12 yıl önce oldukça soğuk bir Avrupa sabahında Zürih’teyiz. İsviçre soğuğu içimize işliyor diyebilirim, öyle bir soğuk ki kelimelerle bunu sizlere nasıl geçirebilirim bilmiyorum, dişlerimizi sıkmaktan çene ağrısı çekmeye başladığımız bir noktadayız. Önemli bir gün. Hem bizler hem de dünya futbolu için, üstelik bu heyecanı hisseden yalnızca biz de değiliz. Avusturalya, Japonya, Güney Kore, Katar ve hatta Birleşik Devletler’den temsilciler en az bizim kadar dişlerini sıkıyor, onlar da üşüdü, ancak birazdan içeriden çıkacak oylama sonucunda kalplerimizi futbol ısıtacak, buna eminiz.
Türkiye pasaportlu olarak aralarında bulunmamız bu ekibin bir fıkranın kahramanları olduğu ihtimalini oldukça yükseltiyor. Avusturalya ekibinin cebi dolu belli, kendilerine güvenleri tam. Japonya ekibininse kafasının rahat olduğunu söyleyebilirim, Tokyo 2016 Olimpiyatları için öyle hazırlıklar yapıldı ki, altın günü için böreklerini önceden hazırlayıp dolaba atmış gibiler. Misafirlerden 1 saat önce tüm stadyumlar ve antrenman sahaları dolaptan çıkarılıp fırına atılacak. Ne rahatlık! Korelilerin pek tadı yok, açıkçası iddialı olduklarını da söyleyemem. 80.000 kişilik stat gereksinimine, “60.000 kişilik var, merdivenlere de 20.000 kişi alırsak oldu bu iş!” çözümüyle gelmişler. İnsanın bu çözüm karşısında birdenbire kanı ısınıveriyor vallahi. Tam bizlik gibi.
Amerikalılara yaklaştığınızda hissettiğiniz özgüven kulağınıza “bu iş tamam” diye fısıldıyor neredeyse. 80.000 kişiyi aşan en az 8 adet stadyum öneriyorlar komiteye. Üstelik herhangi bir inşaat süreci de söz konusu değil, hepsi hazır; şuracıkta. Statlardan birinin Washington D.C.’de diğerinin Texas’ta bulunmasıyla pek ilgilenmiyor gibi görünüyorlar. Bir stattan diğerine uçmak için takribi 3 saat 5 dakika yapılacak yolculuğun onlarla bir ilgisi yok çünkü. Her şey hazır.
Zürih soğuğuna en uzak ama en alışkın görünen ekip şüphesiz ki Katar. Daha önce gerçekleşmiş başarısız Arap dünyası girişimlerinden sonra Atlas’ı omuzlarına alıp gelmiş gibiler. Amaçları çok net, neredeyse yeşil ışığı da aldıklarını düşünüyorlar. FIFA başkanı Sepp Blatter “Arap dünyası bir Dünya Kupası’nı hak ediyor” derken Mısır’ın ya da Fas’ın dünya kupasını kaldıracağını kastetmemiştir, öyle düşünmüyorlar. Biraz bilim-kurguvari bir havaları var. Temmuz – Ağustos bizim için sorun değil diyor içlerinden biri, statları soğutacağız. 20 dereceye kadar soğumuş stat fikri bizde ve özellikle Amerika ekibinde pek bir şey ifade etmese de Japon ve Güney Kore ekipleri heyecanlanıyor. Bildikleri bir şey vardır diye düşünüyoruz.
12 yıl önce oldukça soğuk bir Avrupa sabahında Zürih’teyiz. İsviçre soğuğu içimize işliyor diyebilirim, öyle bir soğuk ki kelimelerle bunu sizlere nasıl geçirebilirim bilmiyorum, dişlerimizi sıkmaktan çene ağrısı çekmeye başladığımız bir noktadayız. Oylama başlıyor, sanki herkes yaşanacakları bilmiyormuş gibi. Katar’ın galibiyeti açıklandığında diğer tüm ekiplerde bir rahatlama gözlense de dünya futbolu için önemli bir gün olduğu fikri yavaşça siliniyor aramızdan. Bahsettiğim bir karanlık değil, düzgün ifade edeyim, bir alışkanlık hissi alıyor heyecanın yerini. Dünya futbolu için sanki başladığımız yerdeyiz, hala futbolu “satın alma evresi”ndeyiz gibi.
12 yıl önce oldukça soğuk bir Avrupa sabahında Katar ekibinin havaya alışkın hallerini sonra anlamlandırabiliyoruz, meğer sık sık yolculuk yapılmış. Bunu nasıl mı anlıyoruz; bir bakıyoruz ki Dünya Kupası, o çocukluğumuzun, ilk gençliğimizin heyecanı; babamızın yaz birasından, biraz karpuzdan ve peynirden ayrılmış. Kasım ve aralık ayında sadece statlar soğumasın diye tüm dünya liglerine ara verebilme gücünün, bize alışkanlık gibi göründüğünü fark ediyoruz. Bilmediğimiz duyguları anlatabilmek, benzetebilmek zor oluyor.
12 yıl önce soğuk bir Avrupa sabahında Katar ekibinin yalnızca Katarlıların ve sıcaklığı değiştirilecek Katar statlarının değil, dünyanın her yerinden insanın yaz ve kış planlarını değiştirdiğini fark ediyoruz. 5 milyar kişi. Evet, planlarını değiştirecek 5 milyar kişiden bahsediyorum. Dünya Kupası biletini alıp uçağına binecek yüz binlerce eşcinsel futbol seyircisi, Katar’a yalnız uçmasına izin verilmeyecek yüz binlerce kadın izleyici, sadece çevre duyarlılığı hassasiyetleri yüzünden bilet almak isteyip alamayacak yüz binlerce kişi, Dünya Kupası finalini izlerken yalnız ve yalnızca bira içmesine müsaade edilecek milyonlarca kişi, televizyonlarda dans gösterileri ve sokak eğlenceleri izlemeyi bekleyen milyarlar, yerel liglerinin arasında bir koşu gidip Dünya Kupası oynayacak yüzlerce oyuncu, futbolcuları sakatlanmasın diye inandıkları her şeye yalvaran teknik direktörler, elleri ayaklarına dolanacak medikal ekipler, gazeteciler, yayıncılar, kameramanlar…
Beş milyar kişi bu yıl soğuk bir kasım sabahında Dünya Kupası’na uyanacak. “Satın alma gücü” şovunun bir perdesi de 3 milyon nüfuslu Katar’a ulaşan 1.8 milyon turistle oynanacak. Statlar soğutulmayacak belki ama, FIFA’nın kasası dolacak. 5 milyar insan ve 1.8 milyon turist tahmini olarak Katar’a 18 milyar dolar bırakacak. Yalnızca bira içebilecekler ama bununla ilgili şimdilik kimsenin sıkıntısı yok gibi duruyor.
12 yıl önce oldukça soğuk bir Avrupa sabahında Zürih’te değildim, dürüst olayım. 12 yıl sonra oldukça sıcak bir temmuz öğleninde yazıyorum bunları. Ekrandan başka hiçbir şey geçmiyor bedenime, danslar, küfür etmeden anmadığımız vuvuzelalar geçmiyor. Yalnızca futbol izlemek için sevdikleriyle aynı odada uyumaktan, gönlünce yemekten – içmekten ve eğlenmekten, alışkanlıklarından alınan insanlar geçiyor ekrandan bana. Dünyanın en yüksek karbon ayak izine sahip ülkesinde yapılacak ışık şovları, görsel şölenler geçiyor. Bir hobimin “satın alınabilme acizliği” geçiyor ve bu Zürih sabahlarından daha soğuk bir his.
- https://edition.cnn.com/2022/06/08/football/qatar-fifa-world-cup-green-mime-intl/index.html