Ayasofya’dan al çörek
Lâzımdır baklava börek
Hocapaşa’nın simidi
İftârda bulundurmak gerek[1]
Ramazan ayı İslam dünyası için öteden beri özel bir ay olmuştur. Ülkemiz için de bu durum şüphesiz ki böyledir, hatta gelenek ve göreneklerle bu kutsal ayı en güzel şekilde geçiren ülkelerin başında da yer alabiliriz. Dini- Rûhânî kısmını bir kenara bırakırsak, yılın sadece bu ayı apayrı bir kültür oluşturmuştur durumdadır. Bu kültürün yansımasını edebiyat dünyasında da görürüz. Örneğin yukarıdaki eğlenceli mâni, Klasik dönem edebiyatında ramazanname türünün önemli örneklerinden biridir ve bize erken modern Osmanlı kültürel hayatı ile ilgili pek çok ipucu verir. On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde ise toplumsal ve kültürel gelişmeleri edebiyatta da kendini tekrar göstermiş ve Tanzimat ile birlikte hatırat türü eserler de yazınımızda yaygınlık kazanmıştır. Aslında her devirde, her şartta Ramazan bu topraklarda üstüne titrenen bir ay olarak kalmış, sanatçılar Ramazan’a ilişkin hislerini türlü şekillerde göstermişlerdir. Sonuç olarak Osmanlı İstanbul’unda Ramazan ayının nasıl geçtiği, devrin eğlencelerini, kilerlerde ve sofralarda hangi lezzetlerin, üst sınıflar dışında da toplumun diğer kesimlerinin tüketim alışkanlıklarını anlatan pek çok esere sahibiz. Kısaca “ecdad” ne yiyor, ne içiyor biliyoruz ve ecdadın yiyip, evladın yiyemediği, artık hayal dahi edemediği her şeyin de farkındayız.
Peki, 1900’lü yıllara gidersek, Osmanlı’nın son dönemlerinde orta sınıf bir İstanbullunun iftar sofrasında neler bulunurdu? 1891 yılında İstanbul’da doğan şair Halit Fahri Ozansoy bize orta sınıf bir ailenin o dönemlerde ekonomik olarak karşılayabildiğini belirttiği bir iftar sofrası tarif ediyor.
“Bu sofrada da neler yok! Yine reçellerden vişne, kayısı, çilek, hünnap, incir ve hele emekli dadının bir gün evvel taze taze elcağızı ile kaynattığı mürdüm eriği.. En nefisinden kaşar peyniri… Sucuk… Siyah ve yeşil zeytin… Büyük hanımın çok sevdiği hurma… Ve bütün bunların etrafında, yuvarlak geniş iftar tepsisini çepeçevre kuşatan sıcak pidelerle simitler… Damadın elinden hemen kapılıp kâğıtları açılarak tepsiye bir kat daha şevk ve iştahla baktıran ramazan nimetleri”[2]
1900’lü yıllardan günümüze gelirsek bizi derin bir hayal kırıklığının beklediği çok açıktır. Ozansoy’un çocukluğundan hatırında kalmış bu sofra, bugün sadece orta-üst ve zengin sınıfının sofralarında yer alabilecek ürünlerle dolu. Ortaya konan pek çok araştırma ise ekonomik krizin somut kanıtı niteliğinde. DİSK-AR tarafından yapılan araştırmaya göre gıda fiyatları 20 yılda %175 artmış durumda.[3] Ozansoy’un iftar sofrasındaki ürünlerin güncel fiyatları zaten bu araştırmayı doğruluyor, aslında markete, pazara gittiğimizde, çevremizdekilerle konuştuğumuzda da fazla kanıta ihtiyacımız yok gibi. Geçen yıla kıyasla yüksek miktarda bir zam gelmemesine rağmen ramazan pidesi 10 TL olmuş durumda, simit ise 7,5 TL. Oruç tutan pek çok kişi için orucu hurma ile açmak önemli bir adettir, bugün hurma cinsine ve kalitesine bağlı olarak kilosu ortalama 180 TL. Ozansoy en nefisinden kaşar peyniri demiş, en nefisinden mi bilinmez ama ucuzluk marketlerinde dahi neredeyse kilosu 200 TL. Et fiyatları ise büyük ve küçükbaş hayvancılık için biçilmiş kaftan olan Anadolu coğrafyası için kanayan bir yara, kıymanın kilosunun 320 TL civarlarında olduğu ülkemizde sucuk fiyatları da arşa çıkmış durumda. Ya Ozansoy’un bahsettiği reçellere ne demeli. Şeker fiyatları, fabrikaların özelleştirme süreci ile yukarıya doğru seyrediyordu, bugün meyve fiyatları da ona eşlik ediyor. Kadimden gelen meyveyi uzun süre saklama imkanı veren reçel kültürü de böyle giderse yakında yok olacak gibi duruyor çünkü insanlar evlerde kavanoz kavanoz reçel yapmayı bırakmak zorunda kaldılar.
Ne yazık ki bu yıl ülke tarihimizin en buruk ramazan ayını yaşıyoruz. Halihazırda ekonomik ve siyasi bir krizin gölgesinde geçireceğimiz/geçirdiğimiz ramazan ayı, depremin yıkıcı etkisi ile adeta bir “küçük kıyamet” halini aldı. Büyük depremin üstünden yaklaşık iki koca ay geçti ve felakat bölgesinde sorunlar çözülemediği gibi, üstüne katlanarak artıyor. Bir önceki yazımda da ifade ettiğim gibi ciddi boyutlarda bir çevre felaketi de kapıda ve her gün gıdaya ardı ardına gelen zamların bu felaketler silsilesi ile doğrudan bağlantılı. Deprem sonrası İskenderun Limanı’nda çıkan yangın ile hurma bulunamadığını söyleyen esnaf da bu durumu doğrular nitelikte.[4] Temiz ve sağlıklı gıdaya erişimimiz güncel siyasetle; doğru çevre, şehircilik ve tarım politikaları ile ilişkilidir. Eğer bir ülkede bu üç ana başlıktan biri dahi ihmal edilirse sonuç binlerce can kaybı ile etkisi uzun yıllar sürecek travmalar ve ekonomik kayıplar olacaktır. Bir ülkede insanlar büyük büyük dedelerinin daha kolay şekilde ulaşabildiklerine dahi ulaşamıyorsa ecdad edebiyatı yapmayı bırakmaları gerekir.
[1] Çelebioğlu Âmil (Trans.). (2019). Ramazan-nâme. Dergah Yayınları. s.38
[2] Ozansoy,H.F.(2019). Eski İstanbul Ramazanları: Bütün Âdetleri Eğlenceleri Hatıraları Fıkraları, Dergah Yayınları.s.28
[3] https://arastirma.disk.org.tr/?p=9876, erişim tarihi 03.04.2023
[4] https://www.dha.com.tr/gundem/eminonunde-ramazan-hareketliligi-2223672 erişim tarihi 05.04.2023