Farkında olmasak veya böyle olmasını istemesek de, çoğu zaman sahip olduğumuz inançları temsil ederiz. Bir anlamda kimliklerimizin tanıtımını yapıyor gibiyizdir. Burada insanları kategorize etmekten ve propaganda yapmaktan söz etmiyorum. Sosyal organizmalar olmamızın muhtemel evrimsel sonucu olan oldukça beklenildik bir manzarasından söz ediyorum. Ahmet çoğunlukla yalnızca Ahmet değildir, Ahmet aynı zamanda; deisttir, erkektir, Türk’tür, avukattır, Galatasaraylıdır, vejetaryendir, Sivaslıdır, merkez sol partilere oy verir ve laiklik yanlısıdır vb vb. Ve bağlamına göre de davranışlarıyla bu şeylerin hepsini temsil eden kişidir. Ahmet olumlu ve istenildik bir davranış sergilediğinde, mesela gizlice LÖSEV’e bağış yapıp bunu kimseyle paylaşmadığı öğrenildiğinde, hanesine yazılacak (+) puan aynı zamanda kimliklerine de yazılır. Tabi ki insanlar ellerinde öteki insanları puanlayacak bir kağıt kalem ile dolaşmazlar, başkalarına dair sahip olduğumuz inanç kümesinin biçimi ve “Ahmet bana şöyle bir insan gibi görünüyor” şeklinde eğilim kimi zaman sezgisel kimi zaman da rasyonel olarak bu türden temaslara göre şekillenir. Eğer sürekli x, y, z, özelliklerini taşıyan genç erkeklerin hırsızlık yaptığına duyarsanız, bir süre sonra bu kimliklerin oluşturduğu kolajda bir sorun var mı diye düşünmeye başlayabilirsiniz.
Şimdi bu perspektifi bir adım ileriye taşıyalım.
İlk kez oy kullanacak olan 6 milyon seçmen kendi benliğinin farkına vardığından beri yalnızca bir partinin iktidarda olduğunu gördü: Ekranlarda sürekli aynı partinin temsilcileri var, ağızlarından sürekli “Allah, inşallah, peygamber efendimiz, ecdat, Osmanlı” benzeri kelimeler dökülüyor. Diğer yandan bu insanların çok zengin olduğunu görüyorsunuz, hiçbiri fakir değil ve mal varlığını açıklamaya yanaşmıyorlar. Çoğunlukla orta ve üst yaş grubundan erkeklerden oluşan bir kümenin üyesiler. VE HEPSİ MUHAFAZAKAR MÜSLÜMAN olduğunu sürekli vurguluyor ve ima ediyor. Kendilerinden olmayan herkesi hedef gösterebiliyorlar, yanlış bilgilere dayalı kutuplaştırıcı bir dil kullanıyorlar, yoksulluk ve açlık söz konusu olduğunda sabretmekten, ihmal sonucu maden kazası olduğunda ise kaderden söz ediyorlar; hiçbiri dürüst ve samimi görünmüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı adındaki kurumun üyeleri ailenizde, arkadaş ortamınızda veya sevdiğiniz insanlardaki bazı temsiliyetleri aşağılıyor; LGBTİ+ veya gay arkadaşınızın sapık olduğunu söylüyorlar mesela. Sizin ödediğiniz vergiyle sizin veya yakınınızdaki birinin önemsediği bir kimliği veya benimsediği şeyi aşağılıyorlar rahatça. Burada bir sorun olmalı diyorsunuz.
Lüks araçlara binip özel dikimli pahalı cübbeler giyen insanların aç insanlara sürekli “sabredin!” dediğini görürseniz, bu kişilerin sahip oldukları kimlikte bir problem olduğunu düşünmeniz normaldir. Bakara-makara diyerek Kur’an ile dalga geçen birinin büyükelçi olarak atandığını görürseniz bu dindarlar nasıl dindar böyle diye düşünmeniz normaldir. Tanıdığı veya akrabası sayesinde yani torpille belediyede iş bulmasına rağmen sosyal medyada “Kula minnet eylemem rızkı veren Hüda’dır” yazan birini gördüğünüzde bunlar nasıl insanlar diye şüphelenmeniz de normaldir. Genç kuşak arasında artan deizme ve ateizme neyin kaynaklık ettiğini görmek zor değil. Sürekli “kul hakkı yiyen” Müslümanlar görmek yani Müslüman kimliğini temsil eden kişilere bakmak, gençlerin çoğunun “ben bunlardan değilim” hissine kapılmasına sebep olabilir. Yanlış davranışlar sergilediğinizde bu davranışların temsil ettiğiniz kimliğinizin görüntüsü üzerinde doğru davranışlara göre daha güçlü etkisi olabilir. Gençler dinsizleşiyor ve muhtemelen gelecekte bu daha artacak, bu durumun kaynaklarından biri de sürekli TV’lerde gördüğümüz kimi politikleşmiş Müslümanların bizzat kendileri.
Gerçek olup olmadığını bilmediğim bir anlatıdan söz etmek istiyorum. Savaş sonrası yalnız kalarak Balkanlar’daki yolunu kaybetmiş bir Yeniçeri, diğer Yeniçerileri bulmak için yola koyulmuş. Yolu üzerindeki köylere vardığında bazı evlerin damının akıttığını görür ve asıl mesleği çatı tamirciliği olduğundan ötürü bu damları tamir eder ve yoluna devam edermiş. Yolunu ararken öyle ya da böyle bir sürü evin damını tamir etmiş bu yeniçeri. Sabah uyanan köylüler damlarının onarıldığını görür ve kim yaptı bunu diye sorarlarmış. Bir süre sonra yolunu kaybetmiş bir yeniçerinin herkes uyurken damları onardığı ve yoluna devam ettiğini duymuşlar. Zamanla şu soruyu sorar olmuş köylüler: “Bu yeniçerinin dini nedir? Biz o dini bilmek isteriz.” Balkanlar’da İslamiyet’in böyle yayıldığı şeklinde bir efsane vardır. Yani sahip olduğumuz kimliklerimizi temsil ederiz, Yeniçeri o köylüler için Müslüman Osmanlı olmayı temsil ediyordu belki de. Gerçek veya değil, hiçbir fikrim yok ama bu anlatıda Müslüman Osmanlı askeri karşılıksız iyilik yapan biriydi, temsil ettiği dini de köylüler için böyleydi artık. Peki bugün yolunu kaybeden Müslüman yeniçeri gören var mı? Biz görmesek de varlardır mutlaka ama devlet organları veya TV programlarında sayıları fazla olmasa gerek.
Şimdi TV’lerdeki Müslümanları (ilahiyatçı, politikacı, gazeteci, milletvekili vb) düşünün. Gençlerin çoğu İslam’ın ne olduğu üzerine entelektüel bir araştırmaya girmenin maliyetinden kaçınacaktır elbet. Gözleriyle gördüklerine bakacaklardır, ağzından Allah kelimesi geçen bir politikacı gördüklerinde peşinden duydukları haber iyi olmuyor genellikle. Canlı bomba olup Reina’yı basan siyasal İslamcı bir teröristti, Müslüman başbakan Davutoğlu kafa kesen Müslüman teröristler olan IŞİD’lilere kızgın çocuklar diyordu, Müslüman bir örgüt olan FETÖ milyonlarca gencin alın teri olan sınav sorularını çalıyordu. TV’ler samimi ve içten Müslümanları değil, insanların yaşamlarını doğrudan etkileyen bu Müslümanları gösteriyor sürekli. Eğer tam tersi ateist teröristler, ateist başbakan, ateist örgüt için söz konusu olsaydı insanlarda tam tersi bir etki uyanmasını beklemek de çok yanlış olmazdı. İnsanlar baskı hissettiklerinde negatif kimliklenme yaşayabilirler. Her baskı, kendi isyancısını doğurur der bazı tarihçiler.
Tüm bu bağlamı göz önüne alın ve madalyonun diğer yüzünü; ilk kez oy kullanacak olan 6 milyon seçmeni düşünün. Bu gençlerin dünya görüşlerinde seküler veya dindar pratiklerin merkezde olmadığı bir yaşam tarzının yükselişte olması, seçmen tercihlerine de yansıyacaktır. İyi Parti’nin şehirli seküler seçmenlerden beslenen hızlı yükselişinin kaynaklarından biri de tam olarak bu olsa gerek.
Sahip olduğumuz kimliklerimizin temsilcisiyiz. İstesek de istemesek de durum bu. Genç kuşaklar arasında mevcut sekülerlik ve deizm gibi kimliklerin yükselişini böyle anlamak mümkün. İyi Parti’nin oylarının veya deist-seküler kimliğin yükselişini bu bağlamda yorumlayabiliriz.
Fakat daha geniş kapsamlı soru şu olurdu: Sahip olduğumuz inanç ve kimliğimizi temsil etmek bizi nelerden sorumlu kılar? Veya başka inanç ve kimlikleri temsil eden insanlar arasından kötü örneklere daha duyarlı mı oluyoruz?
- https://tr.euronews.com/2019/03/19/turkiye-de-deizm-neden-yukseliste-ateizm-deizm-agnostizm-panteizm-ne-demek
- https://tr.euronews.com/2019/01/03/konda-nin-toplumsal-degisim-raporuna-gore-turkiye-de-inancsizlik-yukseliste
- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2383114