Prolog

Üç saattir yol aldığımız ucunu bucağını göremediğim taşlardan ibaret bu toprak parçasının ortasında mola verdik. Bilmediğim bir yere düşmüş olsam da tanıdık bir sahnenin parçası olmak güven vermişti. Sıcaktan kavrulan beyaz bir aracın içinde 16-17 kişiyle bilmediğim bir yere varma sabırsızlığını daha önce de defalarca yaşadım. Koltuk sayısından fazla yolcu alındığı için o tek boşluğa atılan sandalyede oturan 8-9 yaşındaki çocuğun oyuncağının sesleri bu aşinalığı iyice pekiştirmişti. Mola yerinde gelen, hiçliğin ortasında neden böyle bir iş yapıyorlar, düşüncesi Türkiye değilse Türkiye nedir? Araç tanıdık, sıcak ve ter tanıdık, bitmeyen oyuncak sesleri, ve mola yerleri tanıdıkken neden mola boyunca görüntüsü havadan daha sıcak sapsarı bir tarlaya takılı kaldım? Kendimi bu taş ve güneş yığını yerden koparmaya mı çalışıyordum, yoksa sadece şoförden yediğim azar yüzünden kırılan özgüvenimi onarmak için poz mu kesiyordum?

Bu tek başınalık duygusu okumayı unutmamla başladı. Her zaman böyle değildim, yani daha önceden. Normaldim. Beni bu tarlanın önüne getirip bırakan yolculuk kolay olmadı. Yolcuğun bir hasar bırakacağı belliydi. Taş zemine güvenli bir şekilde iniş yapmıştık ancak kapıda bizi bekleyenlerden kurtulmam kolay olmadı. İçlerinden biri önce dostça ikna etmeye çalıştı. Yakaladıkları diğer kişilerin aksine başıma nelerin geleceğinin farkındaydım. Kafamı istemiyorum anlamında salladım ve oradan uzaklaşmaya çalıştım. Varlığını bakışlarıyla üzerime yığmış, fazla yaklaşmadan takip ediyordu. Sırtımda tüm ağırlığını hissediyor, yine de göz göze gelmemeye çabalayarak ondan kurtulmaya çalışıyordum. Kendimi serin binadan dışarı attım. Burada güneşin yeryüzüne daha yakın olduğu bilgisini beni buraya göndermecen önce vermişlerdi. Sıcaklığı ve parlaklığıyla vücudumu saniyesinde esir alan güneşe çıktığımda karşıdaki binanın çatısında yer alan yazıyı okuyamadığımı farkettim. Panik halde sağa sola bakıyor, bir hece bile olsa okuyabilmek istiyordum. Okuyup anlayamama duygusunu daha önce defalarca yaşadım. Bu sefer öyle değildi. Okuyamıyordum. Harfeleri tanıyor gibiydim ama yine de olmuyordu. Hiç kimseyi tanımadığın, dilini bilmediğin bir yer bile olsa okuyabilmenin rahatlatıcı bir yönü var. Üzerinde yazı bulunan nesnelerle, tabelalarla, mekanlarla, otobüs duraklarıyla bir tanışıklık elde eder, yalnızlıktan ve bilinmezlikten kurtarırsın kendini. Bu sefer öyle olmamıştı. Zihnim üzerinde durduğum zeminden bile kopmuş, bir şeye tutunma gayretiyle boşlukta dolanıyordu.

Susuzluktan sıcaklığın kendisine dönüşen otların arasına daldırdığım bu düşüncelerden kafamı kaldırdığımda yıkık dökük tuvaletten çıkan şoförün, yediğim azarı unutturup ikimizi eşitleyen kafa işaretiyle araca bindim. Sabırsızlık dedim ama doğru değil sanırım. Böyle bir duygu yoktu içimde. Nereye varacığımı, orada kimleri bulacağımı ve orada ne yapacağımı bilmiyordum. Bu yolun da çıplak bozkırdan başka bir yere ulaşması mümkün değil gibiydi. Aracın içi hiç değilse bildiğim bir dünya haline gelmişti. Yolculuğun bitmemesi isteği içimde bir yerlerde saçma bir istek olarak kök salıyordu. Dillerini henüz çözememiştim ama dillerinin derininde bildiğim bir delin yattığı düşüncesiyle şoförün ve yanındakilerin konuşmalarına kulak veriyor, birkaç sözcük de olsa tanıdık bir ses bulmaya çalışıyordum. Olmuyordu. 3 saattir beraber yolculuk yapıyor olmanın verdiği samimiyete güvenerek yolcuların yüzlerine bakma hakkını elde ettiğimi düşündüm. Bilmediğin bir yerde yabancılık duygusunu aşmanın en iyi yolu oradakilerin yüzlerine uzun uzun bakmak, bu yüzleri ezberlemeye çalışmaktır. Sağ tarafta tekli koltukta oturan ve çocuğu gürültü yapmaması için azarlamasından yakını olduğunu anladığım kişiye çevirdim başımı. Tanıdık bir yüzdü. Gittiğim yabancı ülkelerdeki insanların yüzüne bakarken hissettiğim onlardan farklı olma duygusunu bu kişide hissetmemiştim. Bir tepenin yeryüzüne yatışı gibi yanlara uzayıp daralan gözleri ve derisinin bağımsız bir uzantısı olmayan göz kapaklarına rağmen bu his nereden kaynaklanıyordu? Verdikleri yoksulluk hissi mi, çocuğu azarlayışları mı ya da henüz farkına varamadığım bir başka şey mi? Bu soruya hala yanıt bulamadım.

Haşim Özpolat

Haşim Özpolat

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.