Bu metnin yazarı, bu metin için referans noktası ve kaynak olacak siyasi sızıntıyı yayınlayan Al Jazeera kurumu ile herhangi bir ilişki içerisinde değildir. Metinde analize konu olacak iddialar, alakalı belge ve tanık ifadesi belgeselde açıkça mevcut olanlar arasından tercih edilmiştir. Yazar, iddiaların peşinen doğru olduğunu savunmamakta, Labour cephesinden ve sivil toplumdan gelen yalanlamaları dikkate alarak iddialar arasından tercih yapmaktadır. Aynı zamanda, yazar, Katar rejiminin (diğer tüm totaliter rejimler gibi) kendi otokratik amaçları doğrultusunda kamuyu şekillendirecek herhangi bir enstrümana sahip olmaması gerektiğine inanıyor.
Al Jazeera, “İngiliz tarihinin en büyük siyasi belge sızıntısı” olarak nitelediği, Labour yetkilileri arasındaki iç yazışmalardan bazı Labour yetkililerinin bağlantılı olduğunu iddia ettiği “aşırı sağ”, “İsrail lobicisi” ve “İslamofobik” figürlere dair kayıtlara kadar geniş bir yelpazeye yayılan bir dizi dokümanı belgesel formatında yayınladı. İlgili belgesel aynı zamanda eski ve yeni Labour üyelerinin ifadelerine ve bazı soruşturma kayıtlarına da erişiyor. Al Jazeera’nin kaynak belirtmediği ancak meta-data dosyalarına kadar ulaşabildiği için web sunucuları üzerinden veya direkt parti içindeki kaynaklardan topluca elde ettiği düşünülen belgeler korkunç iddialara zemin oluşturdu. Hala yeni ve daha sarsıcı belgeler yayınlanmaya devam ettiğinden ötürü iddiaların final kapsamını henüz bilmiyor olsak da Al Jazeera’nin konu üzerine yürüttüğü uzun vadeli gözüken sosyal medya kampanyasından iddiaların kapsamının genişleyebileceğini sonucunu çıkarabiliriz. Bu kısa metinde, “Labour Files” olarak bilinen bu iddiaların kategorik kırılımını ve takiben de Labour’ın ve Birleşik Krallığın geleceği için olası sonuçlarını tartışacağız.
Tamamlanmış ve Tamamlanmamış İddialar
Al Jazeera belgeselciliğinin sıkça tekrarlayan bir unsuru olan ayrı ayrı ve çoğu bağlantılı belgeyi karışık bir şekilde sunarak, farklı iddiaları tekrarlayan bir şekilde gerekçelendirme bu belgesellerin de müşterek bir unsuru. Bu yüzden iddiaları konseptler halinde listelemenin faydalı olacağını düşünüyorum:
- Parti içindeki bir grup yetkilinin seçilmiş üyelere yönelik bir “komplo ve suç ağı” kurmuş olduğu,
- Bu komplo ağında İsrail bağlantılı birçok ismin yer aldığı, bu isimlerin bir kısmının direkt İsrail devleti bağlantılı olarak çalışırken bazılarının aşırı-sağ organizasyonlar ile bağlantılı olduğu,
- Genel Başkan Keir Starmer’ın parti içinde aday belirleme ve disiplin süreçlerine etki ettiği,
- Bir önceki Genel Başkan Jeremy Corbyn’e (ve ekibine) yönelik parti içinde muhbirlik ve iftirayı da kapsayan bir “karşı kampanya” yürütüldüğü ve partinin bürokratik makamlarının, demokratik makamları ve demokratik olarak seçilmişleri bu doğrultuda etkisizleştirdiği,
- Parti içinde Filistinlilere, kadınlara, siyahilere, Müslümanlara ve bazı Yahudi gruplarına yönelik ırkçı bir hiyerarşi olduğu ve bu hiyerarşinin soruşturmalardaki hukuksuz uygulamalardan, bazı parti üyelerini fişlemeye kadar geniş bir şekilde tezahür ettiği,
- Partinin soluna yönelik, anti-Semitizm iddiaları üzerinden bir iftira ve karalama kampanyası yürütüldüğü,
- Fişlenen birçok üyenin sözlü, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kaldığı,
- Parti içinde birçok üyenin demokratik süreçlerden ufak bir grup tarafından farklı gerekçelerle uzak tutulduğu iddiaların çatısına dair bir şema oluşturuyor.
Bunların yanında Al Jazeera tarafından sıkça dile getirilen bir diğer çıkarım daha var: “İsrail devletinin Labour’da darbe yapmış olduğu ve partiyi dizayn ediyor olduğu”. Bu iddiayı yeterince desteklenen bir argüman olmadığı için bu aşamada, belgeli iddialar nezdinde kapsamlı olarak ele almıyoruz.
Tüm iddialar bağlantılı olsa/olduğu sunulsa da i, iii ve viii no’lu maddelerin birbiriyle yakinen alakalı olduğunu ve benzer çeşitli vakalar ile desteklendiğini söylemek mümkün. Anna Rothery hakkında “banshee” ve “Jekyll ve Hyde” dair yorumlar içeren bunun yanında kendisinin Liverpool Belediye Başkan Adaylığı sürecine dair ifşa edilmiş parti yazışmaları da bu bağlamda konumlandırılıyor. İddialara göre “Southside’deki parti yetkilileri kendisinin Corbyn’e yakınlığından oldukça rahatsız ve bu yüzden kritik makamlardan uzak olması gerekiyor”. İddiaların Labour’a dair Conservatives tarafından sıkça dile getirilen iki temel çıkarımı mevcut: Parti anti-demokratik süreçlerle yönetiliyor ve parti eliti küçük olsa da oldukça güçlü. Diğer yanda Greg Hadfield’ın Brighton & Hove’da kazandığı seçimi takiben “Corbyn yanlısı olduğu gerekçesiyle karşılaştığı radikal sol suçlamasını” ve “tükürme iddiasını” soruşturan yürütülen süreci de bu bağlamda değerlendirmek mümkün.
ii, iv, v ve vi no’lu iddialar ise çok daha çetrefilli bir tartışmayı beraberinde getiriyor. Çünkü hikayenin diğer kısmı sert taciz, şiddet ve tehdit vakaları/ilintili iddialar ile dolu. Göze en çok çarpan iddialardan birisi de Filistin mücadelesine destek veren parti üyelerine yönelik saldırganlığı ve birçok şikayet üzerine partiden uzaklaştırılması ile bilinen aktivist Luke Stanger’ın birçok vekil, partinin Yönetim ve Hukuk Biriminin başındaki Stolliday ve Ulusal Komite Üyesi (ve “We Belive in Israel” hareketi üyesi) Luke Akehurst tarafından desteklendiğini ortaya koyan mailleşmeler, veri kayıtları ve referans mektupları. Bunun ötesinde, Damian McCarthy’nin almış olduğu ölüm tehditleri ve yaşadığı zorbalık (vefat eden annesi hakkında yapılan yorumlar ve “ailesinin infaz edilmesi gerektiğine” yönelik aldığı mesajlar) ile ilişkilendirilen Stanger’a, Jonathan Hoffman gibi EDL (English Defense League) gibi aşırı-sağ gruplar ve figürlerin de eşlik ediyor olduğu iddiası da Labour içindeki “kanunsuz yapıya” delil gösteriliyor. Son olarak “Corbyn’e komplo” iddialarına geldiğimizdeyse temel argümanın, “yeni anti-semitizm perspektifi üzerinden İsrail eleştirisinin ve Filistin hak savunuculuğunun anti-semitik bir duruş olarak sunularak Corbyn hareketinin karalandığı” üzerine bina edildiğini ifade edebiliriz. Al Jazeera, Labour dokümanlarında yaptığı incelemede anti-semitik olarak kabul gören birçok sosyal medya paylaşımının sadece Siyonizm ve İsrail eleştirisi barındırdığını iddia ederken bu iddialarını parti yetkililerinden B. Westerman’ın yürüttüğü bir soruşturmaya dair BBC’de yalan beyan verdiğine dair bir ses kaydıyla destekliyor. (Şerh düşmek gerekir ki bu delilerin Labour’daki anti-semitizm tartışmasının ve medya ilgisinin sadece küçük bir kısmını oluşturduğu barizdir.) Belgeseldeki iddialar ve analizler bunlarla sınırlı değil ancak dile getirilmiş iddiaları tekrar dile getirmemek ve yazımızın son noktasına geçmek üzere iddialara dair betimlemeyi burada sonlandırıyoruz.
Labour’ı Ne Bekliyor?
Tüm bunlar olurken partinin politikalarına ve vaatlerine dair çok daha net bir vizyon ortaya koyma çabasının olumlu getirileri olduğuna şahit olmaktayız. Nitekim, Conservatives’in post-Johnson döneminde yaşadığı sancılı liderlik seçimi, partinin adeta post-Corbyn önemine benzeyen bir post-Johnson dönemi yaşıyor olması ve Truss’ın başbakanlığının ilk aylarından güvensizlik mektupları alması Labour’ın işini kolaylaştırıyor. Johnson’a her hafta PMQ’larda soğuk terler döktüren Starmer’ın, Truss’ın başbakanlık kariyerinin ilk haftalarından elde ettiğimiz izlenimle el küçülteceğini beklemek pek de yerinde değil. Bununla beraber tüm anketlerin ortaklaştığı nokta ise bir sonraki seçimleri Labour’ın 150 sandalyeye varan bir fark ile kazanabileceği yönünde. Tüm bu çerçevede, bugüne kadar parti sessizliğini korumuşken tüm iddiaların sonuçları üzerine düşünme fırsatımız ortaya çıkıyor. Bekleyebileceğimiz ilk soru partiyi konsolide etmek hususunda geçmişte sorun yaşayan ve şu an bu tartışmaları rafa kaldırmış gibi görünen Starmer liderliğinin bu ifşaatı nasıl karşılayacağı veya karşılamaya devam edeceği. İddiaların kalibresindeki yükseliş, partinin önümüzdeki günlerde sessiz kalamayacağına dair güçlü işaretler veriyor, nitekim eski parti yetkilileri çoktan konuya dair üstü kapalı olsa da fikir beyan etmeye başladı. Güncel ekonomik buhranı fırsata çevirmekte pek de zorlanmayan ve kendini iktidara 10 yılı geçkin bir süre sonra ilk kez bu kadar yakın hisseden partinin bu iddiaları çok önemsemeyeceğini ve seçime odaklı kalacağını varsaymak sağduyuya yakın gelebilir. Ancak yerel örgütlenmelere ve bu örgütlenmelerin etkisine büyük ölçüde tabi olan Labour’ın bu iddialardan hiç etkilenmeyeceğini varsaymak gerçeklikten uzak görünüyor. Diğer yanda, Starmer’ın seslerin spesifik olarak daha gür çıktığı Brighton ve Liverpool çevresiyle yaşadığı problemleri ve döneminde yaşanan toplu istifaları göz önüne aldığımızda iddiaların çoğaldıkça Labour üyesi daha sol, sendikacı (Starmer’ın son grevlere açıkça destek vermekte zorlanması tepki çekmişti) ve azınlık gruplarda yaratacağı rahatsızlığın katmerlenmesini beklemek isabetsiz olmayacaktır. Ancak iddiaların en son bağlandığı sonuç olan ve şu an iddialarının ana ekseni gibi tartışılan “parti üzerindeki İsrail etkisi” tartışmasının topyekun Batı solu içinde çok daha ateşli bir şekilde tartışılacağını öngörmek hatasız olmayacaktır. Nitekim, Starmer’ın parti içindeki etkisine dair iddialardan daha fazla ilgi ve yorum alan kısım tam olarak bu. Sonuç olarak, Labour’ın şu an yakaladığı trendin başarısını, büyüyen enerji krizinin İngiltere üzerindeki etkilerini, iddiaların tamamlanmamış olduğunu ve cevapların netleşmediğini hesaba kattığımızda henüz tartışmanın erken bir aşamasında olduğumuzu söyleyebiliriz.
Geleceğe dair birkaç şey söylememiz gerekirse Labour’ı her gün büyüyen bir bagaj takip ediyor, kimliğe dayalı korkunç tartışmalarla, parti elitlerinin gayri-meşru ilişkileriyle ve hukuksuzlukla dolu; partinin, bugün değil ama belki de yarın iktidardayken belini bükebilecek, kocaman bir bagaj.