Yıllık Genel Kurul Toplantısı için kuru pasta ve limonata siparişleri verilmiştir umarım, çünkü bugün hem herkesin sevgilisi hem de herkesin belalısı bir şirketin Genel Kurul’una davetliyiz, gömlek – kravat giyinmenize gerek yok, hepinizi arkadaşlarım olarak davet ediyorum. Yine de karnınızı doyurun, bazen kuru pastalar bayat çıkabiliyor.
Bugüne kadar yerel basında, yüzlerce blogda, tweet’lerde ve arkadaş sohbetlerinde, şu anda bile onlarca Youtube programında övülen, futbolun beşiği, meşin yuvarlağın vatanı Birleşik Krallık’ın 20. Yüzyıldaki en önemli ürünü; The Football Association Premier League Ltd. Isimli şirketin biraz derinine inelim dilerseniz.
“Big Five” olarak adlandırdığımız 5 büyük İngiliz kulübünün başkanları tarafından ortaya atılan “Premier League” fikri, temelinde dayandığı “kulüplere daha çok gelir” prensibiyle aslında bugün Türk futbolunda herkesin kulaktan kulağa fısıldadığı ancak asla sesli dillendiremediği bir ideaya işaret ediyordu. Bu kulüp grubuna ekleme yaparak bugün “Big Six” olarak adlandırıyoruz.
Elbette bu hikaye tamamen günlük güneşlik bir tartışma ortamından çok uzak başladı. FA (İngiliz Futbol Federasyonu)’in “ayrı ve özerk” bir lig fikrini kabullenmesi yaklaşık 6 yıl sürdü. Ancak bugüne geldiğimizde bu şirketin dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir siyasi görüşe sahip herhangi bir insan tarafından övüldüğünü görmemiz mümkün.
Futbolda taraftar olarak çoğumuzun kırmızı çizgisi “kulüplerin satılması ya da şirketleşmesi” iken neden bir “lig şirketine” bu kadar hayranlık duyuyoruz sizce? İşte bunları minik bir genel kurul molasıyla anlayabilmemiz mümkün.
Öncelikle yukarıda bahsettiğimiz gelirden başlayalım. Premier Lig fikrinin çıkışı ve özel uydu yayınlarının başlamasının aynı döneme denk gelmesi tesadüf değil. Dönemin yayın hakları sahibi ITV yıllık 11 milyon pound önerirken, Sky bunu ikiye katlayabileceğini iddia ediyordu. Üstelik burada kendince bir eşitlik ilkesi uygulayacağını söylüyor, “Big 5” olarak adlandırılan kulüplerin payını “izlenme oranının daha fazla olması sebebiyle” arttıracağını taahhüt ediyordu. Nitekim şu anda Premier Lig yayın haklarına sahip olan Sky dahil olmak üzere, birden fazla yayın hakkı sahibi olması ve tekelleşme karşıtı politika sebebiyle, tüm yayıncıların toplam katkısı yıllık 3 milyar euro’ya ulaşıyor. Buna henüz reklam gelirleri dahil değil. Bu yayıncıların gelirleri kulüpler arasında dağıtılırken, aynı zamanda bu şirketin birer ortağı olan kulüpler Premier Lig’in açıkladığı kardan bir nevi huzur payı almaktalar.
Masanın üzerinde duran bu paraya ulaşmak ise aslında hem kolay hem zor. Bu parada herkes eşit söz hakkı sahibi. Burada bu meblağın herkese eşit dağıtıldığından bahsetmiyorum elbette, ancak Premier Lig’den düşme tehlikesi olan bir takımla, 17 puan farkla 5 hafta önceden şampiyonluğunu ilan eden takımın eşit oy hakkı var, herhangi birinin istemediği bir aksiyonun alınması mümkün değil. Yine ligden düşseniz de, lige çıksanız da tıkır tıkır işleyen bir sistemin parçası haline geliyorsunuz, hisseleriniz devroluyor, hisse sahibi oluyorsunuz. Koltuk sahipleri değişiyor, koltuğun ağırlığı değişmiyor.
Gelirin ardından sanırım temsiliyetle ilgili avantajlardan bahsetmezsek olmaz. Her maç sonu yeni albüm çıkarmış bir popstar edasıyla basının karşısına geçen başkanlar görmüyoruz İngiltere’de. Bunun olmamasının bir sebebi de takımınızın finansal değeri, taraftar sayısı, kupa geçmişi ne olursa olsun 3 aylık genel kurullarda istediğiniz konuda önerge verebilmeniz. Dinleniyor olmanın verdiği rahatlık olsa gerek, iddialı çıkışlar, hakem kurulu basmalar, futbol federasyonuna çıkarma yapmalarla hiç karşılaşmıyoruz. Buna ek olarak en tartışmaları konulardan biri olan hakemleri de bir “şirket çalışanı” olarak değerlendirmek mümkün. Performans odaklı bir iş yapıyorlar, tıpkı ben gibi, bir çoğumuz gibi. Günün sonunda sahip oldukları işe devam edebilmeleri bağımsızlıklarına, akılcı kararlarına bağlı. Yine Premier Lig kulüp ortaklarının dışında profesyonel yönetim kurulu üyelerine ve çalışanlarına sahip. 191 kişilik bir işgücü de bu şirketin varlığını koruması ve kar etmesi için çabalıyor.
Bu denli maddi desteğin bir kartopu etkisi yarattığını söylemezsek olmaz. Daha çok gelir, daha iyi futbolcular, daha iyi organizasyonlar, daha iyi teknik direktörler, daha iyi kameralar, daha iyi sulama hortumları demek futbol için. Daha çok paranın daha iyi altyapı tesisleri, daha çok gözlemci, yetenek avcısı demek olması da cabası. Elinizde böyle bir güç olduğunda kendinizi herhangi bir uluslararası organizasyona kabul ettirmek, FIFA gibi, UEFA gibi yapılara gerekirse yaptırım uygulayabilmek oldukça kolaylaşıyor. Bir önceki yazımda bahsetmiştim; Premier Lig, bir şirket olarak Katar’da yapılacak olan Dünya Kupası 2022 için bile LGBTİ+ komünitenin kaygılarını taşıdığını belirten bir açıklama yapmıştı. Bu oluşan maddi gücün nasıl bir markalaşmaya yönlendirildiğinin ve bunun ne kadar başarılı olduğunun kanıtı niteliğinde.
Şimdi bu masada, 20 futbol kulübünün başkanı, bir kısmı da kulüplerin sahibi, oturuyor. Biz de buradayız. Hiçbir başkanın herhangi bir yayın hakları sözleşmesinde fikrini belirtemediği bir ülkeden kalkmış, gelmiş, oturuyoruz. Akşam takımımızın maçını gerginlikle bekliyor, muhtemel maç sonu açıklamalarından hangi hakeme düdük astırılacağını tartışıyoruz. Muhtemelen tarafımıza verilmeyen en az dört penaltı, rakibimizden atılması gereken en az üç oyuncu oluyor. Futbola sevdalıyız, çok seviyoruz, çocukluğumuzdan beri ayağımızdan top eksik olmamış, nostaljiye, hele de futbol nostaljisine bayılıyoruz. Bir yandan da kızıyoruz, şirketleşmenin, kapitalin, paranın bu oyuna zarar verdiğini söylüyoruz, “eskisi gibi değil hiçbir şey” diyoruz. Kuru pasta eriyor damağımızda, hemen limonataya uzanıyoruz.
Peki neden Premier Lig izliyoruz? Neden her maçta, her tribünde, her sahada ve her kulüpte gördüğümüz detaylara iç geçiriyoruz? Kapitalin değiştirdiği futbolda neye aşık oluyoruz? Nostaljik değil, ama neden bu kadar güzel geliyor?
Varolan düzeni bozmaktan korkuyor, her akşam neden düzene sövüyoruz? Biz ne zamandır futbol izliyoruz, biz bu ülkede ne izliyoruz?
Öne çıkan görsel: https://www.thesun.ie/sport/football/3944463/talksport-win-premier-league-rights-until-2022-and-becomes-go-to-radio-destination-on-saturdays/