Uzun zamandır Twitter’daki geçici, bir yere varmayan tartışmalardan uzak durmaya çalışıyorum. Çoğu zaman “aman şimdi düşündüğümü yazsam ne değişecek” dedikten sonra amaçsızca gezinmeye devam ediyorum. Ta ki geçen hafta yaşanan iş yerine yemek götürme tartışmasına kadar.
DW Türkçe Türkiye’deki gıda fiyat artışını konu alan bir video yayınladı. Twitter’a yükledikleri kesitte, bir kadın 35 yaşına gelmiş olmasına rağmen iş yerine her gün yemek götürmek zorunda kaldığından bahsediyordu. Twitter’da bu video özellikle yurt dışında yaşayan bazı insanlar tarafından farklı açılardan eleştirildi. Her ne kadar ülkedeki gıda fiyatlarındaki artışın farkında olduklarını vurgulasalar da orta sınıfın dışarıda yemek yemeyi sınıf atlama olarak görmesinden, insanların tavuk döneri abartmasına hatta ve hatta iş yerinde molalarında dışarıda yemek yiyen insanları çalışma saatlerinden çalmakla itham etmeye kadar vardı iş. Ülkedeki durumun artık çok farklı olduğunu, evden yemek götürmekle buna zorunda kalmak arasında fark olduğunu anlatmaya çalışanlar ise “mağdurluk ve fakirlik edebiyatı” yapmakla eleştirildi.
Aslında videonun tamamını izlediğinizde videodaki çiftin evden yemek götürmeyi kötüleyen ya da küçük gören bir tavrı olmadığını görebilirsiniz. Ayrıca yemek taşıma da videonun geneline yayılan bir konu değil. Ben videoda, beslenme gibi temel bir hakkın toplumun geneli için nasıl stres kaynağına dönüştüğünü ve gıda fiyatlarında yaşanan anormal artışın insanların hayatlarını pek çok farklı açıdan nasıl etkilediğini gördüm.
Burada uzun uzun karşı argümanlar sunmakla uğraşmayacağım ancak bu tartışma geçenlerde okuyup çok beğendiğim Hélène L’Heuillet’in Gecikmeye Övgü-Zaman Nereye Gitti? isimli kitabında günümüz toplumuna dair tartıştığı bazı meseleleri hatırlattı. Yaklaşık 2 yıldır kurumsal bir şirkette çalışan biri olarak L’Heuillet’in “Kayıp Zaman Çılgınlığı” isimli ilk bölümde bahsettikleri iş hayatında yaşadıklarımla birebir örtüşüyor. L’Heuillet kitabında performans toplumunun zamanı nasıl sermayeleştirdiğini, iktidar-zaman arasındaki ilişkiyi ve öznel zamanın nasıl yok edildiğini tartışıyor. Burada soru şu, aldıkları maaş kiralarını ve günlük beslenme ihtiyacını bile karşılamaya yetmezken bu insanlardan molalarında bile verimli olmayı, kendilerine kalan kısıtlı zamanda işverenin hayatını kolaylaştıracak adımlar atmalarını nasıl bekleyebiliriz?
“İktidar zamansal açıdan imkansızı talep etme kapasitesiyle ölçüldüğünde yeni bir şiddet biçimi uygular, dayanılmaz bir zihinsel yükle kendini gösteren bir şiddettir bu.” (12)
L’Heuillet’e göre “Çağımızın kabalığı başkasının zamanını hesaba katmamak ve ötekinin zamansal farklılığına gözünü kapamaktır.” (12) Twitter’da yaşanan tartışmada da kısa bir video kesitinden oldukça kapsamlı çıkarımlar, eleştiriler yapılırken mesaili bir çalışanın kendine ne kadar zaman ayırabildiğine hiç değinilmemesini ilginç buluyorum. İstanbul’da yaşayan bir insan yol, trafik ve en iyi ihtimalle 9-6 mesai derken günün büyük bir çoğunluğunu dışarıda geçirmek zorunda. Bir de bu insanlardan Türkiye’nin ekonomik koşullarında uzun saatler çalışırken yemeklerini de yanında taşımalarını beklemek L’Heuillet’in bahsettiği gibi imkansızı talep etmektir.
“Yeni sömürü biçimleri Lafargue’ın eleştirdiği gibi yalnızca çalışma saatlerinin uzamasına yol açtığı için değil, herkesin öznel zaman kaynağının tam anlamıyla tüketilmesine bağlı olduğu için sorun oluşturur.” (17)
Gelen eleştirilerden diğerleri de, videoda evden yemek getirmenin ayıp bir şeymiş gibi sunulması ve orta sınıfın dışarıdan yemek yemeyi zenginlik ve refah belirtisi olarak görmesi. Çünkü güya orta sınıf yemek, temizlik ve diğer hizmet gerektiren işlerini başkalarına yaptırmayı sınıf atlamak olarak görüyor. Kendimi tekrar edeceğim ama kısacık bir kesitten bu kadar genel varsayımlara nasıl ulaşıldığını anlamak güç. Gecikmek, yavaşlamak, kendi hatalarını yapmak kitapta övülürken çalışmak, disiplin, emek vermek bunların karşıtı olarak sunulmaz. Çalışma hayatının dayattığı aciliyet, hız, sınırsız verimlilik gibi kavramlar nedeniyle çalışmak bir noktada insani koşulların dışına çıkar. (17). Yani bir insanın hayat pahalılığından şikayet etmesi ve bu pahalılıktan ötürü yapmayı sevdiği şeyleri artık karşılayamaması onun zenginlik ve refah anlayışına dair bir veri sunmamakla beraber bu nedenle de sınıf atlama meraklısı yaftası yapıştırmak haklı bir eleştiri olmaz. Videoda bahsi geçen çok daha temel seviyede yaşanan bir yaşam krizi bana kalırsa.
Yazımı sonlandırırken burada kitabın çok az bir kısmına değindiğimi ve burada bahsettiklerime daha geniş bir perspektiften bakmak isterseniz Hélène L’Heuillet’in kitabının tamamını okumanızı tavsiye ederim.
- Bahsi geçen video: https://www.youtube.com/watch?v=kt4BDLvvW0k
- Hélène L’Heuillet, Gecikmeye Övgü – Zaman Nereye Gitti?, çev. Şehsuvar Aktaş, (İstanbul: YKY, 2022).