Geleneksel ile yeni medya araçları yoluyla gözlemleyebildiğim kadarıyla İsrail’deki toplumsal hareketlilik; iş bırakma, istifa etme, konvoy/blokaj veyahut alternatif sivil itaatsizlik biçimleri şeklinde, ülke bayraklarıyla, devam ediyor. Bu güncedeki kısa yazıda, mümkün oldukça, İsrail’deki eylemlerin başlangıcını sorgulayıp, süreklilik taşıyıp taşımadığını ve arkasında yatan hususları ele alacağım.
Yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya olan eski İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun siyaset sahnesinden silinmesine madunlar umut yüklemişken; topluluklar arası şiddetin devam etmesi, (dini-etnik dinamiklerden beslenen) milliyetçiliklerin ve devlet-başıcılığın körüklenmesi, Temmuz 2018’de Knesset’te onaylanan ve anayasa şikayeti sonrası hukuka uygun bulunan Ulus Devlet Yasası sonrası kurumsallaştırılmış ırkçılığa dayanan rejime geçiş, ağır insan hakları ihlalleri karşısında cezasızlığın sürmesi ve Meretz milletvekili Zoabi’nin istifa etmesi sonucunda ‘’devasa bir çadır’’ olarak nitelendirilebilecek bir koalisyonun Knesset seçimleri sonucunda meclis çoğunluğunu kaybetmesi, 2018’den beri devam eden, siyasi çeper noktalar üzerinde statükoyu değiştirmekte zorlanan aktörlerin, kuvvetli komüniteryenliğin ve çatışma sonrası topluma geçişe dirençliliğin kolaylıkla gözlemlenebileceği bir toplumda yarattığı – ve çıkar gruplarıyla beslendiği – siyasi istikrarsızlıktan kaynaklanmakta bana sorulursa.
İkinci İntifada sonrası İsrail’de politik istikrarsızlığın ana akımlaşması; başlangıç tarihi üzerinde uzlaşılması güç silahlı çatışmalar – servis diplomasisi (shuttle diplomacy) sonucu elde edilen periyodik ateşkesler de mevcut – ile topluluklar arası şiddetin üzerine örülen bir duvarın ötesine geçerek, İsrail Devleti’de demokrasinin genel durumu ile hukukun üstünlüğü gibi çekirdek anayasal konulara evrilmiş durumda.
Başbakan Bibi tarafından sunulan kanun teklifine yönelik kitlesel itaatsizlikte; çağdaş demokrasilerde anayasallık bloğunu koruma ve özellikle de yasa yapıcıları veya idareleri, sınırlı olmakla beraber, hukuk toplumunda tutarak ehlileştirme veya dengeleme görevi görebilecek tek fonksiyon olan Yargı organının yetki alanının değiştirilmesinin yattığını düşünüyorum. Modern bir toplumda, yurttaşların can suyu olarak nitelendirilebilecek fonksiyon veya erk Yargıdır. Hangi ad takılırsa takılsın değişimin ileri sürülmesi, özellikle de yetkiyi içeren nitelikte ise – ki bu denetim olarak değerlendirilmeli -, güvencesizliğe geçiş olarak yorumlanabilir ve sosyal kohezyonu etkileyebilir.
Kanaatimce, mevcut konjonktürde, İsrail özelinde değinilmesi gereken iki husus var. Birincisi, İsrail’de tam anlamıyla katı ve şekli bir anayasadan söz edilememesinden kaynaklanan ve bunun sonucunda ortaya çıkan yarı-esnek hukuk düzeni karşımıza çıkmakta. Kilit BM insan hakları sözleşmelerine taraf olmasına rağmen, bu bağlayıcı sözleşmelerin dahi, iç hukukta ileri sürülebilmesindeki zorluk; İsrail’deki hukuki çoğulculuk yığınıyla, yargılama veya usul hukuku kurallarının çok sıkı olmasından ziyade, bağlantılı.
İkinci husus ise, İsrail’in sivilleşememiş demokrasi örneği olması. Bu ülkede, siyasi çoğulculuk ile ifade özgürlüğü ekseriyetle – yakın dönemde çeşitli STK’lere yönelik yasa-dışılaştırma ayrıksı bir örnektir – korunmakta ve saygı gösterilmekte ancak müdahaleci kolluk gözlemci olmaktan uzak ve siyasette gerek politikacılar aracılığıyla gerek doğrudan ancak örtülü bir şekilde etki alanını sürdürmekte ve kubbe türevi çevrelemekte. Cumhurbaşkanı Herzog’un değerlendirmesini bir kenara koymakla beraber, Savunma Bakanlığı’nın – veya hazırda bekletilen orduda yer almayan askerlerin – paket ile ilgili, görünür bir şekilde, harekete geçebilmesi bu doğrultuda değerlendirilmeli. [Yakın tarihten hatırlayabildiğim kadarıyla, benzer bir durum, özellikle de terörist örgüt Hamas ile ateşkes yapılması sırasında, Bakan Avigdor Lieberman döneminde gözlemlemiştim.]
2018’den bu yana süregelen politik istikrarsızlık, hem 2023’teki hem öncesindeki eylemleri göz önünde bulundurursak, kesintisiz bir süreci mi ifade ediyor?
Benim kanaatim, bu sorunun yanıtının belirsiz olduğu yönünde. Bu süreçte, mihenk taşı olarak nitelendirilebilecek ve siyasi çeper noktalara değinen gelişmeler oldu: İlki, 2018 yılında kabul edilen Ulus Devlet Yasası karşısında, eşitlik hakkının hayata geçirilmesi için – ki aslında bu zaten hukukun temel prensiplerinden biridir – Knesset önünde mücadele edilmesi. Her ne kadar, 1992 tarihli Temel Yasa – insan haklarıyla ilgili kısmi Anayasal nitelikte hukuki metin – güvenceler içerse dahi, Bağımsızlık Bildirisi’nin lafzı ile ruhuyla uyumlu ele alınması gerektiği kabul ediliyor. [Aslında, söz konusu Bildiri, ırka dayalı ayrımcılığı yasaklamakta. Benzer şekilde İsrail, BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesine 1979’dan beri taraftır. Ancak, genellikle, hukuk uygulamasında iç pozitif hukuk ileri sürülerek, oldukça basiretsiz bir şekilde, uluslararası hukuka aykırı hareket edilmekte.]
Değinmem gereken bir husus ise, oldukça yakın bir dönemde, Lübnan ile, her ne kadar bahsi geçen ülkenin güneyinde BM barış gücü operasyonu UNIFIL faal bir durumda olsa da, yapılan deniz alanlarına ilişkin antlaşmadır. Bu antlaşma; İbrahim Antlaşmaları gibi gelişmeleri de akılda tutarsak, barışçıl sürecin diğer uyuşmazlıklar nezdinde mümkün olup olamayacağı şeklindeki soruları sormama yol açtı. Uyuşmazlıklar ifadesinden, yalnızca devletler-arası nitelikte olanlarla sınırlı şeklinde talihsiz bir değerlendirme yapılmaması gerektiği fikrindeyim; kapsamı geniş tutulmalı.
Gelişmelerden çıkarılması gereken şey şu: Dışavurum kitleselleştiğinde, komüniteryen, çatışma sonrasına geçiş yapamamış toplumda ortak bir cephe oluşturulabildiğinde; belirli bir amaç doğrultusunda – somut örnekte hukukun üstünlüğü olarak karşımızda – uzlaşmacı veyahut en azından müzakereci tezler keskin bir şekilde ileri sürülebildiğinde, fırsat penceresi kaçırılmamalı. Çeper noktalara ilişkin cesur adımlar atılmalı; zira, çoğu zaman, topluluklar karşısında aktörler, statükoculuktan yana olmayı sürdürme eğiliminde. Statüko, düzensizliğin karşıtı ve istikrar olarak ele alınıyor. Oysa, bana sorulursa, düzen ve istikrar [mevcut] çeperlerin aşılmasıyla elde edilebilecektir.