Afet Dayanışması Muhalefete İlham Verebilir mi?

6-7 Şubat’ta meydana gelip ülkemizin güney ve güneydoğu illerini genişçe yıkıma uğratan korkunç iki depremin ardından toplumumuz çoğu açıdan devletin bürokratik ve kurumsal kapasitesine meydan okurcasına -belki de “o kapasiteye rağmen” demek daha doğru olabilir- özgüvenli bir seferberlik hâli sergiledi. O günden beri halihazırda siyasi iktidarın başarısız ekonomi politikalarının sebep olduğu enflasyon ile yoksullaşan halk bir yandan kendi başının çaresine bakmakla uğraştı, öbür yandan da yurttaşına dişinden tırnağından artırdığıyla elini uzatmaya çalıştı. Bu süreçte tabii siyasi iktidarın otoriteye halel getirmeme takıntısından doğan propagandist engellemeleri aşmakla da mücadele etmek zorunda kaldı. Hepsini halletti desek, bu sefer de karşısına iktidara bağlı sözde sivil şirketlerin ve kamu kurumlarının topluma sağlamakla yükümlü oldukları ancak beceremedikleri elektrik, su, ulaşım, iletişim gibi sorunlarla uğraştı. Kısacası toplum acı muhteviyatı saymakla bitmeyen bir ıstırap hali içerisinde kaldı.

Sosyal seferberlik hali kuşkusuz çok kıymetliydi. Türkiye toplumu cumhuriyetinin yeni yüzyılına girerken ilk yüzyılının bir arada yaşayamama krizlerini unutturacak kimi yeni hikayeleri bazen hoş bazen de üzücü vesilelerle yazıyor, iyiler ve kötüler arasındaki hayırlı kutuplaşma üzerine yeni toplumsal düzenini inşa ediyor. Erdoğan iktidarının uzun yıllar içerisinde uyguladığı ayrıştırıcı sosyal politikalara, takıntılı kültürel hegemonya kavrayışlarına, uluslararası düzlemdeki ilkel irredantizme ve dinci-milliyetçi antagonizmaya bir rest ihtiyacı doğmuştu. Tam bu ortamda büyük oranda örgütsüz ve içgüdüsel biçimde doğan afet seferberliği, aslında toplumun, siyasi iktidarın ilmek ilmek örmeye çabaladığı fragmante millet anlayışına çok da kani olmadığını bize göstermiş oldu.

Bu yazının yazılma amacı seferberlik ortamında ortaya çıkan dayanışma biçiminin bir siyasal konsolidasyona dönüşüp dönüşmeyeceğine dair bir irdeleme yapmak olacak. Çünkü kendimizi bir anda keskin bir siyasal kırılmanın gerçekleştiği, ahlaki üyeliklerin ve dünya algılarının sokakta daha görünür hale geldiği bir sürecin içinde bulduk. Yukarıda da ifade ettiğim bir arada yaşama arzusundan doğan, pür sevgiye yaslanan bir yurttaşlık hareketi gözlerimizin önünde doğdu, hepimizi kapsadı, hepimizi yatay olarak aktif direnişin ve yaşatma arzusunun parçası kıldı. Diğer tarafta ise bu hareketin çıkarsız iyiliğine dair duyulan kıskançlıkla yönetim krizleri yaşayan, tüm “ağır sanayi hamlesini” karizmayı çizdirmemeye sarf eden bir otoriterlik anlayışı bulunuyordu. İşbu otorite, çözümü yurttaş örgütsüzlüğünün kırılgan noktalarını hedef almakta, onu sadaka merasimleriyle metalaştırmakta ve üzerinden prestij koparmaya çalışmakta buldu. Yani iktidar yıllardır her şeyimize el koyduğu gibi bu sefer de erdemlerimize el koyup onu bize geri satmaya çalıştı.

Türkiye’de kurumsal ve toplumsal muhalefet arasındaki belirgin beceri farkının ve temsil krizinin arızalarına arete’de hem ben hem de birçok yazar arkadaşım kurulduğumuz günden bugüne değindik. Bu krizi aşmak için sosyal ayrımların belirgin hatlarına kültürel kodlarla ve yaşam tarzlarıyla birlikte odaklandığımızı, ancak günün sonunda sınıfsal kopuşların bir tarafın lehine kaçınılmaz sonuçlar doğurduğunu ele aldık. Şimdi, muhalefet nihayet bir aday üzerinde uzlaşmış bulunuyor. Ve bu aday etrafında bir dar topluluk kurgusu değil, yeni bir toplum tahayyülü arayışı öneriliyor. Önceki yazılarda bu arayışın, yani anti Erdoğancılığın pragmatik bir uzlaşı zemini olmakta yetersiz kaldığının aşikâr olduğundan, bunun üzerine ahlaki bir konsolidasyon inşa etmenin ve Erdoğan’ı yenmeyi; iyiliğin ödevi, kötülüğün imha edilmesi olarak kurgulanması gereken bir biçime dönüştürmenin gereğinden bahsetmiştik. Kurumsal muhalefet 6 Şubat’ta yaşadığımız kâbusa kadar bir arada bulunma ve toplu halde hareket etme kapasitesinden fazlasıyla uzaktı. Tabii tüm paradigmayı değiştiren bir afet gerçekleşmeseydi belki şapkadan bazı tavşanlar çıkarılacak, muhalefet bu konsolidasyonu yaratabileceği bir propaganda örebilecekti. Ancak gidişatın pek de öyle olmadığını hatırlıyoruz, bunu söylemek lazım.

Siyasi ittifaklar toplumsal hareketlere dönüştüklerinde ancak yeni bir toplum tahayyülünü ve sosyal akdi yapmaya müsait olabilirler. Bu hareket peşi sıra reformları ve ardından gelen ihya niyetini doğal olarak taşımalıdır. Kabul edilsin edilmesin Erdoğanizm apaçık, kuvvetli ve Erdoğan’ın kendisini bizzat ideoloji olarak özümseyen bir halk hareketiydi. Dolayısıyla bu kitle günlük hayatını Erdoğan’ın adresi belirsiz raconlarına ve onun etrafındaki manevralara göre tasarlamaktaydı. Bununla beraber gelen rant ve prestij ağı da haksızı haklı kılan, haklıyı da sürekli değersizleştiren bir alışkanlık haline gelmişti.

Fazlasıyla rasyonel bir idare bile olsanız bazen ihtiraslarınıza yenik düşüp başarısızlığı kabullenemeyebilirsiniz. En başarılı idarecilerin bile son noktada basit hatalarla tökezledikleri siyasi tarihte bilinir. Ancak bu idareciler başarısızlıklarını kabul etmemekle kalırlar, daha sonra ise yenilgiyle tanışırlardı. Bizim seferberlik halimizde yaşanan form bunun çok ötesine geçen, dayanışmaya ket vuran ve neticesi yurttaşın acısını dindirmekle sonuçlanıyor bile olsa onu durdurmak için elinden geleni yapan bir duygusal kompleks şeklinde cereyan etti. İşte bu cereyan keskin ve sonuç yaratabilecek bir kırılmanın habercisi olabilir; o da kurumsal muhalefetin siyasi ferasetiyle aylardır, yıllardır gerçekleştiremediği ‘bir arada davranma azminin’ toplumun kendi imkanlarıyla kriz anında yazdığı hikayeyle bütünleşebilmesi. Kemal Kılıçdaroğlu, muhalefetin çatı adayı olarak kendi başına yazamayacağı bir temsil hikayesini toplumun her şeye rağmen itidalle ve dayanışmayla bir kardelen çiçeği gibi yaşama tutunmasının siyasal vücuduna dönüşerek yazmış olabilir. Dolayısıyla, Erdoğancılığın yıkıcı ve pür kötü hikayesinin karşısında işlerin “o noktaya” gelmesine karşı yıllardır direnen, pasiflikten ve sabırdan güç alan, Bertol Brecht’e atıfla gergedanlaşmamakta temsil arayan bir konsolidasyonu yeşertmiş olabilir. Erdoğancılık, 2013’ten sonra karşısında ilk kez pirüpak bir siyasal hareketi bulmuş olabilir. Bunu 15 Mayıs sabahı anlayacağız.

Kağan Sarıkaya

Kağan Sarıkaya

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.