Niçin Hayvansever Olmamalıyız?

Modern toplum büyük oranda hayvan sömürüsü üzerine kuruludur. Hissedebilen canlıları eğlence için sirklerde kullanır, yemek için çiftliklerde üretir, spor amaçlı avlar, at yarışlarında olduğu gibi para için koşturur, akademik puanlar adına üzerinde deneyler yapar veya süs köpeği örneğinde olduğu yaşamlarını alıp satarak süs niyetine yanımızda taşırız. Kimileri ise bu canlıların derilerinden yapılan cüzdan ve kemerleri satın alır. Tüm bu kullanım biçimleri hissedebilen canlıların bir tür eşya statüsünde ele alınıp sömürü ilişkisine maruz bırakılması anlamına gelir. Peki niçin “hayvanlar” veya “canlılar” değil de “hissedebilen canlılar” terimini kullanıyorum diye sorabilirsiniz. Burası epey önemli bir nokta.

Vegan veya vejetaryenler (bundan sonra hayvan hakları savunucuları denilecek) hissedebilen canlıların yaşamlarını önemserler. “Hissedebilen” demek ise şu anlama gelir: Acı ve haz kapasitesi olan, acı kaynağından kaçan, anıları ve favori oyunları bulunan, yüz tanıyabilen veya bir dereceye kadar akıl yürütebilen, sosyalleşebilen, farklı türden iletişimler kurabilen canlılar. (Kaynak 1: https://onculanalitikfelsefe.com/ciftlik-hayvanlarinin-bir-sey-degil-birey-olduklariyla-yuzlesme-vakti-lori-marino/ ) Bu bağlamda ilk akla gelen hissedebilen canlılar domuzlar, inekler, koyunlar, danalar, kediler ve köpeklerdir. Bu canlıların belirli bir hissetme kapasitesinin yanı sıra belirli bir derece bilişsel kapasitesi olduğunu biliyoruz. İşte tam da bu durumdan dolayı onlara yönelik ahlaki bazı sorumluluklarımız olduğunu düşünüyoruz. (Kaynak 2: https://onculanalitikfelsefe.com/hayvanlarin-ahlaki-statusu-lori-gruen-stanford-encyclopedia-of-philosophy/ )

Peki hissedebilen canlılara yönelik ne türden sorumluluklarımız vardır? Bu konuda iki ana yaklaşım olduğunu söylemek mümkün. İlk yaklaşım hayvanların yaşam koşullarını iyileştirmeyi ve çektikleri acıları azaltmayı önemseyen Yeni-Refahçılar olarak bilinir. Bu grubun en etkili teorisyeninin Peter Singer olduğu sık sık dile getirilir ve akla PETA gibi oluşumlar gelir. Ana iddiaları hissedebilen canlıların çıkarlarını korumak, refah düzeylerini arttırmak ve çektikleri acıları adım adım azaltmaktır. İkinci grup ise hissedebilen canlılara yönelik her türlü kullanımı sonlandırmayı ve onları araçsallaştıran uygulamalara karşı çıkmayı kendine ilke edinen abolisyonist yaklaşımdır. Daha radikal görünen bu yaklaşım ise daha çok Tom Regan ve Gary Francione ile anılır (Regan’ın teorik kitaplar da hala anılsa bile fikirlerine uygun bir mücadeleye devam etmeyi bir süre sonra bıraktı). Abolisyonistler hissedebilen canlıların kendi yaşamlarının öznesi olduklarını ve yaşam hakkı kadar acıdan kaçma ve sömürülmeme hakları da olduğunu düşünür. Modern yaşamdaki tüm hayvan sömürü biçimlerine toptan bir “boykot” önerirler. 

Hayvan haklarını savunmak, hissedebilen canlılarının yaşam hakkına saygı duymakla birlikte onlara yönelik her türlü kötü kullanımabiç ve sömürü biçimine karşı çıkmak anlamına gelir. Bu mücadele, aynı zamanda modern hayvan endüstrisinin ormanlık alanları tarım alanlarına çevirmek için yok etmesi, içilebilir su kaynaklarını azaltmasını, küresel ısınmayı arttırması gibi çevre etiğine dair konu başlıklarını da tekrar gündeme getirir. Ve bununla da ilişkili olarak henüz dünyaya gelmemiş nesillere daha iyi bir dünya bırakmak yönündeki duyarlılığı da temsil eder. Yani hayvan hakları savunucu olmak hem hissedebilen canlıların en temel haklarını hem çevreyi hem de gelecek nesilleri önemseme yönünde ahlaki ilkeler topluluğunu temsil etmekte ve bu yönde mücadele etmektedir. Şimdi soru şu; tüm bu resme baktığımızda hayvansever olmak ne anlama gelir? Hayvanseverlik tüm bu resimde anlamlı bir yere sahip midir? Yanıtımı ilk baştan söylemek isterim: Hayır.

Hayvan haklarını savunmanın bu geniş çerçeveli hattına baktığımızda konunun hiçbir zaman hayvanları sevip sevmemekle ilgili olmadığını görebilirsiniz. Ahlaki duruş ve mücadelemizi bir şeyi veya bir canlıyı sevip sevmemek üzerine kurmak hiç de makul görünmüyor. Devletin açtığı ihalelerde yerli ve yabancıların ülkemizdeki canlıları katlettiği “av sporları” söz konusu olduğunda “hayvansever” olmanın ne anlamı olur ki? Burada anlamlı olan hayvan hakkı savunucusu olmak ve bu bağlamda avlanması planlan hayvanların yaşam hakkını savunmaktır. Kaldı ki hayvansever olup kedi, köpek gibi bazı hayvanları çok sevip inek, koyun gibi bazı hayvanların cesetlerini akşam yemeğine tüketmeniz mümkün. Hayvansever olmak buna engel değil. Böylesi muğlak ve “hakları” dışlayan bir terimi (“hak savunmak” ile “-sever olmak” arasında doğrudan bir ilişki yoktur) daha fazla kullanmamamız gerektiğini iddia ediyorum. Hayvansever değil hayvan hakları savunucu olmayı ve bu terimi kullanmayı öneriyorum.  

İnsanlar çoğu zaman örtük bir türcülük ile hareket ederler ve refahı, mutluluğu, özgürlüğü, hakkı kendi türleri ile kendi türleri için sınırlarlar. Bu örtüklüğe katkı sunan şeylerden biri de “hayvansever” terimi olsa gerek. Konu sevmek değil, hiçbir zaman da böyle olmadı. Konu yaşam ve acıdan kaçma hakkıdır.

Bir hayvansever olmak ne anlama gelir? Daha doğrusu bir hayvansever, hayvanlar için ne yapar? Bu soruya yönelik teorik çerçevesi oturmuş anlamlı bir yanıt vermek mümkün değil. İnsanlar kendi ahlaki duruşları çerçevesinde istedikleri gibi bir tanımlama yapabilirler. Yaptıkları bu tanım normatif bir içeriğe sahip olmak zorunda değil; yani ne yapmamız veya yapmamız gerektiğini söylemez. Hayvansever olmak, yalnızca ABD’de her 10 saatte bir öldürülen 60 milyon hissedebilen canlıya veya her yıl tüm dünyada katledilen en az 56 milyar hissedebilen kara canlısına dair ne yapmamız gerektiğine bize hiçbir şey söylemez. (Kaynak 3: https://evrimagaci.org/her-yil-kac-hayvani-yemek-icin-olduruyoruz-4523)

“Hayvansever olmak”taki “-severlik” bir duygu durumu veya kişisel beğeniye işaret ediyor fakat gözlerimizin önünde stres altında kalan, acı çeken ve katledilen milyonlarca hissedebilen canlıya dair takınmamız gereken tavrın içinde “-severlik” değil “hak savunucusu olmak” yer almalı. Bu isimlendirme ve terim kullanımı, yalnızca teorik bir tanımlama değil pratik bir mücadele hattını örmek ve yükseltmek için de başlangıç noktamız olmalı. İnanın bana, domuzları sevmiyorum ama domuzların yoğun strese maruz kalıp katledilmelerine karşı çıkıyorum. Domuzların acı çekmeme, kullanılmama ve yaşama hakkını savunuyorum. Kendimizi veya bir konuya dair duruşumuzu nasıl tanımlamadığımız, dünyayla ilişki kurma biçimimizin ne anlama geldiğini görmek için önemli. 

Taner Beyter

Taner Beyter

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.