Halil İbrahim Dinçdağ ismini ilk duyduğumda yanılmıyorsam henüz 2010’ların başında, 11 yaşlarındaydım. Küçük bir gazete haberinden okuduğum, “eşcinsel olduğu için hakemlikten ihraç edilen” ve buna karşın TFF’ye ve MHK’ya “çıkalım sahaya hakemlik nasıl yapılırmış görürüz” diye meydan okuyan Halil İbrahim Dinçdağ’ın hukuk ve kanun önündeki mücadelesi halen devam ediyor.
Editörümüz Emin Aslan Özbek bu hukuk mücadelesi başladığından beri değişenleri, sahanın dışında kalmayı ve bir eşcinsel olarak futbolda var olma mücadelesini kendisine sordu.
Aslan Özbek: Dilerseniz kısaca hikayenizi sizden dinleyelim.
Halil İbrahim Dinçdağ: 2008 yılında askerlik kağıdım geldi, o zamanlar Trabzon’da hakemlik yapıyorum. Askere gitmek istemiyordum, oldum olası, çocukluğumdandır hiç istemedim zaten. Subay bir arkadaşıma sordum ne yapabilirim, nasıl yapabilirim diye o da bana rapor almam gerektiğini söyledi. Belgeyi alabilmek, karmaşık, yorucu ve uzun bir bürokratik süreç. Erzurum, Sivas ve GATA arasında farklı kurumlarda basit bir belge alabilmek için sadece eşcinsel olmam nedeniyle akıl almaz muamelelere maruz kaldım. GATA’da onları şikayet ettiğimi düşünen hekimlerden tutun farklı kurumlarda bana rapor vermek istemeyen yetkililere kadar birçok memurla mücadele etmem gerekti. Öyle ki bazı hekimler yasal haklarımı kullanıp süreçlerin olması gerektiği gibi ilerlemediğini bildirdiğim için beni ileri derece psikoza sahip hastalarla aynı koğuşa kapattılar. Süreç o kadar yıpratıcıydı ki muafiyet raporu alma sürecimde birçok kez intiharın eşiğine geldim.
A.Ö: Raporu aldıktan sonra askeri kurumlarda başka bir zorlukla karşılaştınız mı?
H.İ.D: Askerden muafiyet raporlarını işleme aldırmak her halükarda zor bir şey. Nitekim, kurumsal bir politika gibi işliyor birçok durumda bu “pembe tezkere” mevzusu. Kısacası, elbette karşılaştım ama “tıbbi” süreç kadar korkunç değildi. Zaten, askere gitmememin devamında yaşananlar raporu alana kadar yaşadıklarımı da gölgeleyebilecek nitelikte.
A.Ö: Hakemlikten uzaklaştırılmanız ile sözde ihracınız arasında büyük bir zaman farkı yok gibi. Size yönelik süreç nasıl başlatıldı?
H.İ.D: 2009 yılında, Trabzon İl Hakem Kurulu benden askerlikle ilişiğim olmadığına dair bir belge istedi. Ben de daha önceden aldığım muafiyet raporunu Trabzon İl Hakem Kurulu’na teslim ettim. Önce, zaman içerisinde daha az maça atanmaya başladım. İl Hakem Kurulu, MHK İç Tüzüğü kapsamında askerliğe elverişsiz kişilerin hakemlik mesleğinden ihraç edilmesi gerektiğini ifade eden maddeyi gerekçe göstererek söz konusu raporun hakemlik yapmama uygun olmadığım anlamına geldiği söylediler.
A.Ö: İlgili madde askerlik yapmayanlar, hakemlik yapamaz mı diyor? Kulüp başkanlarından eski hakemlere herkes yabancı hakem konuşuyor, sonra kadın hakemler de görev alıyor zaten?
H.İ.D: Hayır, ilgili madde birisini askerliğe elverişsiz hale getirecek bir sağlık sorununa sahip olan birisi hakemlik yapamaz diyor. Yani, örnek verelim, senin bir omurga rahatsızlığın varsa seni askerliğe elverişsiz hale getirecek kadar kötü olan, sen hakemlik de yapamazsın fiziken diyor. Zaten biz raporumuzu Trabzon’da üç ayrı doktora götürdük, hiçbiri bu raporun benim fiziken hakemlik yapmama engel olacak bir bulgu taşımadığını söylediler.
A.Ö: Yani bu karar MHK İç Tüzüğüne de aykırı o halde?
H.İ.D: Evet. Diyelim, ona da aykırı değil, Anayasa’ya aykırı. Ben de bu bilinçle, 11 Mayıs 2009’da Merkez Hakem Kurulu’na durumumu açıklayan uzun bir dilekçe yazdım. Birkaç gün içerisinde yazdığım dilekçeye dair haberi Fanatik’ten Hakan Can’ın haberleştirdiğini gördüm. Yani yazdığım dilekçe MHK içinden basına sızdırılmıştı. Kısa süre içerisinde konuya yönelik ilgi katmerlendi, Hürriyet’ten tutun birçok ulusal gazeteye, yazılı basın konuya ilgi gösterdi. Akabinde, Fatih Altaylı bir köşe yazısında ismimi baş harfleriyle kullanmış. Trabzon’da da aynı isimde başka bir hakem olmadığı için kimliğim ortaya çıkmış oldu.
A.Ö: Siz de kimliğinizin ifşa olmasının sonrasında Telegol’e çıktınız. Neden bu kararı almıştınız?
H.İ.D: Evet bu benim için bir ölüm kararıydı, ailemin yönelimim hakkında bilgisi yoktu, arkadaşlarımın, akrabalarımın, kimsenin yoktu. Kendi kendime dedim ki ya ben bu yayında tamamen ölüp yok olacağım ya da ölüp yeniden dirileceğim. O gece kanalın e-posta ve telefon hatları kilitlendi, zaten baya da prim yapmıştı basında. Hatta çoğu rakip kanaldan insanlar sağda solda, kendileriyle bir kere dahi konuşmamış olmama rağmen “Bize söz verip Telegol’e çıktı.” falan dediler, yalan, neyse. Ailem de o şekilde öğrenmiş oldu, ben çok korkuyordum ama onlar hep yanımda oldu, “bizi terk etme” dediler. Ailem olmadan her şey çok daha zor olurdu zaten
A.Ö: Türk spor medyası spesifik olarak her olayı korkunç derecede magazinselleştirmeye çalışan bir yapı, sizin spor medyası ile deneyiminiz nasıldı?
H.İ.D: Evet, magazinselleştirmeye çalışanlar oldu. İzin vermedik. Türk spor medyası, Türk futboluna dair birçok kötülüğün merkezi zaten. Daha sonrasında spor medyası dışında da sesimi duyurabilme fırsatım oldu. Okan Bayülgen ve Ayşe Arman ile oldukça başarılı mülakatlar yaptık. Onlar sağ olsun kamu nezdinde daha ciddi addedilen mecralardan da sesimi duyurma fırsatı yakaladım.
A.Ö: Siz sesinizi duyurmaya çalışırken MHK cephesinde neler oldu?
H.İ.D: Benim dilekçem sızınca büyük ihtimal MHK’dan, TFF’den birileri. “Biz bunu medyaya verdik, bu tırsar ve susar.” diye düşünmeye başladı. Ancak ben pek oralı olmayınca iş daha da garip bir hal almaya başladı. MHK Raportörü Osman Avcı, avukatım üzerinden önce nerede hakemlik yapmak istediğimi sordu. Biz de İstanbul cevabını verince “O zaman kendisinin isim değiştirme davası açması gerek.” dedi. Biz böylesine saçma bir şeyi kabul edemeyeceğimizi söyleyince onlar da süreci tekrar durdurdular. İsmimi, kimliğimi değiştirmeye kalktılar. Sebebi de “erkek olmayan hakem olur muymuş?” Sanki ben erkek değilim de bal gibi erkek olmayan hakem de olur yani. Kadın hocalarımız var başarıları, profesyonellikleri ortada. Böylelikle benim için de yargı dışında bir yol kalmamış oldu.
A.Ö: Tahkim Kurulu’na gitmediniz mi?
H.İ.D: Dediğim gibi TFF beni sindirebileceğini düşündü. Öyle ki bana “Tahkime gitmek, usturaya kafa atmaya benzer.” dediler. Bununla da sınırlı değil ilerleyen mahkeme sürecinde aldığım ölüm ve yaralama tehditlerinin hepsi beni sindirmek üzereydi. Ancak ben inançlı bir insanım ve Allah’ın huzurunda günü geldiğinde Rabbim ben senden başka kimseye boyun eğmedim demek istiyordum. Bu yüzden hiçbir baskıya ve tehdide ne olursa olsun boyun eğmedim. Ne çalışmama izin verildi ne de güvenli bir hayat sürmeme. Ailemle dahi tehdit edildim.
A.Ö: Ne gerekçeyle işe alınmıyordunuz?
H.İ.D: İşte tanıyan eden olur, ne bileyim laf olur söz olur, bildiğiniz şeyler. Sadece bununla da sınırlı değil. Bir tekstil fabrikası sahibinden aldığım -ben sadece iş istemişken- çirkin teklifler vardı mesela, örneği de çok. Senden gelecek olan Allah’tan gelsin demek zorunda kaldım çok kez.
A.Ö: Hak arama sürecinize dönersek TFF ve organları içerisinde başvurabileceğiniz tüm kapılar kapanmış oldu, peki mahkemelerdeki süreç nasıl ilerledi?
H.İ.D: Süreç hala devam ediyor, görünen AİHM’e kadar gideceği. Ancak halen açıkça söylüyorum ki belki benim için olmasa da 29 Aralık 2015’teki karar futbolu homofobiden ve belki de erkek egemenlikten kurtarmak için apaçık bir zaferdir. Bana, yıllarca yaşadığım baskıya, uğradığım şiddete rağmen 20 bin lira gibi bir tazminat hak görülmüş olsa da bir eşcinselin tüm bu yaşadıklarının mahkemelerce tanınması bir kazanımdır. 20 bin lira yaşadıklarıma biçilebilecek bir paha değil elbette, çok sevdiğim işimden oldum. Yıllardır mücadele ediyorum ve yarın gay bir futbolseverin, hakemin, futbolcunun varlığının kabul edilebileceği bir dünya hayal ediyorum. Bu arada gay futbolcular yok mu? Elbette var! Milyonlarca gay futbolsever yok mu? Her yerdeler! Bu sır mı? Hayır. Ancak kimse göz önünde diledikleri kalıplara uyum sağlamamış birileri olsun istemiyor “camialarda”.
A.Ö: O günden beri hiç hakemlik yapmadınız mı, futbol ile ilişkiniz nasıl değişti?
H.İ.D: Bu zor bir soru. Öncelikle hakemlik yapıyorum hatta yeni hakemler de yetiştiriyorum. 2013’ten beri Sayın Erten’in desteğiyle Efendi Ligi ve Gazoz Ligi gibi bağımsız amatör liglerde düdük çalıyorum. Hatta benimle genç arkadaşlar da oluyor, onlara yan hakemlik yapmayı, hakemliğin temel yönlerini öğretiyorum. Bu benim futbol ile ilişkimi diri tutmama yardımcı oluyor mesela. Futbol ile ilişkime gelecek olursak erkek egemenliğin böylesine kuşatmış olduğu, cinsiyetçiliğin, rantın ve şiddetin bir normal olarak algılandığı ve kavrandığı bir alan ile ilişki kurmak elbette garip. Fakat ben değişime inanıyorum, bunun için de elimden geleni yapıyorum, sadece bu yüzden MHK Başkanlığına adaylığımı da açıkladım.
A.Ö: Açıkçası kitaplarınız ipucu veriyor benim adıma ancak MHK Başkanı olursanız yapacaklarınızı sizden dinleyelim.
H.İ.D: Futbolda şiddetin bana kalırsa ana direkleri ve sebepleri apaçık ortada. Medya, federasyon uygulamaları, taraftar ve kulüpler arasında şiddet devir daim ediyor. Bu cendereden çıkmak için yapılması gerekenler de ortada. O bilmem ne programında, affedersiniz “aman kadından da hakem mi olurmuş?” diyenin ağzını kapatmadıkça, o küfürlü tezahürat yapan kulübü cezaya boğmadıkça -elbette doğru ve efektif şekilde- bunun bitme olasılığının olduğunu düşünmüyorum. Şiddete karşı şiddetli önlemlerin alınması gerektiği kanaatindeyim. Ancak bunları etkili hale getirmenin kapsamlı politikalar ile mümkün olduğunu düşünüyorum. İngiltere’de holiganizmin ortadan kalkışı yaygın bir referans, bizim de çıkarabileceğimiz derslerin olduğu kanaatindeyim.
A.Ö: Projeleriniz hakkında konuşmuşken kitaplarınız hakkında konuşmak da isterim. Erkeklik Ofsayta Düşünce’yi lisede, Alsancak Kitapsan’dan almıştım. O isimli bir kitabı, lisemin erkek yurdunda okumak pek kolay olmamıştı. Türkiye’de Hakem Olmak ya da Olmamak, daha yeni bir çalışma ve gerçekten futbolun sosyal kurgusunu anlamak açısından bana kalırsa kıymetli bir vesika. Bu iki çalışmayı bize nasıl tarif edersiniz?
H.İ.D: Otobiyografik ögeler taşısa da yani aslında benim kendi hikayemden hareket etse de, bu iki çalışma da adaletsizliğe, hukuksuzluğa ve tahakküme yönelik mücadeleyi merkeze alıyor. Çok kez ülkemden ayrılmaya mecbur bırakılmaya çalıştım ancak mücadeleden ne alan ne de felsefe olarak asla vazgeçmedim. Bu kitaplar büyük ölçüde bu vazgeçmeyişin bir portresini ortaya koyuyor.
A.Ö: Toparlamadan önce yaşadığınız sürece birçok insan şahit, sadece ben şahsen Melda Onur’dan da Burcu Karakaş’tan da dinleme imkanım olmuştu farklı yerlerde. Almanya’dan cesaret ödülü aldığınızı biliyoruz, birkaç muhtelif batılı örnek dışında da futbol camiasında gay olduğunu kariyeri esnasında açıklayan kimse yok. Doğrudan sormamız gerekirse, Türkiye’de LGBTİ+ komünitesinin, siyasetin ve sivil toplumun yeterince desteğini alabildiğinizi düşünüyor musunuz?
H.İ.D: Bu iş medyaya ilk intikal ettiğinden beri sivil toplumdan, özellikle LGBTİ+’lardan destek gördüm. Kaos GL, Lambda İstanbul hukuki süreçlerden ötesine yanımda olmaya çalıştı. Fakat takdir edersiniz ki süreçler uzayınca, zaman geçtikçe gelen desteğin devamlılığı ve çeşitliliği azalıyor. Bunun bir sebebi de bana kalırsa sivil toplumun dahi günümüzde “insanı” ideolojisinden, kimliğinden ayrı görememesi. Aynı konu keza siyasette de geçerli, o başka bir bahis. Kimilerine göre HDP’li değilseniz, CHP’li değilseniz ya da sol görüşe sahip değilseniz eşcinsel değilsiniz ya da mücadeleniz pek de mühim değil. Bunun ötesinde sivil toplumun da bazı kararları belirli çıkarlar doğrultusunda verdiği ortada. Ben de bu yüzden birçok kuruluşun ismimi kendi platformlarında kullanmamasını istemek durumunda kaldım. Öncelik olarak insanı ve insani olanı kavrarsak yaşamın hepimiz için daha iyi olacağına inanıyorum.
A.Ö: Son olarak, tüm yaşadıklarınızı ve futbolun evrensel durumunu bir bağlama oturtabilmek adına, Katar 2022 ile alakalı fikirlerinizi duymak isterim.
H.İ.D: UEFA’ya, FIFA’ya defalarca kez durumumu anlatan mektuplar yazdım. Ben yazmasam kendileri duymadı mı bir gözlemcileri yok mu Türkiye’de? Nafile, cinsiyet eşitliğini ve farklı cinsel yönelimlere saygıyı pazubendi ile ispat edemezsiniz. Uzun yıllar boyunca kariyeri esnasında gay olduğunu kamuya açıklayan ilk hakemdim, “Halil Bey nasılsınız?” dahi demediler. Ama Katar parayı basınca lig ortasında Dünya Kupası organize ediyorlar. Dünya Kupasının insan sömürüsünün böyle katlanılmaz seviyelere ulaştığı bir yerde yapılması futbolun ruhuna ters. Dünyada eşcinsel bir futbolsever olmak zaten zor, eşcinsellerin yaşam hakkının dahi olmadığı bir yerde turnuva düzenliyorlar. Yarın öbür gün de diyecekler ki işte biz orayı dönüştürmek için bu organizasyonu orada yaptık. Eğer bunda samimi olsalardı, en azından sembolik olarak beni veya benim gibi futbolda erkek egemenliğe karşı kavga eden birisini oraya götürürlerdi. Bunu dahi yapamayanlar, erkek olmayan kimsenin insan olarak görülmediği Katar Emirliğine nasıl cinsiyet eşitliği götüreceklerini sanıyor?