Türk-İslamcı İktidarın İdeolojik İflası

Türkiye’de iktidar çok uzun zamandır âtıl konumda. Kendini ve işlettiği siyaseti yeniden üretmekte, taze bir söylem geliştirip bununla meşruiyetini tahkim etmekte güçlük çektiği aşikâr. Aslında bu uzun süredir devam eden bir durum. Ben burada, AKP’nin MHP ile kurduğu Cumhur İttifakı’nın bu tükenişin, iflâsın mecburî bir sonucu olduğunu öne sürerek Türk siyasetinin günümüzdeki durumu hakkında ideolojik bir tahlil denemesinde bulunacağım.

AKP’nin, iktidara ulaşması bir yıkıntı sermayesinin üzerinde yükselmesiyle oldu. 80’lerin bunalımlı yıllarından görece serbest ancak bir o kadar karanlık ve istikrarsız bir çizgi çizen 90’lı yıllar Türkiyesi, yıl 2002’yi gösterdiğinde taze bir başlangıç arayışındaydı. Ekonomik kriz, mafya-derin devlet hesaplaşmaları, terör gibi meseleler, 90’lardan 2000’lere geçerken AKP’nin iktidarına giden yolun taşlarını döşedi. AKP, bu sosyoekonomik ve politik vaziyetin yanı sıra, yüzde 10 seçim barajının gölgesindeki antidemokratik, garabet seçim sisteminin sonucu olarak iktidara geldi.[1]*

2013 Gezi Parkı Olayları, AKP’nin zımnî ittifakı Fethullah Gülen Cemaati ile savaşa girmesi, 15 Temmuz Gecesi, çözüm sürecinin bitmesi ve Hendek Operasyonları’nın başlaması, bizzat müdahil olunan Suriye İç Savaşı, ülkenin çeşitli yerlerinde bombaların patlatılması gibi olaylar AKP’nin karşı karşıya kaldığı, Türkiye’yi de içine sürüklediği ve birçoğuna bizzat sebebiyet verdiği en korkunç krizlerdi. AKP ciddi bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya kaldı.

Dahası, AKP’nin Türkiye için sunabileceği yeni hiçbir şey kalmamıştı. Bu süreçte bir “Eski Türkiye” retoriği yaratıldı ve AKP, hayal yahut gerçek, mütemadiyen bu geçmişle karşılaştırılarak yüceltildi. CHP, “Eski Türkiye”nin karanlık aktörü konumuna getirildi ve AKP, kendisini Türkiye’yi bu karanlıktan çıkaran kahraman rolüne koydu. Türkiye’nin halihazırda yüzleştiği iç ve dış problemler, belirsiz bir düşman kümesine karşı verilen bir savaş gibi yansıtıldı. CHP, HDP, PKK, FETÖ, dış güçler yahut mihraklar, nifak tohumları vesair, bir düşman havuzu halinde AKP’nin önünde duruyordu. AKP, ne durumda işine ne geliyorsa havuzdan o kartı çekmeye başladı.

Diğer bir deyişle MHP ittifakı; AKP siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel alanda kredisini tüketip kendi meşruiyetini yeniden üretememeye başladığında doğdu. MHP ise meşruiyetini Soğuk Savaş şartlarındaki antikomünizm ile tahkim etmiş, ideolojik potansiyeli kısıtlı bir partiydi. PKK’nın varlığı, 80 sonrası MHP’nin mevcudiyetini sürdürebilmesini ve AKP dönemine kadar gelebilmesini sağlayan en büyük etkenlerden biriydi. Türk siyasi yapısı dar boğaza girdiğinde MHP, AKP’nin yanında olduğunu iddia ederek hem Cemaat’ten kalan kadroları doldurma şansı elde etti hem de iktidarın ortağı olarak varoluşunu yeniden üretmeye çalıştı. AKP’nin popülist İslamcılığı, MHP’nin Türk-İslam sentezi ideolojisiyle bir araya geldi.

Esasında AKP-MHP ittifakı özünde Türkiye’de mevcut iktidarın ideolojik iflâsını ifade ediyor.[2] Çünkü AKP, iktisadi anlamda refahı yitirmeye başladığında, yolsuzluk dosyaları patladığında, polis şiddetinin ve hukuksuz yargılamaların hak ile hürriyetleri baltaladığı anlaşıldığında 90’ların rüzgârıyla arkasına aldığı krediyi doldurdu. Başbakanlığın ilgası ve tek adam rejimini tahkim eden başkanlık sistemi, AKP’nin siyasi ve ideolojik potansiyelinin sonuna geldiğini işaret ediyordu. AKP, bütün bunların ardı sıra, giderek otoriterleşen iktidarını korumak için giderek daha da sertleşti ve sertleştikçe meşruiyeti daha da sorgulanır hale geldi. Son yıllarda ekonomik krizin inanılmaz boyutlara ulaşması ve Covid-19 salgınının Türkiye ekonomisini getirdiği nokta, Çakıcı’nın serbest bırakılmasıyla başlayan süreçteki Sedat Peker ifşaatı iktidarın iflâsını kanıtlar nitelikte. Bu süreçte Ayasofya’nın camii yapılması ise AKP’nin İslamcı cenahta kültürel sermayesini artırmaya çalışmasının bir çırpınışı olarak da okunabilir.

MHP ise iktidar ortağı haline geldikten sonra AKP’nin stepne lastiği olma görevini başarıyla üstlendi. İYİP’in kurulmasıyla ideolojik olarak tükenen MHP, yeni hiçbir şey vadetmediği Türkiye siyasetinde AKP’nin yancısı konumuna düştü. MHP, hem kendi iç işlerinde hem de bir parti olarak muhalefet konumunda problemler yaşarken varoluşunu sürdürmenin tek yolunu AKP ile ittifakta buldu. MHP’nin kendi içindeki muhalefeti tasfiye ederek AKP’ye sığınması, yeni hiçbir söylem üretmeden AKP’nin her siyasi beyanına onay vermesi, MHP’nin de facto olarak Türkiye siyasetinden silindiğini ve AKP içinde eridiğinin en büyük göstergesi.

Yeni Yönelimler mi?

İktidarın ideolojik iflâsı ve meşruiyetinin yitimi pek çok yeni arayışı beraberinde getiriyor. Bir yandan akademik bir söylem olarak Post-Kemalist paradigmanın iflâsından söz ediyoruz ve “yeni bir paradigmayı” tartışmaya başladık. Bir yandan AKP-MHP ittifakının İslamcı milliyetçiliğine karşı[3]* seküler milliyetçiliğin yükselişine tanık oluyoruz. Diğer yandan muhalif seçmen ile muhalif partilerin kopukluğu ve örtüşmezlik problemi de bir mesele. Özellikle toplumsal-kültürel meselelerde muhalif partilerin yeteri kadar tepki göstermeyişi, iktidara özellikle sosyal medya üzerinden sert tepki gösteren seçmeni tatmin edemiyor. Pek çok muhalif seçmen, oy vereceği muhalif partiden mutmain değil.

Artık Cumhur İttifakı’nın yeni bir meşruiyet sağlaması, varoluş sebebini yeniden üretip yenilenmesi mümkün değil. Onlar için tek seçenek, ellerindeki iktidara körü körüne sarılarak daha da totaliterleşmek. Önümüzdeki mesele, muhtemel bir iktidar değişikliğinde, Türk siyasetinin daha demokratik, hak ve hürriyetlere riayetkâr bir konum alıp alamayacağı meselesi. Bir paradigma değişikliğinden söz edebilecek miyiz? Yoksa paradigma kendi içinde dönüşüp kendini yeniden üretmeyi mi başaracak?[4]*


[1] 2002 Seçimlerinde AKP yüzde 34 ile iktidar olurken CHP yüzde 19 ile ikinci partiydi ve Meclis’te 9 bağımsız milletvekili haricinde başka kimse de yoktu. DYP yüzde 9, MHP 8, Genç Parti 7, DEHAP 6, ANAP 5 alarak yüzde on barajına takılmış ve meclise girememişlerdi. AKP 10 milyon oy CHP ise 6 milyon oy ile kullanılan 32 milyon oyun yarısını temsil ediyorlardı. Kullanılan oyların yarısı, yani 16 milyon oy, mecliste temsil edilemedi. Bu bile, Türk siyasetinin ve siyasi seçim sisteminin garabetini göstermeye yeter bir veri akışıdır.

[2] İslamcılığın iflâsını benim gördüğüm ilk ortaya atan, bizzat bir İslamcı ve cemaatçi olan, aynı zamanda eski ülkücü Mümtazer Türköne idi. Ona göre İslamcılık, iktidara gelerek varoluş sebebini tüketmişti. Bkz. Mümtaz’er Türköne, Doğum ile Ölüm Arasında İslamcılık, Kapı Yayınları, 2012; Türköne, bu ifadeleriyle 2010’larda iktidar yanlısı ve karşıtı pek çok kişinin katıldığı bir tartışmayı başlatmıştı. Bu tartışmaya müdahil makaleler İslamcılık Öldü Mü başlığı altında cemaatin eski yayınevlerinden Ufuk Yayınevi’nden çıkmıştı.

[3] Seküler milliyetçilik, AKP-MHP ittifakına olduğu kadar CHP’nin çeşitli siyasi söylemlerine karşı da bir tepki olarak görülebilir. KHK’lılar meselesi, Demirtaş ve Kavala’nın serbest bırakılması gerektiğine dair söylemler ve daha pek çok vaat, “seküler milliyetçi” tabanda rahatsızlık sebebi olarak görülebilir.

[4] Bu konuda Kağan Sarıkaya’nın yazısından ilham aldığımı belirtmeliyim, bkz. https://www.areteportal.com/post-post-kemalizme-bir-oneri-ideolojik-paternalizm/

Cem Sili

Cem Sili

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.