Türkiye’de ana akım muhalefet* 2019 Belediye Seçimleri’nde ilk defa rüzgârı ardına aldı. Bu rüzgâr, ne Gezi Olayları’nda ne de AKP’nin eski siyasi ortağı Gülen Cemaati ile yaşadığı iç savaşta muhalefet lehine dönmüştü. Hatta AKP’nin tek başına iktidar olmaya yeter sandalye sayısını elde edemediği 2015 Genel Seçimleri bile ana akım muhalefet lehine bir tablo sunmamıştı. Ana akım muhalefet, bu seçimlerden bir sene evvel Ekmeleddin İhsanoğlu** gibi o dönem Türk kamuoyunda siyasi bir profil olarak pek de tanınmayan “sürpriz” bir çatı adaya tama ederek hezimete uğramıştı. Hoş, bundan dört sene sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’li Muharrem İnce’nin oyu İhsanoğlu’nun oyuyla sayıca hemen hemen aynı idi. Adayın seçim gecesi kaybolması ile partinin adayının yanında durmayışı ise tam bir fiyaskoydu.
Ana akım muhalefet, 2019 Belediye Seçimlerinde İstanbul ve Ankara’yı AKP’den alarak büyük bir güç kazanmış oldu. Bu seçimlerle Mansur Yavaş, esasında şaibeli bir şekilde yıllar önce kaybettiği Ankara Büyükşehir Başkanlığı’nı kazandı. Diğer taraftan Ekrem İmamoğlu, pek de adı bilinmediği halde ve seçimlerin tekrarlanmasına rağmen AKP’nin ağır toplarından Binali Yıldırım’a karşı iki defa galip geldi. Muhalefet için nihayet bir şeyler değişmiş gibi görünüyordu. İmamoğlu da Yavaş da kazandıkları bu mühim galibiyetlerle daha ilk günden müstakbel cumhurbaşkanı adayları olarak anılmaya başladılar.
Mansur Yavaş, Ankara’nın başına CHP rozetiyle geçmiş olsa da bilhassa ülkücü geçmişiyle milliyetçi seçmenin iştahını kabartıyor. İmamoğlu ise, Türkiye’nin bir prototipi sayılabilecek İstanbul’un belediye başkanı olarak kuvvetli bir cumhurbaşkanı adayı olarak görülüyor. Cumhurbaşkanlığı için Yavaş mı İmamoğlu mu, tartışmaları birkaç ay Türkiye kamuoyunu işgal etmişken son dönemde rüzgâr yeniden Recep Tayyip Erdoğan lehine esmeye başladı. Bunun sebebi de muhalefetin ihtilafı.
Muhalefetin rüzgarını baltalayan esas etmen “altılı masa” denen tuhaf oluşum. Ana akım muhalefet, yani CHP ile İYİ Parti, anketlerde oylarını artırırken, pek de anlaşılması mümkün olmayan bir biçimde İslamcı Saadet Partisi, AKP geçmişleriyle müsemma DEVA ve Gelecek Partisi ve etki alanı ziyadesiyle dar Demokrat Parti ile bir konsensüs oluşturdu. Altılı Masa denilen bu siyasi oluşum günbegün muhalif kitlede amaçsız soru işaretlerine sebep oldu. Belki bir ihtimal adı geçen partilerin iktidar partisiyle ittifakı engellenmiş olsa da bilhassa AKP geçmişleri olan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu*** isimleriyle CHP ve İYİ Parti’nin aynı masada oturması kendi kitlelerince hoş karşılanmadı. Üstelik ana akım muhalefetin bu partilerle aynı masaya oturarak onlara eşit söz hakkı tanıması, bu partilerin aynı masada olmayı bir koz olarak söylemlerinde dile getirmeleri ciddi rahatsızlık yarattı. Belki de toplamda yüzde 5 bile etmeyecek bir oy diliminin ana akım muhalefetin sahadaki hareket kabiliyetini engelleyebileceğini kimse düşünmemişti.
Diğer bir mesele de altılı masanın hâlâ mevcut bir cumhurbaşkanı adayını, dedikodu düzeyinde olsa dahi, sunmuş olmaması. Altılı masa ortaya çıkmadan evvel yukarıda söz ettiğim gibi İmamoğlu ile Yavaş, zımnî adaylar olarak görülüyorlardı. Ancak ne ana akım muhalefetten ne de altılı masadan böyle bir emare görülmedi. Hatta fırsattan istifade Zafer Partisi, Yavaş’ı cumhurbaşkanı adayı olmaya davet etti.**** Ancak Kemal Kılıçdaroğlu “Milletin Sesi” mitingleriyle örtük de olsa adaylığını ilan etmiş gibidir. Uzun müddet “adayı yıpratmak, eskitmek istemiyoruz” söylemiyle sakladıkları ismin Kılıçdaroğlu olması epey ironik olur doğrusu, çünkü kendisi halihazırda yıllardır CHP’nin başında ve hem eskimiş hem de yıpranmış vaziyette.
Ancak Kılıçdaroğlu, henüz adaylığını resmî olarak koymadığı halde epey çekmiş görünüyor. Bu şekilde de muhalefetin İmamoğlu ve Yavaş’ın yerel seçim galibiyetlerinde yakaladığı rüzgâr kesilmiş gibi. Çünkü bütün bu sürecin nihayetinde Kılıçdaroğlu adaylığıyla sonuçlanacağı kimse tarafından beklenen, hatta, istenen bir şey değil.
Burada iki hususa daha değinerek meseleyi kapatmak niyetindeyim. Birincisi ana akım muhalefetin, hem iktidar hem de HDP muhalefetinde olmadığı gibi kitlesiyle kopukluğu. AKP de HDP de kendi kitlesiyle son derece kenetlenmiş vaziyetteyken CHP ile İYİ Parti cephesinde bu kenetlenmeyi görmüyoruz. Bu demek değil ki CHP’liler ve İYİ Partililer partilerine bağlı değiller. Ancak CHP de İYİ Parti de kendi kitlelerinin razı olacakları bir aday göstermekten uzak görünüyorlar. AKP’liler Erdoğan’dan razı iken HDP de mevcut durumda tabanını temsil edebilecek herhangi bir adayı kabul edebilecek siyasi şuuru sergiler gibiler. Çeşitli sosyopolitik ve ekonomik infiallerde ana akım muhalefetin muhalif kitlenin beklediği çıkışları gerçekleştirememesi de cabası. Bilhassa “muhafazakâr” seçmeni ürkütmemek adına sergilenen “düşük profil”, esas muhalif kitleyi incitiyor.
İkinci değinmek istediğim mesele, Erdoğan’ın Türk siyasi alanı üzerindeki sermayesinin hâlâ çok kuvvetli oluşu. Daha önceki yazımda iktidarın bir meşruiyet krizinde olduğunu ve siyasî olarak iflas ettiğini öne sürmüştüm. Buna karşın Bourdieu dilini kullanmak gerekirse Erdoğan hâlâ siyasî konjonktürü yönlendirmeye dair iktidar alanını kontrol etme ve simgesel sermayeyi kullanma iktidarına sahip. Örneğin Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme söylemini tersine çevirerek Abdullah Öcalan’ın dahi serbest bırakılacağına dair bir “panik havası” yaratabiliyor.*****
Sonuç olarak ana akım muhalefet Erdoğan’ın kendi yarattığı siyasî söylemi zedeleyerek oyun kurucu konuma geçebilmiş değil. Ana akım muhalefet, bilhassa Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, kaygan bir zemin üzerinde söylem inşa etmeyi deneyerek farklı bir şeyler yapmaya çalışıyor. Diğer yandan İYİ Parti ise CHP’yi gücendirmediği gibi kendine ait bir ses sahibi haline gelebilmiş değil. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme söylemi, Demirtaş-Kavala açıklamaları, büyük ortağı İYİ Parti’nin kitlesini rahatsız ederken Kılıçdaroğlu’nun mevcut sosyopolitik ve ekonomik duruma değinmekten ziyade bu helalleşme söylemine tutunması kendisinin muhtemel ve müstakbel adaylığını şüphe altına bırakıyor.
*Ana akım muhalefet tabiri ile belli bir döneme kadar CHP ile milliyetçi ortağı MHP’yi, daha sonra ise İYİ Parti’yi baz alıyorum. Türkiye siyasetinde etki alanı daha dar ancak bulunduğu konum itibariyle etkili bir siyasi aktör olarak HDP’yi, pejoratif kasıt olmaksızın, hem eski AKP ortaklığı hem de marjinal konumu sebebiyle “ana akım muhalefet” tabirinin haricinde tutuyorum.
**Ekmeleddin İhsanoğlu esasında Osmanlı bilimi üzerine uzman bir akademisyen olup babası Mehmed İhsan Efendi, Osmanlı İslamcıları arasında itibar gören bir şahıs olup Mehmed Akif Ersoy’un, kendisinin Türkçeye çevirdiği Kur’an-ı Kerim nüshasını yakmasını vasiyet ettiği kişi olduğu belirtilmiştir. Bu tarihi arka plan düşünüldüğünde muhalefetin İhsanoğlu’nu aday göstermesi muhafazakâr-İslamcı kesime göz kırpma olarak düşünülebilir.
***Ne Babacan’ın “Ben krizi yıllar önce görmüştüm” ne de Davutoğlu’nun başbakanlığı esnasında yaşanan krizleri mevcut cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yüklediği söylemleri muhalif kitlede pek karşılık bulmadı. AKP’nin eski kurmaylarıyla yapılan bu konsensüs, hâlâ amacını gizli tutuyor yahut belki de hiçbir amaç yoktur.
****Mansur Yavaş, attığı iki tweet ile hem Kılıçdaroğlu’nun hem de altılı masanın verdiği/vereceği kararın yanında olduğunu açıklamıştır: https://twitter.com/mansuryavas06/status/1573237701633085440
https://twitter.com/mansuryavas06/status/1576533135164329985
*****Erdoğan yıllar önce her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldığını iddia ederek HDP ile zımnî bir ittifak kurmuş, Çözüm Süreci’ni başlatmıştı. HDP ile yürümeyen ortaklık oksimoron bir biçimde AKP-MHP ortaklığı ile sona erdi. 2015 Genel Seçimleri’nde HDP ile koalisyon kurmayacağını kesin bir şekilde beyan eden Bahçeli iktidar şansını tepmişti. Ancak çok geçmeden AKP’nin küçük ortağı olmayı reddedemedi. Erdoğan’ın söylemi Türk siyasî söylem zeminine yön verdiği bir örnek için bknz. https://twitter.com/t24comtr/status/1568167199851806720