Seçime artık saatler kaldı. Türkiye ile uzaktan yakından alakası olan herkesin gözü kulağı bu seçimin sonucunda olacak. Ben de naçizane kendi tahminimi paylaşmak ve seçim sonrasına dair muhtemel yol haritalarını tartışmak istedim. Bundan iki ay önce seçim sonucuna dair yaptığım tahmini Twitter’da paylaşmıştım. Bu tahmin benim Türkiye’deki geçmiş seçim sonuçları, ideolojik bloklar, ekonomik ve siyasal bağlam, toplumsal hafıza ve mevcut anket sonuçlarını göz önünde bulundurarak yaptığım bir tahmindi. İki ayda değişen bazı şeyler oldu, ama bu değişimlerin de çoğunu ön görmüştüm. Bugüne geldiğimizde aynı tahminimin makul olduğunu düşünüyor ve arkasında duruyorum.
İzninizle tahminimi paylaşayım. Birinci tur için; Kılıçdaroğlu %48.5, Erdoğan %47, Oğan %2.5, İnce %2 civarlarında oy alacaklardır. İkinci turda ise adaylardan biri en fazla %50.75 oy alarak seçilir. Bir başka deyişle, ikinci turda Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasındaki oy farkı en fazla %1.5 olur. Kimin kazanacağına gelince… Benim tahminime göre hangi adayın kazanacağını on dört günlük süreçte ırkçı seçmeni kimin konsolide edeceği belirleyecektir. Bence Erdoğan bu konuda Kılıçdaroğlu’nun bir adım önünde. Şimdi diyebilirsiniz ki “Madem kimin kazanacağını ırkçı seçmen belirleyecekti, Mansur Yavaş’ın aday gösterilmesi daha iyi olmaz mıydı?”. Hayır olmazdı. Kılıçdaroğlu’nun alıp Yavaş’ın alamayacağı en az %10’luk bir oy mevcut. Kılıçdaroğlu dışındaki potansiyel adayların hiçbiri sol ittifakların ve Kürt hareketinin aday çıkarmayıp Millet İttifakı’nı desteklemesini mümkün kılmazdı. Bu nedenle muhalefetin aday seçimini doğru bulduğumu söylemeliyim. Kılıçdaroğlu, Erdoğan karşısında ilk tur hezimeti yaşamayacak tek adaydı.
Not: Ben bu yazıyı ilk kaleme aldığımda İnce henüz adaylıktan çekilmemişti. Bu kararı sonrasında tahminimi revize etmek istedim. İnce’nin oylarının büyük çoğunluğu Oğan’a gidecektir. Ayrıca adaylıktan çekilmesine rağmen İnce’ye oy verecek ufak bir kitle de mevcut. Bu yeni gelişme ışığında benim yeni ilk tur tahminim şu yönde: Kılıçdaroğlu %48.75, Erdoğan %47.75, Oğan %3.25, İnce %0.25
Gelin size tahminimin arkasında yatan mantıktan bahsedeyim. Türkiye’de 1950’den beri Siyasal İslam ve sağ popülizmin kemiksiz %38-40 civarlarında ideolojik tabanı mevcut. Erdoğan burayı süpürecektir. %47’lik tahminimin geri kalan %7-9’u da bir kısım ülkücüden, mevcut iktidar döneminde güçlendirilen sermaye sınıfının bağlantılarından, ucu bucağı olmayan propaganda kaynaklarından ve seçim günü usulsüzlüklerinden gelecektir. Dolayısıyla Erdoğan için %47 hiç de imkânsız bir oran değil. Tabii bir de resme öteki tarafından bakabiliriz… Yine aynı mantıkla yaklaştığımız durumda, eğer Erdoğan %42-43 civarlarının altında bir oy alıyorsa, bu ülke için yeni bir devir başlamış demektir. Bu değişim sadece yirmi yıllık bir diktatörlükten kurtulmakla sınırlı kalmaz, aynı zamanda toplumsal siyasi çizgide de radikal bir kayma yaşandığı anlamına gelir. Dolayısıyla, bugünün şartlarında, Erdoğan gibi bir adayın %42’nin altında kaldığı bir Türkiye gelecek için son derece umut vaat eder.
Peki gelelim hem başlıktaki hem de tahminimdeki karamsar tabloya… Hem siyaset felsefesi çalışan bir akademisyen hem de Türkiye siyasetinin içinde yıllarca aktif olarak bulunmuş bir vatandaş olarak bazı gerçekleri söyleme sorumluluğu hissediyorum. Amacım kesinlikle seçime saatler kala tadınızı kaçırmak değil. Aksine, pazartesi sabahı tekrardan umutla uyanmak için sandıktan çıkacak hiçbir sonuca muhtaç olmadığınızı göstermek istiyorum. Eğri oturup doğru konuşmakta fayda var. Şu an dünyada demokrasiyle yönetilen ülkeler arasında girdiği seçimi kaybetme ihtimali en düşük olan devlet başkanı Erdoğan. Bunda birçok etmen mevcut. (1) Erdoğan’ın seçmen tabanıyla arasında çok kuvvetli, eşi benzeri olmayan bir bağ var. Bu bağ hem çok yoğun ideolojik kökenlere, hem mağduriyet söylemleriyle dolu ortak bir tarihe, hem de çok büyük ve derin suç ortaklıklarına dayanıyor. Dünya üzerinde liderine bu kadar bağlı ve bağımlı başka bir siyasi taban yok denebilir. (2) Erdoğan hükümetinin bir alameti farikası seçilecekse, bu şüphesiz en imkânsız adımları dahi meşrulaştırabilme kabiliyetidir. Mevcut hükümetin elinde bulunan propaganda ve manipülasyon aygıtlarının, kaba kuvvet ve siyasi tahakküm araçlarının, devlet kurumlarının işgal ve imhasının, taraf hâline getirilmiş ısmarlama yargının ve mafya ve terör bağlantılarının farkında olmak gerekiyor. Erdoğan seçim kaybetmemek için gerekli olan en kalleşçe ama aynı zamanda en etkili bütün silahlara, yıllar boyu zorla inşa ettiği meşruiyetle birlikte sahip. (3) Erdoğan gibi bir figürün siyasi jübilesini bir seçim mağlubiyetiyle yapması hiçbir kurama göre mümkün değil. Hele hele bu mağlubiyetin yıllarca tabanıyla birlikte alay ettiği, aşağıladığı ve rakipten dahi saymadığı Kılıçdaroğlu karşısında gelmesi fikri işleri daha da karmaşıklaştırıyor. Biliyorum… Halkın tümünün ekonomik krizle boğuştuğu, yolsuzlukların boyları aştığı, neredeyse bütün hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, riyakârlıklar ve ihmalkârlıklar sonucunda insanların evlerinden, canlarından ve sevdiklerinden olduğu bir Türkiye’de Erdoğan’ın tekrar seçilmesi kulağa çok absürt geliyor. Ama kulağa absürt gelen başka bir şey daha söyleyeyim: Otuz yılı aşkın süredir bütün özellikleriyle tanıdığımız, son yirmi yılda ise kendisine adeta bir hanedanlık inşa eden Tayyip Erdoğan’ın 2023 seçimlerini Kılıçdaroğlu’na karşı kaybettikten sonra aşağı oturup yargılanmayı beklemesi yahut “Artık bir dahaki seçime” demesi. Belarus’undan Paraguay’ına kadar bu senaryonun absürtlüğünü kanıtlayacak birçok örnek mevcut yakın tarihte.
Peki bu yazıyı okuyan biri ne yapmalı? Öncelikle, umuyorum ki bu sorunun cevabı önce bir “Hadi lan oradan” deyip, seçim sonrası yanıldığımda da beni yerin dibine sokmaktır. Fakat benim asıl vermek istediğim mesaj şu: İşler benim burada ön gördüğüm gibi gitse dahi hiçbir şeyin bitmeyeceğini hatırlamak gerekiyor. Türkiye’deki diktatörlüğe karşı olan herkesin artık beş yılda bir çok fazla heyecanlanıp aralarda da cehennemi yaşama döngüsünden kurtulması lazım. Sandık siyasetinin Türkiye’nin sömürülen, ötekileştirilen, baskılanan, ezilen kitlelerine sunabileceği çözümlerin komik derecede kısıtlı olduğunu bilmekte fayda var. Böylesine totaliter bir rejim altında dahi umutları bugüne kadar canlı tutan şey seçimler değil, canla başla kazanılan alanları geri vermemek için sokaklarda direnen devrimcilerdi. Türkiye Cumhuriyeti kusurları kadar toplumsal sol hafızası da büyük bir ülke. Seçimden sonra da, sonuç ne olursa olsun, yarının bugünden daha güzel olmasının yolu bu hafızayı sahiplenmekten ve sokaktan geçecektir.
Bu noktada son bir kelam etmek istiyorum. Çok düşündüm söylesem mi söylemesem mi diye, ama inanın içim rahat etmeyecek söylemezsem. Bu seçim sürecinde çok üzülerek gördüm ki bugün geldiğimiz noktada TİP gibi aktörler bu hafızayı da sandığa indirgeyip sömürülen ve ezilen halkı ünlülere ve patronlara temsil ettirmekten başka bir şey sunamıyor. Bu süreçteki TİP’in adayları ve söylemleri ileride dünya sosyalist partilerine ibretlik ders olarak okutulacaktır. Yıllarca bin bir fedakarlıkla örülen bir azınlık halk hareketinin omuzlarına basarak yükselip kendini sol popülizmin ve düzen siyasetinin kucaklarına bırakan bu parti, 14 Mayıs günü hem büyük bir seçim hezimeti yaşayacak hem de Türkiye’de sosyalist siyasete dair kitlesel hayal kırıklığına sebep olacaktır.
Türkiye’ye bahar gelecek. Bu hafta sonu olmasa da bir gün mutlaka…