Recep Tayyip Erdoğan genel kanaate göre bir siyasi yelpazeye yerleştirilse aşırı sağ eğilimli bir muhafazakâr ve İslâmcı olarak tasnif edilir. Siyasi bir organizasyon olarak AKP’nin siyaseti de, Erdoğan’ın genel eğilimleri de buna işaret ediyor. Ancak Erdoğan’ın hem başbakanlığı hem cumhurbaşkanlığı hem de kendi ürettiği bir sistem olan başkanlığı esnasında hamleleri, yol haritası, söylemleri, menfaatleri ve bu menfaatler doğrultusundaki hareket tarzı dikkate alındığında pek çeşitli, dahası bu çeşitlilik içerisinde birbiriyle uyuşmayan, zıt, ihtilaf halinde siyasi hamleler ve söylemler ürettiğini görüyoruz. Bu da, adına Erdoğancılık adı verdiğimiz, şahsın kendisine mahsus bu tarz-ı siyasetin alamet-i farikasıdır.
Bu yazı doğrultusunda, Erdoğancılığın kendi seyri etrafında yürüttüğü siyâsâ çerçevesinde birbiriyle uyuşmayan bu pratikleri, söylemleri ve kendini yerleştirdiği konumları tarz-ı siyasetini yeniden üreterek nasıl meşru kılıp kitlesinde rıza ürettiği ve bağlılık sağladığı meselesi üzerinde duracağım. AKP-öncesi Erdoğan’ı, demokrasiyi bir amaç değil de araç olarak gördüğü konuşmada 21. asrın “İslam medeniyetinin” öne geçtiği bir asır olacağı kehanetinde bulunuyordu. Aynı dönemde “hâkimiyet”in “kayıtsız şartsız Allah’a” ait olduğunu beyan ederek kendisinin hem ülke yönetimi, hem demokrasi hem de siyaset telakkisi hakkında net bir fikir edinmemize yardımcı oluyordu.
Bundan birkaç sene sonra Erdoğan, bu görüşleri kendisine serdettiren “millî görüş gömleğini” çıkardığını beyan ederek yeni bir sayfa açtığını iddia ettiğinde artık yepyeni bir parti olan AKP’nin kurucusu ve lideriydi. Erdoğan bir müddet AB uyum yasalarını uygulayarak AB’ye girme politikasının ateşli bir savunucusu oldu. Krizden çıkmış Türkiye’nin büyüyen ve iyiye giden ekonomisi o dönemde Erdoğan’ın bu politikalarını sorgulatmadı. AKP’nin ilk yıllarındaki Erdoğan siyaseti, tuhaf kültürel atılımlara rağmen iyiye giden ekonomik durum karşısında garipsenmedi. Eski millî görüşçü Erdoğan’ın ve partisinin bu süreçte oylarını muazzam derecede arttırması, bir şeylerin politik anlamda doğru gittiğini gösteriyordu. Bu örnek bağlamında şu iddia edilebilir ki, Erdoğan, menfaatleri doğrultusunda gündem ibresini kültürelden iktisadîye yahut iktisadîden kültürele kaydırmada oldukça mahir.
Günümüzde bunu hâlâ ustaca uyguladığını gördüğümüz Erdoğan ekonomi gündeme getirildiğinde kültürel meseleleri masaya vuruyor, kültürel meselelerde zaafiyete düşecek gibi olduğunda kalkınma ve büyümeye dair çeşitli emareler göstererek “ne kadar güçlü olduğumuzu” bir kere daha dünyaya kanıtlıyor. Kovid salgınının ekonomik vechi kendini acımasızca gösterdiğinde Ayasofya’yı cami haline getirmesi bunun bir örneği. Kısacası Erdoğan; karnı aç bir milleti Ayasofya ile, başörtüsüne anayasal nitelik kazandırma iddiası ile, TOGG ile, asla gidip görmedikleri köprüler ve kullanmadıkları hava limanlarının inşası ile coşturuyor, siyasi meşruiyetini pekiştiriyor ve siyasi mevcudiyetini yeniden üretiyor.
Erdoğan’ın siyasi meşruiyetini yeniden ürettiği ve kitlesinin kendisine dair rızasını pekiştirdiği bu hareket kabiliyetini en kıvrak kullandığı alanlardan biri milliyetçilik ve Kürt meselesiydi. Önce “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına” aldığını beyan edip bir açılım süreci başlatan Erdoğan, Türk milliyetçilerinin öfkeyle karşılayıp ateş püskürdüğü bir politika sürdürdü. Ancak kendisinin hem FETÖ hem HDP ile ortaklığı bozulduğunda yeni bir ortak, siyasi meşruiyetini pekiştirip yeniden üretecek bir yol arkadaşına ihtiyaç duydu ki bu da Devlet Bahçeli ve MHP oldu. Erdoğan, bayramlarda dahi birbirini ziyaret etmeyip el sıkmayan iki ayrı uç arasında mekik dokuyarak önce HDP ile anlaştı sonra MHP ile ittifak kurdu. Bu hususta en ilginç detay, kendi kitlesince hiçbir tepki almamasıydı. Erdoğan’ın söylemsel kıvraklığı, HDP ile ortaklığını “Kürt sorununun bitirilmesi” üzerine yoğunlaşırken, bu ortaklık bozulduktan sonra kurduğu MHP ittifakını bayat bir “vatan-millet” hamasetiyle meşru kılabildi. Aradaki ideolojik zıtlığı ise tabanından kimse sorgulamadı.
Son yıllarda AKP ile MHP’nin CHP’yi ideolojik olarak en çok vurduğu nokta HDP idi. Erdoğan da Bahçeli de CHP’yi, HDP ile görüşüp zımnî bir ortaklık yapıp vatana ihanet ettiği imasıyla örseliyor. Ancak son günlerde AKP ile HDP’nin yeniden görüşmelere başlaması Bahçeli tarafından bile onaylandı. Erdoğan’ın bilhassa kendi kitlesi üzerinde rızayı yeniden üretme, kitlesel onay ya da tepki mekanizmalarını kendi menfaatleri doğrultusunda nasıl idare edip yönlendirdiği bu meselede çok net görülüyor. CHP yaptığında gayrımakbul kabul edilen ve “ihanet” ithamına varan sert sözlerle eleştirilen siyâsâ, AKP yaptığında oldukça kabul edilir bir hal alıyor.
Erdoğan’ın pragmatist ve oportunist siyaset anlayışı sadece iç siyasette kaim bir kıvraklık değil. Uluslararası arenada da Erdoğan’ın dümeni yönlendirdiği Türkiye, aynı esnekliği gösteriyor. Batı bloğu ile uzun bir geçmişi olan Türkiye son yıllarda sorgulanır ve istenmeyen ama mecbur kalınan bir ittifak konumuna düşürüldü. 2019’da F-35 programından çıkarılan Türkiye, Rusya ile anlaşarak birkaç tane S-400 satın aldı. İsrail ile uzun yıllar kesilen diyaloglar tekrar başlatıldı ve Mavi Marmara Olayı’nın uzun süre arkasında duran Erdoğan daha sonra “oraya giderken bana mı sordunuz” diyerek insanları şaşırttı. Eskiden beraber tatil yaptıkları Beşar Esad ile geldikleri nokta ise ortada.
Erdoğan muhtelif siyasi eğilimleri bakımından tutarlı bir siyasetçi değil. Ancak iktidarını tahkim etmek, menfaatlerini sağlama doğrultusunda kurduğu oyunlarda, hareket kabiliyetinde ve esnekliğinde oldukça tutarlı bir yol haritası izliyor. Erdoğan, kendisini soktuğu yolda çıkmaza düştüğü hallerde bile gerektiğinde tam aksi istikamete direksiyon kırarak içine düştüğü cendereden -çoğu zaman çok daha büyük avantajlarla- çıkmayı bir şekilde başarıyor. Ben bunun sebebini kitlesiyle kurduğu bağ doğrultusunda kendisine atfedilen “vardır bir bildiği” hikmetinin yanı sıra, söylemsel kıvraklığı ve siyasetini yeni bir hamleymişçesine yeniden üretebildiği meşruiyette görüyorum. Erdoğa tahmin edilemez bir karakter ve başka siyasi aktörler ve organizasyonlar için makbul olmayan siyasi tarz-ı hareket biçimleri kendisi için en makbul yol olarak meşru görülüyor. Burada yazılanları mucizevi bir siyasi ustalığa atfetmek de doğru olmaz. Ancak Erdoğan’ı doğru hamlelerle sıkıştırmayı beceremeyen muhalefetin beceriksizliği de burada başat rol oynuyor. Erdoğan gibi söylemleri ve hamleleri yıllar içerisinde üstelik bir kez de değil defalarca tezada düşen bir kimseyi kıvrak bir siyasi zekânın defalarca köşeye sıkıştırabilmesi gerekirdi. Bilakis cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan karşısına çıkmaya hazırlanan Kılıçdaroğlu’nun bunu başarmak yerine Erdoğan’ın istismar edebileceği bir söylemsel zemini (başörtüsüne anayasal nitelik katma meselesi) bizzat yarattığını görüyoruz.