Merhabalar Sevgili Okur,
Bu yazıyı arkadaşımın kirası iki ay önce %100 oranında artmış çatı katı evinin Amerikan mutfaklı ufak salonunda yazıyorum. Kasvetli bir sabah, sanırım yağmur çiseliyor. Kahvemi elime alıp bilgisayar başına geçiyorum evimiz arete’deki bir sonraki yazımı yazmak amacıyla. Arkada televizyon açık, bir tartışma programı. Bildiğiniz meseleler konuşuluyor. Altılı Masa, aday kim olacak, Altılı Masanın vadettiği ülke yönetimine ait yorumlar vs. Bir sigara yakıp Twitter’a giriyorum şöyle bir göz atayım diye. Önüme Gelecek Partisi Genel Başkan Danışmanı Bilgehan Uçak’ın malum yazısını paylaştığı tweeti düşüyor tekrar: Pazar yazısını çokbilmiş genç siyaset bilimcilerin saçmalamalarına ayırmak zorunda kaldım. Yazısının PolitikYol’dan kaldırıldığını görüyorum. Yalan yok, yarım ağız sırıtıyorum. Peki, neden?
Yani neden sırıtıyorum değil de neden muhalefetin politikaları üzerine en ufak bir eleştiri yapan, muhalefetin açıklamalarını sorgulayan, itiraz eden ve bir çözüm yolu arayışında olan bizler ya dinozor siyasetçiler, ya dogmacı gazeteciler ya da parti üyeleri tarafından “saçmalamak”la, “ortalığı karıştırmak”la ve ya amiyane tabirle “büyük resmi görememek”le suçlanıyoruz? Bizler hem bu meseleler üzerine düşünme sorumluluğunu gönüllü olarak üstlenmiş siyaset bilimciler, akademisyenler ve entelektüeller hem de günü geldiğinde o sandığa gidip gönül rahatlığıyla muhalefet adayına oy verme isteği taşıyan seçmenler değil miyiz? Altılı Masa’nın sunduğu tüm politikalara, çıkardığı adaya, kendisini seçim ittifakından çıkarıp bir ülke yönetimi masasına çeviren planlarına gözü kapalı bir şekilde alkış tutmuyor olmamız değil mi bizleri iktidarın sorgulamadan biat eden destekçilerinden ayıran? Muhalefet seçmeni olarak benim payıma düşen muhalefet yapmak, karşı çıkmak değil mi?
Tweetleri biraz daha kaydırınca bu sefer de Yıldıray Oğur’un “Genç akademisyenler neden rahatsız?” yazısıyla göz göze geliyorum. “Neden rahatsızmışız yahu?” diyerek yazıyı okumaya başlıyorum. Bir gülme alıyor beni. Yani ağlanacak halimize mi gülüyorum sinirden mi gülüyorum inanın ayırt edemiyorum. Oğur, birtakım kimselerin siyasi liderlere soyadları yerine isimleriyle hitap etmelerini eleştirerek başlıyor yazısına sonra da sağ olsun akademisyenlerin sorumluluk duygusuyla siyasete müdahil olmalarını takdir ettiğini belirtiyor. Kimseyi de bu hareket için herhangi bir şey ile itham edip de aydın düşmanlığı geleneğini yaşatmamak gerektiğini vurguluyor.
Fakat sonra ne oluyorsa tam da bunu yapmaya başlıyor. Siyaset biliminin bir uzmanlık alanı olmadığını, siyaset bilimcinin uzmanlığının da siyaset alanını tarihsel, entelektüel, ideolojik olarak takip etmek, okumak ve anlamaktan ibaret olduğunu söylüyor. Erol Büyükburç sendromu olarak yorumluyor “Siyaset Bilimcilerden Altılı Masaya Açık Mektup”unu. Oğur, Altılı Masa üyelerine yöneltilen “Başkan adayı kararını alan liderlerin, başarısızlık durumunda kendileri açısından ödemeyi taahhüt ettiği bir bedel var mıdır?” sorusuna bayağı bir öfkelenmiş gibi görünüyor. “Seçimi kaybedecek bütün siyasetçilerin herkesten daha ağır bir bedel ödeyeceği belli”yken bu sorunun parti liderlerine yönetilmesi kendisini biraz rahatsız etmiş. Halbuki, daha önce defalarca seçim kaybetmiş ve hatta hezimete uğramış, toplumsal olaylara karşı pasif duruşu sebebiyle sayısız kez eleştirilmiş, tabanı tarafından istifaya çağrılmış ve mevzu bahis seçimde adaylığına karşı direnç gösterilen parti liderlerinin herhangi bir bedel ödemeden koltuklarında oturmaya devam ettiklerine hepimiz şahidiz. Kaybedilen bir seçim sonrası, mevcut iktidara bir dönem daha maruz kalmak zorunda kalacak ve iktidarı yerinden etme amacıyla Altılı Masanın çıkardığı adaya oy vermiş olan vatandaşın, siyaset bilimcilerin, gazetecilerin, ve Oğur’un bahsettiği KHK’lı akademisyenlerin yanlış politikalar izleyen parti liderlerinden bu durumda hesap vermeleri ve başarısızlıkları karşısında bir bedel ödemelerini talep etmeleri doğal değil mi? Zira Oğur’un ima ettiğinin aksine seçimi kaybeden muhalefet liderlerinin, iktidarın hukuksuzlukları karşısında ödeyecekleri bedel de yine kendi başarısızlıklarının bir sonucu olacağı için seçmene karşı ödenen bir bedel olmayacak.
Yazının başından sonuna kadar yoğun bir şekilde hissedilen bir “siz kimsiniz?”, “siyaset bilimci oldunuz diye siyasetçi mi oldunuz?”, “bunları bilmek için siyaset bilimi okumuş olmak gerekmiyor?” tavrı hakim. Fakat işin ilginç yani, siyaset bilimcilerin zaten bu tarz iddiaları olmaması. Yani kimse de çıkıp “biz bunun bölümünü okuduk arkadaşım bizden iyi bilemezsiniz” demiyor. Siyaset bilimciler, fikirlerini söylüyorlar, önerilerini sunuyor ve her ne kadar birilerinin rahatsız etseler de sorguluyorlar. En nihayetinde siyaset de bilim de bunu gerektiriyor.
Abilerimiz izin verirlerse, genç bir siyaset bilimci olarak benim de rahatsız olduğum konular ve cevabını merak ettiğim sorular var. Şöyle ki
- Bazı kesimler tarafından biz siyaset bilimcilere, vatandaşa, seçmene gösterilen “fazla soru sormayın, aday diye damacana çıkartsak yine de oy vermek zorundasınız.” tavrı, seçmenin umutlarını ve pek tabii seçme gücünü istismar etmek değil midir?
- Küçük partilerden gelecek oyların hesabı yapılırken Altılı Masa’nın Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP’ye karşı mesafesi hangi mantıkla açıklanabilir?
- Mesele bir siyasi duruş sergilemekse, AKP döneminde aldığı kararların hesabını henüz vermemiş olan parti liderleriyle ve İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olduklarını belirten parti lideriyle bir dayanışma içinde olmak bu siyasi duruşun hangi ayağında yer almaktadır?
- Altılı Masa’nın bir seçim dayanışmasından çıkıp ülke yönetimi dayanışmasına dönüşmesi durumunda, olur da seçim kazanılırsa nasıl bir yol izlenecek?
- Konuşulan gibi her partiye bir cumhurbaşkanlığı yardımcılığı ve birer bakanlık verildiği takdirde, partilerin seçmen gücüne bakılmaksızın yönetme gücünün eşit dağıtılması demokrasiyle nasıl bağdaştırılabilir?
- Böyle bir yönetim kurulduğunda, alınacak her kararda Altılı Masa’nın tüm liderlerinin uzlaşmasını beklemenin yönetimde doğuracağı zafiyetlerin üstesinden nasıl gelinecek?
- Halkta geçmiş deneyimler sebebiyle oluşan “en kötü tek iktidar, en iyi koalisyondan iyidir” inancını kırmak için nasıl bir yol izlenecek?
Sevgili okur, ben bu soruları sormaktan, muhalefeti sorgulamaktan ve bazı konulardan rahatsız olmaktan vazgeçmeyi düşünmüyorum. Sen de vazgeçme. Sorgulamak, muhalefet olmanın doğasıdır. Sorgusuz-sualsiz biat etmek, konformistliktir ve ilericiliğin en büyük düşmanıdır.
Sorgulamaktan ve tatava yapmaktan vazgeçmeyenlere saygıyla.