimizi uzun uzun tartıştık.
Aklımızda bir konu var mı sorusunu da böylelikle cevaplamış oluyorum sanırım. Maalesef aklımızda seçimden başka hiçbir şey yok. İnanın ne yazılır, ne istenir, 15 Mayıs sabahı ne halde olunur hiçbir şey öngöremez durumdayız. Bunun bize özgü bir metal yorgunluğu olmadığının da bilincindeyiz. Ülkenin kendi hayatı için olduğu kadar yurdunun geleceği için de hevesli bir kaygı güden gençliğinin kaderi bir seçimin sonucuna sıkıştırılmış durumda. Sanki bir zarf açılacak ve biz ya ömrümüzün devamında daha da artan anksiyete nöbetleriyle yaşayacağız, ya da ruhumuzdaki bu korkunç urdan biraz olsun kurtulacağız.
Bir sonraki yazımda diye bitirilir ya bazen, bir sonraki yazımda Türkiye ne olursa olsun bambaşka bir yer olacak. Dilerim o yazımı ruhunuzda yeniden çiçekler açmaya başlamışken, geleceğe ümitle bakıyorken okursunuz.