“Konstitüsyon altında bulunan bir memlekette kanun denilen şey, bir cebbarın cebrinden ibaret olamaz”[1]
Türkiye’de kağıt üzerinde 2017’den, fiilen ise OHAL rejiminin kuruluşundan bugüne anayasasız bir yaşam sürüyoruz. 2017 Referandumu’nda oylanan anayasa değişikliği, anayasanın yürürlükten kaldırılmasıyla alakalı bir değişiklikti. Nitekim aynı anda hem kuvvetler ayrılığını toptan imha etmeyi hem de temel hak ve özgürlüklere mütecaviz bir zihniyete sonsuz yetki vermeyi amaçlayan bu tasarı eliyle anayasa mefhumu Türkiye toplumu için toptan yok edilmiştir. 2017 referandumu ile anayasanın fiilen ilga edilmesi, Türkiye’nin çoklu krizine açılan kapının en son ve en kritik aşamasıydı. Öyle ki, anayasal çerçeveye dair hangi yorumlamayı yaparsak yapalım, ister anayasayı bir anlaşma olarak toplumsal eksende geniş bir çerçeveye oturtalım ister daha gelenekçi bir tutumla hukukun ve devletin merkezi bir metni olarak değerlendirelim, tüm siyasi aktörler çok uzun zamandır yeni bir anayasaya dair hayati zorunluluğu dile getiriyor. Okumakta olduğunuz bu metin siyasi iletişime ve süreç yönetimine dair her şeyi, beklenen zaman aralığının dışında ve mümkün olan en vasat şekilde yapmayı hizmet standardı olarak belirlemiş olan Altılı Masa’nın anayasa önerisinin yakın bir okumasını içermiyor, zira ilgili metinde yakın okumaya tabi tutulacak doneler bulmak da epey zor. Bu metin kapsamında, muhalefet tarafından stratejik gerekçeler ile açıklanan hukuki tezatları veya kapsam darlığını odağa almayacağız. Bunun yerine muhalefetin, bu anayasa programı ve seçmene hissettirmeye çalıştığı vizyon doğrultusunda, çoklu-krizden çıkış için neden halen bir reçete sunamadığını ve olası politika önerilerinin Türkiye’nin çoklu-krizinin çehresini nasıl değiştireceğini tartışacağız. Bunu yaparken ilgili metin üzerinden Türkiye’nin çoklu-krizinin[2] merkezindeki ulusal rejim krizini ve bu krizin en son kertede evrildiği haliyle, muteber vatandaş kavramının tüm sosyal alanlarda yıkıcı bir seperatör görevi görmesiyle artık her gün/her yerde hissettiğimiz vatandaşlık krizini tartışmaya çalışacağız.
1. Bu Anayasa ile Rejim Krizinden Çıkabilir Miyiz?
Altılı Masa tarafından kodifiye edilen değişiklik paketinin en çok tartışılan kısmı, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmeye devam etmesiydi. Bununla beraber, ilgili taslak Meclis ve Bakanlar Kurulu’nun yetkilerini arttırmak vasıtasıyla gücün tek-merkezliliğini azaltmayı hedefliyor. Bu hususta hukukçular tarafından yeterince incelenen politik ve legal çelişkileri yeniden etraflıca dile getirmeye gerek duymuyoruz. Altılı Masa’nın oluşturduğu koalisyonun temel anlatısı olan demokratik müşterekte buluşmanın, ilgili metnin merkezini oluşturduğu ortadadır. Fakat uygulamalar ve öneriler seviyesinde, tasarlanan kurumların meşruiyeti ve pratik uygulanabilirliği tartışmalı bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Bunun en başat örneklerinden birisi, taslak içinde yer almasa da Karamollaoğlu tarafından dile getirilen “eşgüdüm kurulu” fikridir. Gerçi, masa içindeki karşılığını gerçekten bilmesek de bu noktada aklımıza bir dizi soru geliyor: Karanlık bir otokrasinin yarattığı yıkımdan çıkış, iktidarın çerçevesi ve alanlarının muğlaklığının ortadan kaldırılmadığı bir siyasi yapı ile mümkün müdür? Yahut siyasi çıkışsızlığın her gün katmerlediği aşırıcılığın giderek güç kazandığı Türkiye gibi bir siyasi iklimde meşruiyeti kendinden makul bir yapının önerdiği çok parçalı koalisyon fikrinin başarısızlığa uğramasının olası sonuçları hiç değerlendirilmiş midir? Bunlar değerlendirilmiş olsa bile bu konuda kamuoyunun endişelerine herhangi bir cevap verilmemesinin sebebi nedir? Tüm bu soruların ışığında hukuki tezatları ve bunlar neticesinde ortaya çıkması muhtemel sonuçları bir yana koyduğumuzda dahi anayasanın yazım sürecindeki içeriye kapalılık (sivil toplum veya diğer muhalif bileşenler ile herhangi bir diyaloğa girilmemesi, eleştirilere cevaben herhangi bir yol haritasının ortaya konmaması) ve ilgili metinlerin paydaşlarının seçimindeki keyfilik ilgili taslağın bizi rejim krizinden çıkarabileceğine dair şüpheleri arttırmaktadır. Kısacası, ortaya koyduğu hükümet vizyonunun teknik sorunları ve muğlaklığına ek olarak, meşruiyet zeminini halka anlatmaya tenezzül dahi etmeyen ilgili tasarının rejim krizine bir çözüm bulabileceği soru işareti olarak önümüzde durmaya devam ediyor.
2. Bu Anayasa ile Vatandaşlık Krizinden Çıkabilir Miyiz?
2017’den sonra ivme kazanan ve toplumun her kesimine aktif olarak zarar vermeye başlayan insan hakkı ihlallerini de 2017 Anayasası’nın ve öncülünde kurumların AKP çevresinde güç yitirişinin sonuçları olarak okuyabiliriz. Günün sonunda hızla kurumsuzlaşan ve muteber vatandaş harici herkesin -kadınların, kuirlerin, muhaliflerin, etnik ve dini azınlıkların- haklarını hızla ihlal etmeye devam eden rejim, ayrıcalıklı ve yalıtılmış grupların devlet enstrümanlarını sosyal ve maddi kapital maksimizasyonu için araçsallaştırdığı bir odağa evirilmiştir. Buradan hareketle, temel hakların tesis edilemediğini ve bu açıdan da Türkiye’de bir anayasanın varlığından söz edilemeyeceğini tekraren ifade edebiliriz. Bu bağlamda, Türkiye’de rejim krizine paralel bir vatandaşlık krizi olduğunu da açıkça ifade edebiliriz. Özellikle rejimin son günlerde dışlanan kimlikler üzerinden gerilim yaratma çabasını da bu vatandaşlık krizinin bir parçası olarak görmemek en iyi ihtimal ile safdillik olacaktır. İktidarın özellikle LGBTİ+ kimliği üzerinden alevlendirdiği bu vatandaşlık krizinin ise anayasa çerçevesinde açıkça değerlendirilmeye dahi alınmadığını görüyoruz. Muğlaklığın ilgili tasarının bu kısmında bile öne çıkmasının arkasında karmaşık bir siyasetsizlik yatıyor. Ekonomi vizyonu bağlamında dahi halk kitlelerinin belirgin sorunlarına hitap edemeyen Altılı Masa’nın, tüm kurumlar eliyle açıkça dışlanan kitlelerin yanında yer almaması bu bağlamda yüksek bir beklenti olabilir. Ancak, yıkıcı otokrasinin ardından oturaklı bir “İkinci Yüzyıl” anlatısının toplum için birleştirici bir mahiyet kazanabilmesi için Altılı Masa’nın güçlü bir vatandaşlık anlatısına ihtiyacı var. Fakat anayasal çerçevede dahi vatandaşlık krizini çözmeye yeltenmeyen siyasi muhalefetin bu alanda da iktidar tarafından prangalandığını söylemek gerçekten uzak olmayacaktır.
[1] (Aktaran, Gözler, Kemal.) Ahmed Midhat, “Kanun-ı Esasî Hakkında Bir İki Söz”, İttihad, No 110 (9 Zilhicce 1293), No 111 (10 Zilhicce 1293), No 112 (13 Zilhicce 1293), No 119 (23 Zilhicce 1293), No 124 (29 Zilhicce 1292), No 125 (30 Zilhicce 1293). Yazı çevrimi için bkz.: Furkan Şahan ve Ali Adem Yörük (Haz. ve Yazı Çevirimi), “Ahmed Midhat’ın Kaleminden Kanun-ı Esasînin İlk Şerhi: ‘Kanun-ı Esasî Hakkında Bir İki Söz’”, Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları, Sayı 13-14, 2012 Bahar-Güz, s.269 (s.261-280) (http://cdn.istanbul.edu.tr/…ali-adem-yoruk.pdf ).
[2] Türkiye’nin çoklu-krizine bir bakış için daha önce arete’de yayınlanmış şu yazıma göz atabilirsiniz: Muhalefet Türkiye’yi Yeşil Dönüşüm Trenine Bindirebilir Mi? (Muhalefet Türkiye’yi Yeşil Dönüşüm Trenine Bindirebilir Mi? | arete Portal)