Türkiye’de neden adalet yok? Çünkü hukuk yok. Hukuk olmadığı için Türkiye’de adalet yok, intikam ve kan davası var.
Bu coğrafyada birey ile eylem, iki ayrı şey değil de bir bütün olduğundan, hukukun tesis edilebilmesi imkânsız. Hukuk, birey ve bireyin özlük haklarını, bireyin suç veya hata teşkil eden eylemlerinden ayırır. Yani, bir insan bir başkasını öldürme eylemi için elli yıl hapse atabilirsiniz ama ona, benliğine işkence edemezsiniz. Daha gündelik hayattan örnek verelim: bir insana bir davranışından ötürü kızabilir, ona – küserek belki- yaptırım uygulayabilirsiniz ama onun benliğine saldırıya geçemezsiniz. Türkiye’de kurumsal hukuktan evvel gündelik hayatta hukuk yok. Bunun en güzel örneği grup ilişkilerinde iki kişi arasında husumet olunca, ikisinden birinin grupça mağdur seçilmesi, diğerinin ise topyekûn sonsuza dek ve aşırı boyutta, varlığından dolayı suçlanması, dışlanmasıdır. Eylemler itiraf ve ceza ile aklanamıyor bu ülkede; suç benliğe bir kimlik olarak yapışıyor. Ad alıyorsunuz direkt. Anarşist, orospu, kalleş, ahlaksız, vatan haini…
Bu ilk olarak cezanın işlevsizliğini doğuruyor. Cezalandırma ile kişi suçundan arınamıyor, asla aklanmıyorsa, cezanın anlamı nedir? İntikamdan ve kan davası sürdürmekten başka yani?
Bu durum kişilerin suç veya hata teşkil eden eylemlerini gizlemelerine yol açıyor. Suç veya hatanın boyutu önemli değil, önemli olan onu derinlere gömmek, bilinmesinin önüne geçmek. Çünkü kişinin üzerine yapışacak. Kimse unutmayacak, on yıl sonra bile yüze vurulacak, tüm hayatı etkileyecek. Bu durumda kim suçlu veya hatalı olduğunu kabul etmek ister ki?
Tüm bunlar yüzünden pişmanlık, yas, sağaltım ve özür dilemenin önü de kapatılıyor. Helallik tamamen raftan kalkmış oluyor. “Ölülere bile Allah karşısında mesele çıkarmayalım diye, kerhen “helal olsun” diyoruz. Affedilmeyeceğimizi, ölene kadar yargılanacağımızı bildiğimiz – biz de diğerine bunu yaptığımız- için, özür dilemiyor, itiraf etmiyor, atlatıp yola devam etmiyor, daha iyi olmanın yollarını arayamıyoruz.” Bir hata, her şeyi mahvetmeye yetiyor. Binlerce hata ile geçmesi doğal olan yaşam süreci, tek hatanın bitmeyen yargısıyla, kısa bir anda sıkışıp kalıyor. Böylece hem yaşam hem benlik travmatikleşiyor. Anlamlandırma, sağaltma ve geride bırakma hayal oluyor.
Belki de Türkiye bu yüzden aynı anda birden fazla zaman akışı deneyimliyor. Çünkü ölen ölmüyor, giden gitmiyor, biten bitmiyor, acılar asla soğumuyor, en coşkulu sloganımız ise “unutma!” oluyor. Hiçbir ceza ya da olan biten, geçmişin kapılarını kapatmaya yetmiyor. Üstelik unutmaya kalkan da linçten payını alıyor.
Kabul etmek lazım ki böyle yaşanmıyor. Hayat sürekli tetikte, herkesin eylemini kimliğine nişan olarak takıp tüm bunları daima hatırlamaya çalışarak, aşırı tetikte, evhamla, yaşanmıyor.