Genel bir kabul olarak çok farklı mesleklerden, dünya görüşlerinden veya sosyo-ekonomik kesimlerden birçok kişi eğitimin bir tür sihirli değnek olduğunu düşünür. Bu düşüncenin temelinde birçok farklı varsayım vardır; bunlardan biri eğitim aracılığıyla insanların bilgilendikleri ve bilen insanın problemi kavrama kapasitesinin ve bu kapasiteyle birlikte gelen erdemlerinin istenildik düzeyde olacağıdır. Fakat bu ne yazık ki tek başına hiçbir anlam ifade etmiyor gibi görünüyor; özellikle de eğitimin kendisi problemliyken.
Eleştirdiğim türden örtük varsayımlara dayalı bir düşünce öne sürerek kendimle çelişmek istemiyorum. En temelde eğitimdeki problemlerin neler olduğundan söz ederek iddiamı gerekçelendirmem gerekiyor. Üç problemden söz edecek ve üç olası çözüm önerisi sunacağım.
Üç Problem
- Devlet okullarında çok ciddi bir nitelikli eğitim problemi mevcut. Öğretmenlerin ciddi bir kesimi kaygı verici düzeyde bir motivasyon problemi yaşıyor. Dersi daha iyi anlatmak veya öğrencilerin bilgi ve becerilerini geliştirmek için niçin daha çok çaba sarf etsinler? Bu soru devlet okullarında idealist ve erdemli öğretmenler olmadığı anlamına gelmiyor. Eğer örgün eğitim sistemi problemliyse idealist ve nitelikli öğretmenlerin çabaları en nihayetinde bir tür sabır meselesine sıkışacaktır. Derslerde uyuyan, gazete okuyan, işledikleri suçlardan dolayı cezalandırılmayan öğretmenler var. Okullar yönetmeliğe uygun bir şekilde denetlenmiyor. İl ve ilçe eğitim müdürlükleri AKP’nin parti kolları tarafından ele geçirilmiş ve gündelik siyasetin amaçlarına göre şekilleniyor. Birçok öğretmen sarı sendikalara üye olmaya zorlanıyor ve ellerinde hiçbir güvenceleri olmadığını hissediyor. Başöğretmen ve uzman öğretmen ayrımına dayalı yeni yönetmelik öğretmenleri bölmekten daha fazlasını yapacak ve bazı velilerin “ben çocuğumun dersine başöğretmen girsin istiyorum” türünden yersiz çıkışlarına kapı açacak. Dersinize başöğretmen girsin diye niçin müdür ve öğretmene rüşvet verilmesin? Görüldüğü üzere durum içler acısı.
- Özel eğitim kurumlarında ne olduğuna ve nasıl bir sistem işlediğine dair hiç kimsenin bir fikri yok. Neredeyse hiçbir denetleme mekanizması işlemiyor. Yasak olmasına rağmen işverenlerin çoğu yaz aylarında maaş vermemek için kısa süreli yani 1 yıldan daha kısa süren (9 ay gibi) sözleşmeler dayatıyor. Yine yasak olmasına rağmen asgari ücretten az maaş veriliyor (Örneğin bankaya yatan 5.500 lirayı çekiyor ve 1.000 lirasını işverene elden teslim ediyorsunuz, bunu yapmazsanız kovulmakla tehdit ediliyorsunuz). Ortalama maaşlar 4 ile 6 bin arası değişiyor ve çoğu öğretmen geçinemiyor; nitelikli öğretmenler sektör değiştirerek hayatta kalmaya çalışıyor. Yine yasak olmasına rağmen 20 saat üstündeki haftalık ders ücreti verilmiyor; özel sektör öğretmenleri ortalama haftada 35-40 saat derse giriyor. Zorla veliler telefonla aratılıyor, sınavlarda ücretsiz gözetmenlik yaptırılıyor ve haftanın 6 günü çalıştırılıyor. TYT-AYT sınavında başarılı olmak dışında hiçbir entelektüel motivasyona yer yok derslerin içerisinde. Tüm eğitim; öğretmenlerin tüm kariyerleri TYT-AYT sıralamasına indirgenmiş durumda. Bu koşullar altında idealize edilmiş eğitim değil, gönüllü kölelik koşulları söz konusu olur sadece.
- Kapsamlı ve sürdürülebilir bir eğitim politikası mevcut değil. Eğitim politikaları, kağıt üzerinde muhteşem görünen yönetmeliklere rağmen iktidarın ideolojik saiklerine göre şekilleniyor, gündelik politikalara kurban ediliyor. Her gelen bakan, kendisinden önceki bakanı aşarak başarılı olmak adına sistemi değiştiriyor. Son 20 yılda en az 7 kere sistem değişti. Diğer yandan bakanlıkta görevli farklı kanatlardan gruplar arasındaki çekişmenin altında ezilen şey yine bizzat eğitim sistemi ve milyonlarca öğrenci-öğretmen oluyor. PİSA sonuçlarına baktığımızda, eğimin pek eğitemediği ortada olsa gerek. Bakanlık, çağın gereksinimlerin uygun çözümler ve eğitim modeli geliştirmek bir yana; çağın gereksinimlerinin ne olduğunun bile farkında değil. Hala sözde seçmeli uygulamada zorunlu Sunnilik eğitiminden (Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden söz ediyorum) bahsetmemiz trajikomik. 9. sınıflarda niçin felsefe dersi, 11. Sınıf MF sınıflarında niçin Coğrafya dersi olmadığının bir yanıtı yok (Seçmeli olarak mümkündür belki demeyin, seçmeli dersler seçmek mümkün değil).
Üç Olası Çözüm Önerisi
- Devlet okullarındaki öğretmenlerin örgütlenmekten başka hiçbir kurtuluş yolu yok. Badem bıyıklı müdürlerin mobbinglerine karşı haklarını korumak için Eğitim-Sen gibi sendikalar veya kendi kuracakları bağımsız sendikalar ile mücadele etmeleri gerekiyor. Sırf AKP’li olmadığınız için saçma sapan sebeplerden disiplin cezası yememek veya maaş kesintisi yaşamamak veya gayri-resmi görünse de sürülmemek istiyorsanız örgütlenin. Örgütlenmekten korkanlar, var olan bu korkuları nedeniyle ezilebildiklerinin zaten farkında olmalı; mevcut korku ve kaygılarınızı kullanarak sizi baskı altına alıyorlar bunu siz de biliyorsunuz. Taşıdığınız korku ve kaygıların yersiz olduğunu iddia etmiyorum fakat her an haksızlığa uğrayabileceğiniz veya uğradığınız bir sistemde arkanızı boş görmek istemezsiniz. Sizi başöğretmen-uzman öğretmen diye bölmek isteyenlere karşı kenetlenmedikçe, birbirinizin sırtına basmanızı isteyecek düzenlemelerin haberlerini alıp duracaksınız. Ayrıca örgütlenmek, motivasyon yaratmanızı da mümkün kılabilir. Var olan çarpıklıklara karşı kazanım elde ettikçe, ders içeriğinize dek uzanacak bir motivasyon kazanabilirsiniz. Sırf KPSS’den yüksek puan alıp mülakattan geçtiği için mesleğinizi lekeleyecek şekilde hareket eden; yani derslerde uyuyup öğrencilere dokunmak adına hiçbir erdem taşımayan “meslektaşlarımıza” karşı da örgütlenmenin olanaklarını kullanabiliriz (Elbette bu örgütlenmenin biçimini de tartışmak gerekir, fakat öncelikle örgütlenmemiz gerektiği konusunda hem fikir olmamız gerek).
- Elbette biz de örgütlenmeliyiz (Evet, özel sektörde çalışan bir öğretmenim). Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası gibi sendikalara destek vererek yaşanan onlarca hukuksuzluklara karşı birlikte mücadele etmeliyiz. Bu sözler klasik solcu söylemleri veya beylik laflar gibi gelebilir. Fakat geçen eğitim döneminde kaç kurumun şikâyet edildiği, ifşa edildiği, ceza aldığını görmelisiniz! Bunların hepsi sayıları giderek artan bir grup öğretmen ve hukukçu sayesinde oldu. Dayatmalara karşı durma olanağını yarattıkça, derslerinizin TYT-AYT sınavına indirgenmesindense entelektüel bir ders ortamı yaratabilmek için eliniz daha da rahatlayacaktır. Çünkü bizim yaşadığımız çoğu problem kovulma korkusu ve işverenlerin çoğu bizi bununla tehdit ediyor. Bizi öyle kolayca kovamayacaklarını göstermek ve haklarımıza dair farkındalığımızı arttırmak için 3 gün son Ankara’da gerçekleşecek türden eylemlere katılım sağlayabilirsiniz. Sizden maaşınızın bir kısmının elden verildiği veya istendiğini kanıtlayıp bu yönde bir hukuki mücadeleye giriştiğinizde, eğitimin e’sinden bihaber insanlara ne bedeller ödetebileceğinizi bi bilseniz!
- Birinci ve ikinci çözüm önerisinin, üçüncü probleme yönelik bir çözüm olanağı sunabileceğini düşünüyorum. Bakanlık yalnızca aynı siyasi partiye üye bir üst iktidar organı tarafından denetlendiği için bu rezillikleri yaşıyoruz. Bakanlığı, bizzat biz öğretmenlerin de denetleyebileceğini ve denetlemesi gerektiğini ilk iki çözüm önerisinin yarattığı özgüven ile çözmeye yaklaşabiliriz.
Bu yazıda eğitim mefhumunun modernizmde artık bir anlama gelmediği ve baştan güncellenmesi gerektiği gibi çağdaş teorik tartışmalara girmemeyi tercih ettim. Evet belki de sistemi tamamen değiştirmemiz gerekir ve belki de yapmamız gereken asıl şey öğretmenlerin en temel sorumluluğunun öğrencilerin erdemlerini sinyallemek olduğu bir yapılanma kurmak olmalıdır. Olabilir; fakat özel sektörde okulu olan birinin Milli Eğitim Bakanı olmaması gerektiğini ve bu olduğu sürece eğitimin bir çözüm sunamayabileceğini tartışmamamız gerek öncelikle. Teorik tartışmaları farklı bir yazıda ele alabiliriz.
Öne çıkan Görsel: Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Twitter Hesabı