Sansür kavramının zihinlerimizde bıraktığı bazı izler var. Çünkü ben sansürü tweet atamamak ve bazı sosyal medya aplikasyonlarının kısıtlanmasını bir baskı olarak algılarken benden önceki kuşaklar buzlanan rakı bardağı ve sigara izmariti olarak algılıyorlar. Oysa ben bırakın boş kadeh buzlanmasını, sigara izmariti dahi görmemiştim. Benden sonraki kuşak ise bu sansürlerin en yüksek aşamasının içinde buldu kendini, hem de yasalaştırılmış biçimde. Elbette sansürü sadece dizilerin, filmlerin içerisinde bulunan yukarıda bahsettiğim olgularla basite indirgeyemeyiz. Fakat buzlanan boş kadehler ve ‘’beep’’lenen kelimelerle fikrin sansürüne kadar giden bir yol bir zaman örgüsü var. İşin özü şu: Üç farklı kuşak olarak mahrum bırakıldığımız ayrı olgular, sansür uygulayıcıları tarafından tek küme haline getirildi. Nasıl mı? Hissettiklerimden başlayalım.
Faili meçhul cinayetlerin, katliamların hatta bazı insanlara sansür uygulanan çetrefilli yılların ortasında, Kasım 99’un son çeyreği doğan bir genç olarak, eleştirel tweet atan kişilerin gözaltına alındığı ve ‘’bir şeyler yazarım ama Silivri soğuktur şimdi’’ gibi şakaların döndüğü toplumun üyelerinden biriyim. Benim kuşağım izlediğimiz ve dinlediğimiz şeylere ‘’özendirildiğimiz’’ gerekçesiyle birçok şeyden mahrum bırakıldılar. Oysa geçmişe dönüp bir televizyon dizisi yahut program açtığım zaman ağzımı açıkta bırakacak şaşkınlıkta “yahu neler izlemişler, neler söylemişler” tarzı hisler yaşıyorum. Maalesef eksik hissediyorum. Çünkü izlediğimiz ve dinlediğimiz şeylerden yaşamımıza dair anekdotlar bulamıyorum. Sansür uygulayıcıları öyle bir dünya yaratıyorlar ki argo sözlerden tutun alkol tüketimine kadar hiçbir şey yokmuşçasına onu kurguluyorlar. Bu soyutluğun ışığında gerçek dünyaya karıştığım zaman sansür uygulayıcıları tarafından sıfırdan üretilmiş ve her şeyi dokunarak keşfeden bir bebek kümesindeymişim hissine kapılıyorum. Dışarıya çıktığım zaman bir şarap kadehini ilk defa keşfediyorum, argo kullanan insanlara daha önce hiç rastlamamışım gibi, sigara kullananları şaşkınlıkla izliyormuşum gibi. Tabii durum sadece bunlardan ibaret değil. Çünkü sadece ben ve yaşıtlarım için değil, bir nevi tüm kuşaklar üzerinde uygulanan sansür ve bunların ertesinde mahrum bırakılacağımız olgular ise artık son aşamasına geldi, yani yeni sosyal medya yasasına vardılar.
Geçmişten günümüze bir zaman örgüsüne bağlanmış, uygulanması için de makul bir takvime oturtulmuş (2023 seçimlerine çok az kala) yeni sosyal medya yasası; farklı siyasi düşüncedeki kişilere, farklı dinlere veya milletlere yönelik argo kelimeler kullanmak, iftira veya hakaret etmek, onları karalamak ya da itibarsızlaştırmak, onlara karşı nefret ve ayrımcılığa zemin hazırlamak gibi hususlara değinmesiyle ezcümle kulağa hoş gelen satırlarla ince ince bezenmiş görünüyor. Fakat pratikte bu yasanın nasıl uygulanacağına dair sadece tahmin yürütebiliyoruz. Çünkü bu maddeleri yorumlayacak kişilerin bunları hangi şekilde değerlendireceğini ve yorumlayacağını ancak yaşayarak anlayabileceğiz. Bundan önceki tecrübelerime dayanarak (tweet, şarkı sözü vb. durumlardan dolayı yapılan gözaltılar) bana pek inandırıcı gelmeyen yasa içeriği bir çeşit farklı fikirlerin üzerine temlik koyma isteği gibi duruyor. Sanki bundan önce fikirlerimin üzerinde baskı unsuru yokmuş, ben fazlaca paranoyaya kapılmışım gibi gözükebilir fakat tecrübelerimiz ve yaşadıklarımız, kuşaklar boyu kaybettiklerimiz ile gelecekte olacakların fragmanını çoğu kez bizlere izletti. Ve sonunda gişeleri sarsacak bir film icat edildi. Bizim kuşaktan arkadaşlarla aramızda yeni yasanın uygulanabilirliğine dair yaptığımız sohbetlerde yapacağımız beğenilere karışılmayacakmış deyip önlem mekanizması dahi üretmeye çalıştığımız oluyor. Öyle ki bu baskı durumunun kuşaklar üzerine atfettikleri boş kadehin buzlanmasından öte bir durum haline geldiğini düşünüyorum. Fakat bu yasanın boş kadeh buzlanmasına ‘’itiraz edememe’’ şeklinin yol açtığı da gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek. Ben boş kadehin sansürüne, tweet atan kişinin gözaltına alınmasına “itiraz” kültürünü geliştiremezsem, benden sonraki kuşağın sosyal medyasını gelip yasalarla, maalesef, böyle ellerinden alırlar. Ve, kuşakların yeni sosyal medya yasası pençesinde fikrin sansürüne giden yolun yolcusu olduğunu; söylediklerimizin, yazdıklarımızın, çizdiklerimizin üzerimizde bırakacağı ağırlığın bilincinde yaşamaya çalışmanın bir hayli çetrefilli olacağını bildirmek isterim.