Servis camından Üsküdar ve Ümraniye caddelerinde bolca örneği olan ilginç dernek isimlerini tarayarak zaman geçirmeye çalıştığım günlerden birinde, R.T. Erdoğan’ın muhtemel seçim kampanyası “Türkiye Yüzyılı”nın sanırım tek alternatifli ama farklı boyutlarda çalışılmış yüzlerce açık hava görselinden birisiyle karşılaştım.
Görsel ve kampanyayla ilgili dikkatimi çeken ilk hususlar doğal olarak, Türkiye Yüzyılı ifadesinin yazıldığı dehşet verici “özgün olarak geliştirilen tipografi” ve “Türkiye Yüzyılı’nın bir güneş gibi doğduğu ilişkisini kurmaktadır” ifadeleriyle açıklanan “altın efektli renk” oldu. İlk intibada karşımıza çıkan bu görsel ve tipografik karmaşayı anlamlandırmamı AKP’nin 2018 kampanyası “Türkiye Vakti” ve “Türkiye Yüzyılı” arasındaki benzerlikler mümkün kıldı. Bu benzerlikleri üç maddede okuyabiliriz:
- AKP’nin çoğu vizyonunu simgeleyen göstergesi gibi, İslamcı geleneğe paralel olan bir zaman vurgusunun mevcudiyeti. (Bakınız: Hedef 2023, Hedef 2071) Fakat bu sefer net bir yıl ya da zaman aralığı referansı (1071 Malazgirt Savaşı’nın 1000. Yılı 2071 gibi net bir aralık örnek olabilir.) yerine daha az kesin olan bir zaman ifadesinin tercih edilmiş olması. Türkiye Vakti kampanyası açıkça seçimden sonra “Türkiye Vakti’nin” başlayacağını iddia ediyordu.
- Bariz bir “Türkiye” vurgusu ile işaret edilen dönem için kapsayıcı bir kavramsallaştırma ortaya koyma çabası. 2011 kampanyasından beri en azından AKP’nin genişleme kampanyalarında -Konsolidasyon kampanyası adında bir fazın AKP’nin siyasi iletişiminde belirgin/ayrı bir yerde konumlandığını düşünmüyorum, nitekim Erdoğan tabanını konsolide etme işini kampanyadan ziyade kendisi ve birkaç şahin ekip arkadaşıyla beraber yapmayı tercih ediyor. Böyle olmasa bile bu konuda konvansiyonel kampanya unsurları yerine çok daha ayrıksı bir medya stratejisi izliyor.- Erdoğan’ın genel iletişimiyle paralel olmasa bile bu trendin devam ettiğini söylemek oldukça kolay. (Bakınız: Biz Birlikte Türkiye’yiz)
- Hem görsel hem de metinsel seviyede, amacı kendinden menkul, normal şartlarda “communication overload” olarak tanımlayabileceğimiz bir ekstra-vaganlık. (Bakınız: Türkiye V‘AK’ti şeklinde kullanılan anlamlı typeface, stok görsellerden müteşekkil başlangıç videolarında ABD’den İspanya Krallığına kadar geniş ve alakasız tarihi referanslardan oluşan yeniden şahlanış anlatısı ve büyük ihtimal bolca serifli/köşeli font kullanımıyla hedeflenen sertlik, kompaktlık ve sağlamlık vurgusu.) Bu kampanyada bu over-load durumunun yüzüncü yıl vurgusu üzerine odaklandığını ifade edebiliriz.
Teorik olarak, siyasi reklamcılıkta bir önceki seçim için kullanılmış kampanyanın isim ve mesaj olarak devamı kabul edilebilecek bir kampanya gördüğümüzde bunun aynı kampanya grubu tarafından yönetilen bir kampanya ya da bir başarı hikayesi yaratabilmek, devam eden bir işi tamamlayabilmek adına geçmişle entegre bir kampanya olduğunu varsayarız. (Örnek olarak D. Trump’ın 2020 kampanyaları ve son olarak J. Bolsanaro’nun 2022 kampanyaları.) Ancak kamuoyuna yansıdığı kadarıyla kampanya AKP’nin son yıllarında çalıştığı ekiplerden farklı olarak E. Aydın ve M. Şen gibi sosyolog geçmişli isimlerin başını çektiği bir ekip tarafından yönetiliyor. Diğer yanda Türkiye Vakti’nin, Erdoğan tarafından (animasyon anka kuşu da dahil olmak üzere) pek beğenilmediği ve başarılı bir kampanya olarak tanımlanamayacağı ortada. Bu garipliği, tatmin edici bir cevap olmasa da elimizdeki veri eksikliği sebebiyle F. Altun’un İletişim Başkanlığının dokunuşunun sonucu olduğu çıkarımıyla geçiştirerek metnimizin son kısmına geçelim.
Benzerlikler arasında son maddede dikkat çektiğimiz ekstravaganlığın M. Yetkin ve R. Çakır gibi birçok gazetecinin gözlemlerine yansıdığını da ifade edebiliriz. Alandan gelen görüntülerde, AKP’nin 2018 yılında başlayan tipografi ve kinetik tipografi sevdasının bu sefer katmerlendiğini görmüş olduğumuzu söylemek de abartılı olmayacaktır. Nitekim MHP’nin özellikle Haziran 2015 “Hatırla!” kampanyasını üzerine bina ettiği tipografiyi merkeze alma stratejisinin özellikle 2019’da Cumhur İttifakının ortak kampanyasının da merkezine oturduğunu hatırlayabiliriz.
AKP-MHP’nin ortak dilde neredeyse tek renk paleti, tek yazı karakteri ve benzer uzun formülasyonlara (Kampanya için Büyükdere Caddesi boyunca panolara asılan sloganların başında, salt tipografi ile görselleştirilen “Beka İçin Milli Karar, Cumhur İçin İstikrar” gibi reklamcılık açısından pek cesur bir slogan vardı.) dayanan ortak kampanyası “Sağduyunun Birlikteliği”, metin merkezli kampanyacılık için evrensel bir kötü örnek olmuştu. Gelinen noktada, Türkiye Yüzyılı Toplantısının büyük prodüksiyonunda bir bütünlük olmadığını, adeta yalnızca AKP’nin geçmiş kampanyalarının daha ihtişamlı bir versiyonunun çıkarılmaya çalışıldığını ifade edebiliriz. Bu bağlamda şu seviyede Türkiye Yüzyılı kampanyasının bir anlatı, plan ve bütünlükten mahrum olduğu fikrindeyim. Hatta kampanyanın bütünlüklü ve birbirini takip eden bir merkezden yönetildiği konusunda dahi şüphelerim olduğunu söyleyebilirim. Öyle olsa dahi kampanyada herhangi bir amaca hizmet etmeyen çok fazla “filler” içerik, sürekli tekrarlayan metinler ve bunlarla beraber kampanya dokusundaki ani geçişler kampanyanın etkili bir yapıda olduğu hususunda beni kuşkuya düşürüyor. Ana akım medya tarafından bir vizyon toplantısı olarak çerçevelenmeye çalışılan -evet, yine- bu kampanya başlangıcının, seçim sürecinde AKP’nin o eski günlerindeki güçlü kampanyalardan pek bir iz görmeyeceğimizi açıkça gösterdiğini söyleyebilirim. Son olarak bunun seçmen davranışına nasıl etki edeceği noktasında AKP’nin bu yabancılaştırıcı, dağınık ve modası geçmiş kampanyasının kendisine herhangi bir zarar vereceğini de düşünmüyorum, çünkü AKP’nin karşısında şu an bir kampanya dahi yok. Şu ana kadar muhalefetin iletişim performansından çıkarabileceğimiz sonuç, İmamoğlu’nu bir kenara koyarsak, muhalefetin söylem üretme ve bunu kitleye ulaştırabilmek adına hem insan kaynağı hem de enstrüman olarak yetersiz olduğudur. Zira, Kılıçdaroğlu’nun dar danışman çevresi tarafından ikna edildiği siyasi stratejinin bir kısmını da “pasif kampanyacılık” veya ilginç bir sosyal medya stratejisi teşkil ediyor. Bunun tek istisnası “128 milyar dolar nerede?” kampanyası olmuştu. Ancak muhalefetin her fırsatta duvara toslayan sosyal medya stratejisi (Bu stratejiyi Jahrein ve pqueen üzerinden gençlere ulaşma çabası olarak özetleyerek bu başlığı ayrı bir yazıya saklıyorum.) ve geniş kampanya yapmama kararının, neredeyse alanı tamamen iktidara bıraktığı ve böylesine kopuk bir kampnayanın dahi seçmen nezdinde olumsuz bir şekilde neticelenmediğini ifade edebiliriz.