Mayıs ayında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri ülkece gündemimizi etkisi altına aldığından beri bir hayli politize olmuş bir şekilde seçimden başka bir şey konuşamaz hale gelmiştik ki imdadımıza futbol müsabakaları ile dolup taşan haziran ayı yetişti. Öyle ki politikacılar derbi gecelerinin adrenalin dolu atmosferine kendilerini kaptırmış, kazanan kulüplere tebrik mesajları yağdırmaktan seçimin muhasebesine girişip seçmen ile yüzleşmeye vakit bile bulamamışlardı. Hal böyle olunca nedir bu işin hikmeti diyerek ansızın kendimi kan, ter ve gözyaşı ile harmanlanmış futbol dünyasının içerisinde buluverdim. 4 Haziran 2023 akşamı Fenerbahçe ve Galatasaray arasında gerçekleşen ve Galatasaray’ın galibiyeti ile sonuçlanan müsabakada dikkatimi çeken bir olay beni bu adrenalini yüksek gecelerden nasibini almış bir yazı kaleme almaya teşvik etti.
Bu köşede Balkanlar ve göç üzerine düşüncelerimi okumaya alışık olan sizleri daha fazla şaşırtmadan Galatasaray’ın galibiyetinden bile bir “Balkan” hikayesi çıkarabileceğimin teminatını verip söze başlıyorum. Derbi gecesine benim için damgasını vuran ne politikacıların atmış olduğu tebrik mesajları, ne de bir Fenerbahçeli olarak yıllardır süren makus talihimizi yenemememiz idi. Benim için bu geceyi özel kılan şampiyonluk kutlamaları için sahaya inen futbolcuların arasında omzunda Arnavutluk ve Kosova bayrakları taşıyan Milot Rashica’nın “Oj Kosovë Oj Nana İme” şarkısı ile çıkışıydı. Rashica’nin Arnavut bayrağını Kosova bayrağı ile yan yana taşıması ve Kosova’ya duyulan özlemi anlatan bu şarkıyı tercih etmesi son günlerde artan Sırbistan-Kosova gerilimine karşı bir “Arnavut” duruşunu göstermekteydi.
Yugoslavya’nın dağılışından sonra etno-dinsel kümelenmeye göre yeni kurulacak devletlerin sınırlarını çizebilmek için bir dizi iç savaş çıkmış, milyonlarca insan ölmüş ya da en iyi ihtimalle göç etmek durumunda kalmıştır. En geç bağımsızlığını ilan eden Kosova olmuştur. 2008 yılında bağımsızlığını ilan etmiş olmasına rağmen Sırbistan bu durumu resmi olarak kabul etmemiş ve iki ülke arasında zaman zaman gerilimin dozunu arttıran hadiseler yaşanmıştır. Şiddettin belli periyotlarda ayyuka çıktığı ulusal sınırların çizilebilmesinin bir ütopya olduğu Balkan topraklarında, etnik çekişmeler hiçbir zaman etkisini kaybetmeyecek bir acı bal olarak ağızlarda kekremsi tadını bırakmaya devam edecek gibi görünüyor. Ben bugün Balkanlıların farklı bir hikayesini anlatacağım. İki koca yüzyıldır birbirinden ayrı yaşamak için dövüşen insanlar olmamıza rağmen nasıl birbirimizden kaçamadığımızı, günün sonunda tarihsel mirasımızın bizi bir araya getirişini Frashëri ailesi ve Arnavut milliyetçiliği üzerinden göstermeye çalışacağım.
Rashica’nın Kosova meselesi gündemdeyken sergilediği bu politik duruş şaşırılacak bir şey değildir. Fakat formasını giydiği takımın kurucusu Ali Sami Yen’in Arnavut ulus kimliğinde önemli bir yere sahip olan Frashëri ailesinin bir üyesi olması ve Arnavut ulusal hareketinde yüz yıldır çözülmeyen Kosova meselesinin hayaletlerinin Frashëri’lerin mirası ile karşımıza çıkışı kaleme almaya değer hoş bir tevafuktur. Türk ve Arnavut edebiyatında önemli bir isim olan Şemsettin Sami’nin oğlu olduğunu bildiğimiz Ali Sami Yen, aynı zamanda Arnavut ulusal mücadelesinde önemli yere sahip olan “Oj Kosovë Oj Nana İme” şarkısının yazarı Naim Frashëri ve Prizren Birliği’nin kurucusu Abdul Frashëri’nin yeğenidir. Babası ve amcaları Arnavut ulusal bilincinde köşe taşı konumundayken, Ali Sami Yen de Türk sporunda yapmış olduğu girişimler ve başarılarla Türk ulusal kimliğinde sarsılmaz yerini inşa etmiştir. Bu ailenin hikayesinden yola çıkarak, keskin bir “ayrılıkçılık” olarak tahayyül ettiğimiz Balkan nasyonalizminin aslında farklı çehreleri olan bir yol arayışından ibaret olduğunu göreceğiz.
Hepimizin örgün eğitimimizin bir parçası olan tarih derslerinde öğrendiği üzere bugünkü Arnavutluk, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Balkan Savaşları sonucunda bağımsız olmuştur. Resmi tarih söylemine göre Arnavutlar kendi devletini kuran son Balkan ulusudur. Neyse ki artık, İmparatorluk’tan ulus devlete geçiş sürecinde hiçbir ulus devletin mantar gibi topraktan bitmediğini, ya da takvimler 19. yüzyılı gösterdi diye bugünkü Balkan devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu’yla olan göbek bağını kestikleri şeklindeki şablonların ardında birbirinden farklı hikayelerin olduğunu biliyoruz. Görüldüğü üzere yeğen Frashëri, 1905 yılında İstanbul’da eğitim gördüğü Mekteb-i Sultani’de arkadaşları ile Galatasaray Spor Kulübü’nün kuruluşunu gerçekleştirirken, amca Frashëri’ler 1878’den öldükleri güne değin Arnavut ulusal bilincinin oluşumu için siyasal ve kültürel mücadele içindeydiler. Bugün Abdul ve Naim Frashëri’yi Arnavut ayrılıkçılığının figürü olarak görüp düşmanlaştırırken, yeğen Frashëri’yi göğsümüzü ulusal ve uluslararası başarılarıyla kabartan Türk takımının kurucusu olarak yüceltiyoruz. O halde sözü daha fazla uzatmadan, Frashëri ailesinin hikayesinden yola çıkarak görece “geç kalmış” Arnavut milliyetçiliğini irdelemeye başlayalım.
Aidiyetlerinin iç içe geçtiği, kimliklerinin uzun bir inşa sonucu oluştuğu Balkan halkları bir yanda Osmanlıdan “rafine” ulusal hayatlar kurgularken diğer yandan da Osmanlılık’tan mülhem ikircikli bir dokuyu içlerinde barındırmaktadırlar. Bunu, en somut olarak gözlemlediğimiz Balkan uluslarının başında bölgenin Müslüman nüfusunu oluşturan Arnavutlar, Boşnaklar ve Türkler gelmektedir. Osmanlılar tarafından fetih süreci 1464 yılında başlayan Arnavutluk, 1478 yılında İşkodra’nın düşmesiyle tamamen Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir. 17. Yüzyılda kitlesel İslamlaşma sürecine değin, Arnavutlar Ortodoks ve Katolik kilisesi arasında bölünmüş bir halktı. Müslüman Arnavutların büyük bir kısmı Sünni olmasına rağmen azımsanamayacak bir Bektaşi nüfus da mevcuttur. 15. yüzyılda yeniçeriler tarafından yayılmaya başlayan Bektaşilik, altın çağını 19. Yüzyılın son çeyreği ile 20. Yüzyılın başındaki süreç içerisinde yaşamıştır. Halvetiler, Rufailer, Sadiler, Kadiriler ve Nakşibendiler de Arnavutluk sınırlarında aktif olan diğer heterodoks İslam gruplarıdır. Arnavutlar arasındaki dini heterojenliğin yanı sıra aşiret yapılanması da toplumu bölen bir diğer etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Arnavutlar güneyli Toskalar ve kuzeyli Gegalar olmak üzere iki ana damar etrafında şekillenmektedir. Gegalar’da katı aşiret yapılanması mevcutken, Toskalar’da bu durum gözlemlenmemiş ve Osmanlı yönetimi ile daha uyumlu bir yapılanma içerisine girişmişlerdir. Arnavutluk’un coğrafi yapısı birçok bölgenin tımara tabii olamamasına yol açmış ve Ortodoks Toska köylerine vergi karşılığı özerklik verilmiştir. 18. yüzyıla gelindiğinde tımar arazilerinin miras yolu ile devredilme eğilimi artmıştır. Mülklerin belli kesimlerin ellerinde birikmesiyle “ayanlar” ortaya çıkmış ve Arnavutlar arasında özerk yönetim güçlenmiştir. 18. yüzyılda karşımıza iki büyük aile çıkmaktadır. Bunlardan birincisi İşkodra civarında Buşati ailesi, diğeri ise meşhur “Yanya Aslanı” Tepedelenli Ali Paşa’dır. II. Mahmut ile başlayan merkezileşme politikaları 1830’lar itibari ile Arnavutların İstanbul’daki yönetime karşı muhalefet etmelerine sebep olmuştur.[i]
Tanzimat’ın merkezileşme reformlarına duydukları tüm rahatsızlığa ve muhalefete rağmen farklı dilleri ve dinleriyle nüfusun yarısından fazlası Müslüman olan Arnavutlar İstanbul’un dini hükümranlığını tanıyor ve kayda değer milliyetçi oluşumlar gözlemlenmiyordu. Her ne kadar bazı aydınların girişimleri mevcut olsa da ulusal bir program oluşturulmamıştır. Fakat, 1878 tüm Balkan halkları gibi Arnavutlar için de bir dönüm noktasıdır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı sarsıcı bir yenilgi almış ve Balkan topraklarının büyük bir kısmını önce Ayastefanos sonra da Berlin Anlaşması’yla kaybetmiştir. Bu anlaşmalar sonucunda Arnavutların yaşadığı topraklar diğer Balkan devletleri tarafından paylaşılmış, bu durum Arnavut ileri gelenleri tarafından siyasal örgütlenme sürecini beraberinde getirmiştir. Abdul Frashëri liderliğinde İstanbul’da gizli bir komite kurulmuş, bu komite 10 Haziran 1878 tarihinde Prizren’de toplanmış ve 1881 yılına dek faaliyet gösterecek “Prizren Birliği” olarak bildiğimiz Arnavut Ulusunun Haklarını Savunma Birliği’ni (Lidhja për mbrojtjen e të drejtave te kombit Shqiptar)oluşturmuştur.[ii]
Bab-ı Ali, başta bu oluşumu desteklese de birliğin içerisindeki özerklik yanlısı kanadın Osmanlı kimliğinin önüne Arnavut kimliğini koyması ve dinleri ne olursa olsun tüm Arnavutların birliğini vurgulamasından dolayı otoritesine karşı bir tehdit olarak algılamıştır. 1881 yılında Derviş Paşa komutasındaki büyük bir ordu ve İstanbul’a sadık Arnavutların desteği ile birlik dağıtılmıştır. Böylece ulusal hareketin siyasi boyutu pasifize edilmiş ve kültürel boyutu ivme kazanmıştır. Hareketin lider kadrosu yakalanıp sürgün edilirken Abdul Frashëri idam cezasına çarptırılmış fakat idam hükmü müebbet hapis ile değiştirilmiştir. Abdul Frashëri, 1885 yılında serbest bırakılmış ancak 1892 yılındaki vefatına dek sürgünde yaşamıştır.[iii]Böylece tarih sahnesinden siyasi mobilizasyonun lideri büyük Frashëri amca çekilmiş yerini kardeşleri Sami ve Naim Frashëri’nin kültürel hareketine bırakmıştır.
Türk edebiyatındaki ilklerin yazarı Şemsettin Sami olarak bildiğimiz Sami Frashëri, 1879 yılında İstanbul’da kurulan “Arnavut Eserlerini Basım Derneği”nin başkanlığını yaparak Arnavutça kitap, dergi ve gazetelerin yayınlamasını teşvik etmiştir. Şair olan Naim Frashëri de dernek teşkilatında önemli rol oynamış ve Arnavutça ders kitaplarının hazırlanmasını sağlamıştır. Prizren Birliği’nin dağılmasıyla ulusal hareketin kültürel ayağı basım-yayın, dil ve eğitim üzerinden gelişmeye devam etmiştir. Osmanlı yönetimi Arnavut dilinde eğitim konusunda katı bir tutum sergilemiştir. Bu yüzden 1897’de Görice’de Arnavutça eğitim veren ilk özel okulun açılmasına dek Arnavut dilinde eğitim girişimleri gizli sürmüştür. Bu kurum da çok geçmeden Osmanlı yönetimi tarafından kapatılmıştır. Dil, edebiyat ve eğitim ulus bilincinin oluşmasında önemli bir yere sahiptir. Tek bir merkeze sahip olmayan farklı idari birimler altında yaşayan Arnavutları bir arada tutacak standart bir yazı dili ve edebiyatları bulunmamaktaydı. Arnavutçanın genel geçer bir alfabesi bile mevcut olmadığından 1908 yılında Manastır’da Latin alfabesi Arnavutçanın resmi alfabesi olarak Arnavut ileri gelenleri tarafından kabul edilmiştir. Osmanlı yönetiminin tüm itirazlarına rağmen bu adım ile Arnavutçanın standartlaşması girişimi 1909 yılında Elbasan’da gerçekleşen toplantıda yeniden kabul edilmiştir.[iv] Frashëri kardeşlerin Arnavut dili ve edebiyatındaki öncü adımları Arnavut ulusal bilincinin gelişmesinde önemli bir yere sahiptir.
Kültürel alanda süregelen gelişmelerin aynı sıra, Arnavutların yeniden politik mücadeleye girişmesi Kasım 1897’de ve Ocak 1899’da İpek’te gerçekleşmiştir. Bu görüşmelerde muhafazakâr kanat ve radikal grup arasında yol ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Arnavutların yaşadığı dört vilayetin tek bir eyalet şeklinde birleştirilmesi, bu eyaletin özerkliği, Arnavutçanın eğitim dili olması ve resmi dil olarak seçilip seçilmeyeceği meselesi ana tartışma konularıydı. Hacı Molla Zekâ yeni Arnavut Birliği’nin başkanı olmuş radikal kanadın görüşleri doğrultusunda bir yol haritası çizilmeye çalışılmıştı ki Osmanlı hükümetinin müdahalesi gecikmemiş ve Molla Zekâ idam edilmiştir. 1903 yılında gerçekleşecek Makedonya ayaklanması Arnavut milliyetçiliğinin siyasal ve kültürel ayaklarının yanı sıra silahlı mücadele safhasının da sahneye çıkmasını sağlamış, Arnavut milliyetçiliği yeni bir dinamizm kazanmıştır. 1905 yılında, genç entelektüeller “Arnavut Kurtuluş Komitesi” adı altında Manastır’da gizli bir dernek kurmuş ve Arnavutların yaşadığı bölgelerde şubeler açmaya girişmişlerdir. Ocak 1906’da ise Bajo Topulli önderliğinde gerilla birimleri oluşturulmuştur.[v]
Aynı tarihlerde İstanbul’da Mekteb-i Sultani’de eğitim gören Ali Sami ise sınıf arkadaşları ile Galatasaray Spor Kulübü’nü kurmuş ve o günleri şu satırlarla anlatmıştır:
“…1 Teşrin 1905’te mektebin beşinci sınıfında edebiyat muallimimiz merhum Mehmet Ata Beyin dersi esnasında birkaç arkadaş baş başa vererek Galatasaray’da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik. İlk müteşebbisler oyuna ve mücadeleye meyyal arkadaşlardan Asım Tevfik Sonumut, Reşat Şirvani, Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver, Kâmil…gibi gençlerdi. Mektepte tahsilde bulunan Bulgar ve Sırp talebesinden çevik ve kuvvetli olanlar da bize iltihak etmişlerdi. Asım’ı muhasebeciliğe, Cevdet’i ikinci reisliğe seçmiş, kendim de reis olmuştum. Asım her hafta arkadaşlardan birer kuruş toplamakta mahir olduğu için kendisini muhasebeci yapmıştık. Ben reisliği topu yağlayıp şişirmekle almıştım. Topumuza evladım gibi bakardım. Zaten varımız yoğumuz da toptu. Mektebe gelirken, domuz sokağından geçer, domuz yağı alırdım. Topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni pabucumdan kesmiştim. Bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla paye vermişlerdi. Yani o zaman reisliğe ve diğer vazifelere payeyi, en çok çalışan kazanırdı. Cevdet de ikinci reisliği formaları yıkadığı için almıştı…”[vi]
Ali Sami Frashëri payitahtta neredeyse 120 yıl sonra Arnavut milliyetçiliğine sahne olacak Galatasaray’ı kurma işiyle ilgilenirken, amcası Abdul Frashëri’nin oğlu Midhat Frashëri bir kısım Arnavut liderler ile kurucuları arasında İbrahim Temo gibi Arnavutların da bulunduğu İttihatçılar ile özerklik umuduyla iş birliği yapmaktaydı. İkinci Meşruiyet ile, Meclis-i Mebusan’a İsmail Kemal Vlora’nın da dahil olduğu 26 vekil girmiştir. Anayasanın ilanı ile 66 Arnavut derneği ve 34 ilkokul açılmıştır. İttihat ve Terakki iktidarı altında gelişen bu faaliyetlere rağmen yönetim Arnavut özerkliği taleplerine herhangi bir karşılık vermemekle birlikte Abdülhamid’in Panislamizm siyasetinin yerini seküler-milliyetçi görüşe bırakmasıyla Osmanlı Arnavut birliğini sağlayacak bağlar teker teker tükenmiştir.1908’de gerçekleşen meşruiyet ve iktidar değişiminin yaratmış olduğu atmosferde Bulgarlar bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek’i işgal etmiştir. Bu durum 1910 yılında Priştine’li Arnavutların ayaklanmasını beraberinde getirmiştir. Tüm Kosova’ya yayılan ayaklanma, Arnavutların yaşadığı diğer bölgelerde de benzer girişimlerin meydana gelmesine neden olmuştur. 1912 yılında Arnavut gerillaların Üsküp’ü ele geçirmesi ile hükümet Arnavutların isteklerini kabul etme noktasına gelmişken Balkan Savaşları’nın tüm bölgeyi kasıp kavurması sonucu 1913 yılında toplanan Londra Konferansı’nda Arnavutluk bağımsızlığına kavuşmuştur.[vii]
Bağımsızlık sonrası da Arnavutlar için hiç kolay olmamıştır. Birçok işgal, savaş, iç savaş ve rejim değişikliği ile dolu yüz yılı geride bırakmalarına rağmen bugün eski payitahtın sınırları içerisinde yine aynı sözleri haykırmaya devam ediyorlar.
“Oj Kosovë oj nana ime / Ey, Kosova Annem benim,
Ndonëse jam o i mërguar /Ben sürgün edildim, senden ayrı kaldım,
Dashninë tande zemra / Senin sevgini kalbim,
Kurrë s’e ka harruar / Hiçbir zaman unutmadı”
[i] Aydın Babuna, “Bosna Müslümanları ve Arnavutlar: İslam ve Milliyetçilik”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Süreklilik ve Değişim: Zafer Toprak Armağanı, ed. Mehmet Öznur Alkan (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2022), 537-540.
[ii] Aydın Babuna bu örgütlenmenin bağımsızlık iddiası içermediğini iddia ederken Barbara Jelavich özerklik arzunun bulunduğunun altını çizmektedir.
[iii] Barbara Jelavich, Balkan Tarihi 18. ve 19. Yüzyıllar, çev. İhsan Durdu, Gülçin Tunalı, Haşim Koç (İstanbul: Küre Yayınları, 2009), Cilt 1, 396.
[iv] Aydın Babuna, “Bosna Müslümanları ve Arnavutlar: İslam ve Milliyetçilik”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Süreklilik ve Değişim: Zafer Toprak Armağanı, ed. Mehmet Öznur Alkan (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2022),549-550.
[v] Barbara Jelavich, Balkan Tarihi 20. Yüzyıl, çev. Zehra Savan, Hatice Uğur (İstanbul: Küre Yayınları, 2009), Cilt 2, 89-91.
[vi] Galatasaray Resmi İnternet Sitesi, “Galatasaray Nasıl Kuruldu”, erişim: 15 Haziran 2023, https://www.galatasaray.org/s/galatasaray-nasil-kuruldu/13
[vii] Aydın Babuna, “Bosna Müslümanları ve Arnavutlar: İslam ve Milliyetçilik”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Süreklilik ve Değişim: Zafer Toprak Armağanı, ed. Mehmet Öznur Alkan (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2022), 545-546.