Çabuk 16’lı Masa Kurulmadan

Geçtiğimiz ay yoğun gündemiyle hayatlarımıza tümüyle nüfuz eden iki turlu seçim, sadece adaylar için değil halk için de epey yorucu oldu. Sıradan bir seçim sürecinin aksine 2019 yılından beri seçim atmosferi yaşamış olan memleketimiz, 2023’ün ilk yarısında yaşanabilecek pek çok felaketi, kötülüğü ve gerilimi art arda yaşamış oldu. Nihayetinde, 28 Mayıs akşamı tamamlanan süreç, bu ülkenin yüzde 48’i için olduğu gibi benim için hayal kırıklığı. Ancak, seçimlerde istediğimiz sonucun ortaya çıkmaması, biz buna “kader seçimi” yakıştırması yapsak bile son derece doğal bir durum ve bunu bir kere daha yaşadık. Esas sorun, seçim sürecinde, özellikle de birinci tur öncesinde bence elden gelenin en iyisinin yapıldığı o günlerden sonra seçimi geride bırakıp bir anda büyük bir boşluğa düşüp savrulmak. Bu yazıda, biraz özeleştiri biraz da tespit yolu ile bunun sebeplerini arayacağım.

Halihazırda uygulanan ve her seçim öncesindeki hesap kitaplarla uykuları kaçırmaya teşne olan ittifak muhabbetleri, 2018’de etkisini bu kadar yoğun hissettirmemiş olsa da son beş yılda her günü seçim gündemiyle yoğurulan bir memlekette etkisini genişletti. Muhalefetin, AKP’ye ve Erdoğan’a karşı bir seçim galibiyeti almak için elzem gördüğü, bütün kesimleri kucaklayan bir muhalefet yapısının inşası ise CHP’nin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun sorumluluğunda oldu. Ancak, Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’ye bu yetkiyi veren muhalefetin ölçütü yalnızca CHP’nin nispeten yüksek oy oranına sahip olması olunca ya da ortada ilkesel veya politik bir kapsayıcılık varsa da bu halka etkili biçimde aktarılamayınca CHP yalnızca Türk milliyetçilerini, milli görüşçüleri, merkez sağcıları, liberalleri, Kürtleri ve sosyalistleri bir araya getirmeye çalışan; bunu yaparken de “Halil İbrahim Sofrası” gibi sloganımsı argümanların ötesinde bir hikâye yaratamayan bir konuma düştü. Seçimin ardından daha bir ay bile geçmemişken, özeleştiri yapmak yerine “Gerekirse 16’lı masa kuracağım” çıkışını yapmak da, basit bir örnek olarak da olsa, işin yoğun olarak nicel kısmına verilen önemin belki de bir tezahürü.

Evet, başlı başına AKP döneminin geride bırakılması motivasyonu ve daha çoğulcu, demokratik bir devlet yapısı inşa etmek için bir araya gelme arzusu çok önemli ama daha seçim sürecinde ittifaklar içindeki tartışmalar, kavgalar, masa devirmeler bu kadar göze batarken İYİ Partililer ve HDP’liler; ve hatta ikinci tur süreciyle birlikte Zafer Partililer bu seçim kazanıldıktan sonra aynı motivasyonu hangi temellerle sürdürecekti? Bunların cevabı verilmeliydi. İnsanlar ikna edilmeliydi. Ancak Twitter’da muhalefet özelinde ittifaklar arası veya ittifaklar içinde o kadar yorucu ve faydasız tartışmalar yaşandı ki ilk defa bir seçimde herkesin sosyal medyaya şahit olmamasını olumlu bir durum olarak algılamaya başladım. Çünkü muhalefetin enerjisi, özgüveni bu tartışmalarda yıprandı. Bunun yerine, muhalefet esas meseleye konsantre olup özellikle Cumhurbaşkanı seçimi için kenetlenmeliydi. Kararsız yurttaşlara ve gençlere güven verilmeliydi. Zira her ne kadar ‘işimize gelmese de’ insanlar, oylarını “tıpış tıpış” değil, özgür iradeleriyle vermek istiyorlar.

Millet İttifakı ile birlikte Cumhurbaşkanlığı seçiminde Emek ve Özgürlük İttifakı, geniş bir muhalefet kesimi olarak birbirleri ile dahi iletişim kurmakta bu kadar zorlanırken seçim süreci yaklaştıkça bu ittifakların hitap ettiği yurttaşlar, bir arada tutulması zorunlu hale gelen ve bunun için “tüm tuşlara” basılan hedef kitleler haline geldiler. Belki de iyi niyetlerle başlayan ve zaman zaman olumlu adımlar da atılan Altılı Masa oluşumu, daha kazanılmamış seçimin kavgasını yapmaya başlarken ittifakın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, her gün farklı liderlerle görüşerek ittifak içinde denge kurmaya çalışıyordu. Bizim bakmakta veya bakıp da görmekte zorlandığımız, daha uzaktan bakılınca belki de daha net görünüyordu ve sonuç olarak Altılı Masa, politikalarını net bir biçimde halka anlatmayı başarmış, iddialı bir siyasi hareket olarak değil de seçime kadar bir arada durmaya çalışan bloklar gibi görünmeye başlamıştı. Meral Akşener’in seçimden sonraki ilk önemli konuşmasında ortalığı yangın yerine çevirmesi de bunun en net göstergesi.

Millet İttifakı’nın, altı parti olarak ideolojik bir bütünlük taşımaması ve her an yıkılmaya hazırmış izlenimi yaratan ruh hali, seçim mağlubiyetiyle birlikte bir arada durup sonraki zamanlar için daha güçlü olmayı olanaksız hale getirirken dağılış eğilimini de hızlandırdı. Merkez sol bir parti olarak sağcı adayları meclise sokmak uğruna Türkiye İşçi Partisi’ne giden eski CHP’li oylarını dert eden CHP’liler bu ideolojik dağınıklığın temsilcileri arasındaydı. Ancak, ittifaktaki diğer partilerle bir olup 2 bin bilmem kaç maddelik mutabakat metnini halkın gözünün içine bakarak teker teker anlatmak yerine insanları motive etmek için seçimi bir “ölüm kalım” atmosferine dönüştürürseniz size yakın konumlanan toplulukları birleştirseniz de kararsız ya da mesafeli olan yurttaşlarla bağ kurmakta zorlanırsınız. Ne ortak mutabakat ne de anayasa çalışmalarında ortaya ideolojik anlamda güçlü bir anlatı koyamayan masa, ki nasıl yapsınlar, insanları çok az heyecanlandıran binlerce madde üzerinde uzlaştıklarını söyleseler de ortada gerçekten ideolojiye ve değerlere bağlı bir uzlaşı olmadığı seçim yaklaştıkça ortaya çıktı. “Bir olamadığımız, birleşemediğimiz” seçimin hemen ardından büyük bir aceleyle suçlu aramaya başlamamızla ortaya çıktı.

“Biz” diyen bir insan her şeyden önce özeleştiri yapar. Hatta gerekirse “biz” olarak tanımladığı topluluğun adına özeleştiri yapar. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu, ki benim çok desteklediğim ve yakın hissettiğim bir siyasetçidir, en az kendisini destekleyen argümanlar kadar kendisini eleştiren, önyargıyla yaklaşan ve hatta gerekirse nefretle bakan argümanlara da itibar etmek zorundadır. Çünkü, bu seçimin kazanılması en başta onun sorumluluğundaydı. Ancak, 2014’teki Ekmeleddin İhsanoğlu meselesinden beri seçmenler CHP’nin stratejisine ve adaylarına ortak olmak zorundaymış gibi bir rüzgâr estiği için öyle zannediyorum ki Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi özeleştiriyi de halktan bekliyor. Yetmiyor, gazeteciler şeytanlaştırılıyor, Ekrem İmamoğlu gibi partideki en önemli insanlardan birinin çağrılarına kulak tıkanıyor. CHP Genel Merkezinin, MYK üyelerinin, yaşam boyu mazbata ödülüne layık görülmüş milletvekillerinin almadığı sorumluluk, sarf etmediği özeleştiri halktan bekleniyor. Çünkü, halkın duygularını her seferinde suiistimal edip, her seçim gecesi “öndeyiz, kazanıyoruz” diye kandırmaya çalışıp, mağlubiyetlerden ders çıkarmak yerine seçim sonrası gözlerden kaybolarak bir sonraki rauntta ortaya çıkıp “tıpış tıpış” söylemini sürdürenler seçim sonrası değişim talebini kendi koltuğu haricinde her şeye yorarken 2024’te, 2028’te, 2029’da, 2033’te ve 2034’te de bir şeyin değişmeyeceğini, bu düzenin böyle devam edeceğini mümkün görüyorlar.

Bunun karşısında durabilmek için ise parti içi muhalefetin ve tabandan gelen taleplerin güçlü olması çok önemli. Statükonun bu kadar güçlü bir etkiye sahip olduğu bir partide bunu başarmak ne kadar mümkün bilmiyorum ama örneklerini bu seçimde de gördüğümüz dışarı çıkanın şeytanlaştırılması daha kolay oluyor ama bu statükonun her seçim gecesinde aynı şeyi yaşatması sonucunda belki de onlarca kabahati ve yanlışı olan insanlar bile haksızken haklı duruma geliyor.

Sonuç olarak, öyle umuyorum ki Türkiye bir daha bu kadar yorucu bir seçim süreci ile karşılaşmaz. Muhalefet özelinde hem ittifakların hem de partilerin mümkün olduğunca geniş bir çerçeveyle öz eleştiri yapması ve mücadeleyi sürdürmesi çok önemli. Çünkü, “bu seçim son seçim, dağılmamak için zor duruyoruz bize oy verin” duygularını pompalayarak bir sonraki seçimde gerçekten 16’lı masa olup da sağ partilere 200 vekillik kontenjan verseniz de karşılaşacağınız sonuç hezimet olmaya devam edecek. Demokratik bir mücadele; masa başında liderlerle değil de halkla; sivil toplum kuruluşlarıyla, öğrencilerle, kadınlarla, akademisyenlerle, barolarla, meslek odalarıyla ve sendikalarla birlikte yürüyüp gerçekten halkın ihtiyaçları doğrultusunda halkın sesini yükselterek mümkün olacak. Biz, halk olarak seçimden önce neysek seçimden sonra da o olmaya devam ediyoruz. Hayat bizim ve devam ediyor. Hayatımızı sandıkta savunduğumuz gibi her alanda da savunmaya devam etmek ise bizim büyük sorumluluğumuz.

Erkin Can Seyhan

Erkin Can Seyhan

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.